7
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1176
Okunma


Radikal gazetesinin henüz yayın hayatına girmeden önce ekranlarımıza gelen tanıtım reklamını anımsayanlar olacaktır. “O bir radikal” cümlesi kulaklarda olmalı. Sıra dışı olaylar ve kişilere vurgu yapılır ve o bir radikal tümcesi tekrarlanırdı. Oysa yanılgılı bir kullanımı zihnimde uyandırırdı verilen örnekler. Mesela sahne düzeninde, kostümlerinde köklü yenilik yapan bir sanatçı vurgusu beraberinde marjinal kavramını akla getirmez mi? Kavramın “toplumda, türdeş bir kümenin içine girmeyen, onun en ucunda yer alan, aykırı” şeklindeki tanımı da bu kullanımı doğal kılmaz mı? Sözgelimi örnekler arasında yer alan Zeki Müren gibi bir sanatçımız o bir radikal ifadesiyle tanımlanamaz pek.
Gerçi “kesin, köklü, kökten, köktenci” anlamları dairesinde radikal kavramı da uygunsuz değil sanki. Oysa farklıdır. Bir kere olgusal bir kopuş içermiyor yaptığı. Kişiye münhasır bir tavır sergilenmekte. Mesela rahmetli sanatçımızla beraber kostüm ve makyaj bazında erkek sanatçılar feminen, kadın sanatçılarda maskülen bir kayma göstermiyor. Zeki Müren ve Bülent Ersoy’un nevi şahsına münhasır bir duruş sergiledikleri söylenebilir. Toplumumuzun bu iki isme ayrıcalıklı bir değer vermesi kontenjan tanımak anlamını taşır. Dolayısıyla marjinal kişiliklerdir.
Şu şekilde bir örnek de verebiliriz kanımca. Siyasi terminolojide radikal sağ ve sol akla gelebilir. Sağın ve solun merkezden uzaklaşan uç, köktenci eğilimlerini düşündürür derhal. Oysa bireysel değil kitlesel figürlerdir karşımızda olan yine. Ne radikal sağ dediğimizde ne de bunun sol versiyonunu kullandığımızda aykırı bir birey ya da davranış kalıbından bahsetmiyor bilakis sosyo politik bir kimlik ve kesimden söz etmiş oluyoruz.
Ancak radikal bir parti ya da eğilimin marjinal bir mensubundan söz edilebilir. Nedir bu? Bir biçimde içinde yer aldığı siyasi/düşünsel muhitin aykırı, asi çocuğu olmak misalidir. Alışılagelmiş töre ve davranışların dışında şeklinde tanımlanabilecek kişi söylem ve tavırlarıyla mensup olduğu dünya görüşünün anlatımını genişletmektedir. İslami, milliyetçi yahut sosyalist, feminist terminolojiye genişlik ve derinlik kazandırmak suretiyle tartışmalı bir kişilik halini almaktadır.
Bin dokuz yüz altmışların Fransız Komünist partisi ideoloğu Roger Garaudy aklıma gelmekte sözgelimi. Marxizm’i genel, evrensel düzlemde Marxist çevrelerden oldukça farklı çerçevede yorumlar; beraberinde söylemlerini Marx’a dayandırmak suretiyle partisel ve doktriner ana çatıdan bir şekilde ayrılmaz görünmektedir o dem. Ne zamana kadar resmi düzlemde kabul görür bu? Bin dokuz yüz yetmişte partisinden ihraç edilene kadar. Garaudy dikkate değer bir düşünür olmakla beraber Avrupa’nın en Stalinist çizgideki parti aygıtı bu dış merkezliliği taşıyamaz ve ilişkiler kopmayla nihayet bulacaktır son tahlilde. Demem o ki, radikal bir partinin marjinal mensubu idi Garaudy.
İdeolojik/politik yapılar bu tip evlatlarını mesafeli karşılayabilir. Marxist ideolojide “gözden geçirme, yeniden inceleme.” yahut “(bir öğretiyi) asıl doğrultusundan saptırma, yönünü değiştirme.” anlamlarında revizyon kelimesinden kaynaklanan revizyonist nitelendirmesi kanalıyla ötekileştirici, dışlayıcı mekanizmanın işlediği söylenebilir
Milliyetçilik, islamcılık gibi düşünsel/siyasal kulvarlarda da yaklaşımların bireysel, kollektif, dönemsel bir nitelik gösterip göstermediği önem arz edebilir.
Beri yandan mümin, kâfir gibi kavramlar asli olarak dinlerle ilgili görünse ve kullanılsa bile politik/ideolojik söylemlerinde mümin, kâfirleri vardır bir tür.
Oysa marjinal düşünce adamları düşünceyi, kültür ve sanat hayatını besleyici de olabilir. Entelektüel zeminleri, uygarlık tarihi formasyonları yabana atılmamalı kanaatimce.
Bizde bu tarz düşünce adamlarının başında Cemil Meriç gelir belki de. Bir devrin gelenek nosyonuna sahip ansiklopedik feylesofu zaman zaman tutarlı bir dünya görüşüne sahip olma noktasında tenkide uğrar. Bu eleştiriyi doğrulayan argümanlar da yok değil hani. Birbirine zıt düşünce ve kültür unsurlarının hepsine kredi tanıması hepsinden tat alabilmesi tutarlı bulunmasını müşküllü kılabilir de. Ne ki, gençlik evresinde ve hatta orta yaşa kadar daha doktriner bakarken zaman zıddiyet ve farklılıklara artan biçimde açılım yapan birini karşımıza çıkartacaktır. Kırılım noktası önem arz etmekte. İki gözünü birden yitirmesi giderek gönül gözünü mü açar acaba?
“Fark ettiniz mi, otomobil kullanırken, sizden yavaş giden herkes aptal, sizden hızlı giden herkes de manyaktır.” diyen zat-ı muhterem konuyu çoklarından iyi kavramakta zannımca.
Mesela aşırı sağ/sol kavramlaştırmasında da bu yanılgı kendini gösterir. Öyle ya, neye göre aşırı? Sizden daha ılımlı milliyetçi biri milliyetçiliğin yüz karası daha radikal milliyetçi olansa fanatik olmak/sayılmak zorunda mı? Her iki halde de sizin görmediğiniz bazı hususları görüyor da olamaz mı?
Sözün özü, problemin derinliğini belirleyen insan denen varlığın değişen düzeylerde kendi benliğiyle kuşatılmış olması. Hani derim ki, çelik bir korse misali benliğimizi ruhumuza giydirmiş olmamızda yatıyor sorunun kaynağı çok defa.
L.T.