Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
sami biberoğulları
sami biberoğulları

BİR YASAK KİTABIN ÖYKÜSÜ...

Yorum

BİR YASAK KİTABIN ÖYKÜSÜ...

4

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

1359

Okunma

BİR YASAK KİTABIN ÖYKÜSÜ...


Matbaanın 1452 yılında ilk kez bu günkü Almanya’da Jan Gutenberg tarafından kullanıldığını, Osmanlı Devletinde de 1500 lü yıllarda gayrimüslimlerin matbaa kurarak gazete ve dergilerini bastıklarını ancak Türk ve Müslüman olanların matbaa kurmak ve işletmek hususunda 1730 yılına kadar beklediklerini, 1730 yılında Said Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk Matbaasının kurulduğunu, ancak şeyhülislam fetvası ile kurulan matbaada önceleri dini nitelikli eserlerin basılmasının yasak olduğunu ve ilk basılan eserin Vankulu Lügati adındaki bir sözlük olduğunu okullarda okuduğumuz tarih derslerinden iyi kötü biliriz. Peki Türk milleti olarak matbaayı kullanmaya başladıktan sonra ilk yasaklanan kitabın hangisi olduğunu ve niçin yasaklandığını merak eden var mı? Varsa işte o sorunun cevabı.

Matbaayı kullanmaya başladıktan sonra basılan kitaplar içinde ilk yasaklanan kitabın yazarı Sümbülzade Vehbi Efendi’dir.

Sümbülzade Vehbi Efendi deyince sanırım edebiyatla çok ilgili olan arkadaşların yüzlerinde sinsi bir tebessüm belirmiştir. Zira ona ait oldukça müstehcen bir şiir vardır ki edebiyat dünyasında ’Rücu’ denen söz sanatına gösterilebilecek en muazzam örnektir.

Aslında rücu uzunca bir şiirin en son dizesinde yukarıda söylediklerinin tamamından dönmektir . Bu yönüyle bakıldığında Sümbülzade Vehbi’nin Rücusu oldukça farklıdır zira Onun beyitler halinde yazdığı rücusunda her beyitin ilk mısraında insanın yüzünü kızartacak kadar porno ifadeler yer alırken ikinci mısraında görürüz ki anlam çok farklıdır. Hatta bu rücunun bir hikayesi de vardır.

1718 de Kahramanmaraş’da doğup 1809 da İstanbul’da ölen Sümbülzade Vehbi demek oluyor ki Osmanlı Padişahlarından I. Mahmut, III.Osman, III. Mustafa, I. Abdülhamit , III. Selim , IV. Mustafa ve son olarak II. Mahmut Dönemlerinde yaşamış bir insandır.

Bahsi geçen ve bizlerin Rücu olarak bildiğimiz o meşhur şiirini de tahmini olarak III. Selim döneminde yazmıştır.

Rivayete göre padişah, Sümbülzade Vehbi Efendi’ye ’ Bana öyle bir şiir yaz ki beyitin ilk mısraını okuyunca cellat diye bağırayım, ikinci mısraını okuyunca sana bir kese altın vereyim’ der. Bunun üzerine Sümbülzade Vehbi Efendi başlar yazmaya: ( Aslında Padişah III. Selim oldukça zarif, şair ruhlu bir insandır. Böyle bir isteği ona pek de yakıştıraram ben.)

Son dizesini yazayım, daha öncekileri siz tahmin edin. Merak eden de google dan bulabilir.

Son dize şöyledir:


Sen her gece gelesin ben Vehbi’ye veresin.
Esselamü aleyküm, aleyküm selam.

Sümbülzade Vehbi dediğimiz zaman akla gelen ilk şey işte bu dehşet şiir olmakla birlikte asıl görevi kadılık olan Sümbülzade Vehbi’nin daha pek çok eseri vardır ki bunlardan en bilinenleri Tuhfe-i Vehbî, Divan, Lütfiyye-i Vehbi, Nuhbe-i Vehbi, Şevk Engiz ve Münşeat adlarını taşır.

Divanı 5732 Beyitten oluşur ve Sünbilistan olarak da bilinir.

İşte bu eserler içinde 770 beyitlik ve münazara tarzında yazılmış olan Şevk Engiz adlı eseri Türk Tarihinde yasaklanmış olan ilk basılı eser olma özelliğini taşır.

1789-1797 yılları arasında bir tarihte yazılmış olduğu tahmin edilen Şevk Engiz oldukça ilginçtir. Günümüzde bile oldukça marijinal karşılanabilecek bir eserdir. Zira eserde bir zenpare ( Zampara, kadın-kız düşkünü) ile bir mahbubperest ( Oğlan düşkünü ) arasında kadının mı yoksa oğlanın mı daha güzel olduğu, hangisiyle aşkın ( daha doğrusu seksin ) daha haz verdiği üzerine bir münazara vardır. Ancak daha da ilginci böyle bir münazarının sonunda varılan ortak noktanın ilahi aşk olmasıdır.

