3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1313
Okunma

Oduncuyla yılan hikâyesi meşhurdur. Hani oduncu ormanda kesim yaptığı esnada aniden karşısında beliren bir yılanı tam öldürecekken hayvanın yalvaran bakışlarına dayanamaz ve bağışlar canını. O günden sonra da hikâye bu ya, yılanla oduncu dost olurlar. Hatta yılan ben bu iyiliğin altında kalmam diyerek oduncuya hergün bir altın getireceği yönünde söz verir. Tabi tutarda bu sözünü. Oduncunun evi bir şenlenir ki sormayın, bir bolluk bir bereket artık gırla gidecektir.
Ne ki, günün birinde oduncumuz rahatsızlanır ve altınını almaya ormana gidemez. O günde durumu anlatmak suretiyle oğlunu gönderir. Oğul önce inanmaz ama babasını dinler ve yılanda adama altın mı verir, halla halla hallaaaa diye diye ormanın yolunu tutar. Ne var ki söz doğrudur ve yılan kendini tanıtan delikanlıya altını verir. Sevinen oğul hırslanır da birden. Kim bilir çukur altın doludur diye düşünerek fesatlanır ve yılanı öldürmek üzere hamle yapar. Ancak ıska geçer ve hayvanın kuyruğunu kopartır. Yılanda ani bi hamleyle can acısına kapılarak oğlanı sokar, öldürür.
Akşam olupta evladı dönmeyen baba hele ne oldu yahu diyerek ormana gittiğinde cansız bir bedenle karşılaşır. Tabi çok üzülmekle beraber oğlunun kabahatli olduğunu anlar, ki yılanın kuyruğunun olmaması da teyit etmez mi bu durumu? Nihayet senin kabahatin yok yılan kardeş belli bu, yine dost kalalım dese de, beriki manidar bir yanıt verecektir kendisine acı acı başını sallayarak. “Geç babam, bende bu kuyruk acısı sende bu evlat acısı oldukça dost olabilir miyiz hiç biz?”
Evet, son dönemlerin popüler konu başlıklarından biri de daha çok kimi aydın çevrelerde karşılığını bulan Türk/Yunan dostluğu ya da kardeşliği bahsi olmalı. Bana ilginç gelen bir husus aynı başlığın diğer komşularımız üzerinden atılmadığı noktasındadır. Öyle ya, ülkeler arası düzlemde Türk Bulgar/Rus/Ermeni dostluğu kardeşliği vs. kavramlaştırmalara bilmem ki rastlayan var mıdır?
Şöyle ki, Türk/Yunan dostluğu üzerinden böyle bir kardeş halklar bahsi, politikacılar olmasa her iki toplum buna hazır aslında gibi söylemlerin gerçekliği var mıdır? Sırf komşuluk, aynı coğrafyayı paylaşmak bazında hissi bir cereyan mıdır? Yahut Yunan uygarlığın beşiğidir propogandasına koşut olarak kimi mahfiller tarafından pompalanan kültür emperyalizmi çerçeveli bir etkileşim ağı mıdır? Yoksa salt bir romantizm, aldatıcı bir romantizm rüzgârında hazan yaprakları misali savrulup gidiyor muyuz oradan oraya?
Sözgelimi tarihsel argümanlar bu tarz söylemleri doğruluyor mu? Elbette birbiriyle komşu olan ülkeler arasında aynı coğrafyayı paylaşmanın getirdiği sürtüşme, zıddiyet, ihtilaf noktaları bir realitedir. Bizim komşu olmadığımız uzak diyarlardaki ülkelerinde birbirleriyle siyasi, askeri problemleri yok mudur acaba?
Ne var ki, bu gerçekçilik noktası gerçekliği ortadan kaldırmayacaktır. Devletler arasında elbette politik dostluk tesis edilebilir, edildiği de kuşkusuzdur. İktisadi, ticari, kültürel, askeri alanlarda türlü işbirliği ülkeler arası ilişkilerde kendini göstermektedir her dem. Hatta kimi zaman asırlar boyu aynı coğrafyanın, toprağın paylaşılmasına dayalı komşuluk bağları kurulması, ortak bir kültürel geçmişin izleri topluluk ve toplumları bulabilir de. Demem o ki, Rumların Anadolu, İstanbul ve Trakya’da ki yüz yıllara hatta bin yıllara dayalı mevcudiyetleri ve dahi biz Türklerle münasebetleri her türlü münasebetsiz itirazı silip süpürecek cinsten değil midir?
Ne çare ki, çok toz kaldıracak cinstendir konu. Mesela neden iki tarafında kendi bünyesinde duyumsadığı ihtilaf, çatışma ve hatta daha derinlerde kör kuyu gibi işleyen ve tarafların yakasını bırakmayan bir nefret eğilimi vardır? Yok be kardeşim yalan o, bakmayın öyle diyenlere siz! Hep politikacılar sebep oluyor, yoksa ne olacak başka denildiği, denilebildiği kadar basit midir mevzu acaba? Ya da üstte arz ettiğim çok bildik hikâye mübalağa mı uyandırır gönlümüzde ve zihnimizde?
-DEVAM EDECEK-
L.T.