770 Beyitlik eser işte bu münazara eden iki iki kişinin tanıtımıyla başlar. Şöyle ki:


nakl eder bir sühan-ārā-yı cihān
pir-i şūride-dil-i tāze-beyān

der ki var idi iki ehl-i fücūr
şehr-i İstanbul içinde meşhūr

birisi sırmalı zen-pāre idi
biri gök gözlü ġulām-pāre idi

ikisi biri birinden rüsvā
iki şeytān idiler recme sezā

her biri māhir idi kārında
šan’at-ı mefsedet-āŝārında

kullanıp kārların gündeliğe
işemezdi ikisi bir deliğe

Sonrasında neler vardır neler...Mesela:

....bir żiyāfetde bulunsaydı gidi
yediği cümle kadınbūdu idi

....olsa da çatlıyacak mestāne
mezesin eyler idi kestāne

....tāzeniñ öpmeden evvel yedini
būs ederdi odada makadını

....görse bir tāze fidan-veş hūb-rū
derdi virmez mi aceb şeftālū

....nice yerlerde kazık kakmışıdı
yani çok dünbelere çakmışıdı

....koyuna gel kuzucuġum der idi.
söğüşünden ţoya ţoya yer idi

Zenpare ile Mahbupperestin tanıtımları yapıldıktan sonra her ikisi de kendi düşüncesini savunmak için bir sürü sözler sarfederler. Tabii ki porno adeta zirveye varmıştır bu kısımda. Yani edebiyat demek ille de edep demek değildir Sübülzade Vehbi’ye göre. Yer yer imalarla devam etse de günümüzde bile yazmaktan çekineceğimiz mısraları o rahatlıkla yazar.

Ancak 770 Beyitlik bu eserin sonlarına doğru zenpare de mahbubperest de bir sonuca varamazlar ve şöy bir karar alırlar:


bir azizi edelim bāri hakem
ne ise hükmü tutulsun muhkem

bi’t-terāżi edecek basţ-ı makāl
belki ol eyleye hall-i işgāl

lik ammā ki o muhtār-ı aziz
ola yüz iffet ü šāhib-perhiz
v
aidetinde otura halvetde
gözü ne tāzede ne avretde

Bu karardan sonra her ikisinin de hakem tayin edecekleri şahsın bir evliya olmasına karar verilir. Bu evliyanın gözü de ne kadında kızda ne de oğlanda olmamalı ki tarafsızca karar versin.

Peki böyle biri var mıdır? Eserde var olduğunu görüyoruz.


yani mānend-i cenāb-ı Moravi
evliyā zümresiniñ pişrevi

Moralı diye bilinen bir evliya...( Moralı Seyyid Ali Efendi...Aynı zamanda Osmanlı Devleti’in Fransa’ya gönderdiği ilk daimi elçi.) Onun özellikleri de beyitler halinde anlatılır. Beyitleri uzun uzun buraya almasam da şu beyit sanırım Moralı Evliyayı tanıtmaya yeter.

zurefādan idi ehl-i dil idi
kāmil insan diyecek kāmil idi...

Bu iki günahkar kul ( yani kadın düşünü ve oğlan düşkünü) sanki çok normal bir konuda fikir danışıyorlarmış gibi evliyanın huzuruna varırlar ve derler ki:


beli küstahlık ammā sözümüz
yok hużūruñda egerçi yüzümüz

biliriz çünkü hakikatde veli
kim erenlerde olur afv-ı celi

bizi kıldı o ümid-i mebrūr
hāzır-ı šavma aziz-i hużūr

iki gümrāhız eyā ehl-i reşād
bizi kokıl šavb-ı šavāba irşād

keşf edip müşkilimiz şād eyle
hıżr-veş gel yetiş imdād eyle

Evliya Moralızade bu iki kişiye ’ müşkiliniz nedir? ’ diye sorar. Sonra?

bu-muhābā o edebsiz gidiler
kavl-i bāţıllarını söylediler.

Yani eserin aşağı yukarı 650. beyitine kadar bu iki günahkarın fiilleri ballandıra ballandıra anlatılır ama daha sonra yukarıdaki beyitte olduğu gibi her ikisine de edepsiz denir Sümbülzade Vehbi tarafından. Edepsizlerin tüm edepsizliklerini, en ince teferruatına kadar anlatan da o dur, yapılanların edepsizlik olduğunu söyleyen de o.

Her neyse...

Evliya bu edepsizlerin daha ağızlarını açtıkları anda dertlerinin ne olduğunu, neyin münakaşasını yaptıklarını ve kendisini nasıl bir şeye hakem yapmak istediklerini anlar ve döşenir her ikisine de.

hālet-i vecde gelip hū diyerek
hāy şaşkın bu nedir bu diyerek

cūş edip cezbe ile eşk-i teri
ţās-ı pür-hūna dönüp dideleri

dedi ey yolsuz olan ehl-i fücūr
başa çıkmaz bu reh-i dūr-ā-dūr

rāh-ı aşka bu mudur doġru sebil
ki sebilini eder söz tehbil

aybdır şehvete meyl ü niyyet
ki odur hašlet-i hayvāniyyet

böyle dünyāda edenler tuġyān
olamaz vāšıl-ı hūr u ġılmān

bir pul etmez sözüñüz hep kāsid
ikiñiz birbirinizden fāsid

fikriñiz vesvese-i şeyţāni
zikriñiz daġdaġa-i nefsāni

nefs-i emmāreye uymak ne hatā
heb onuñdur bu emārāt-ı hevā

böyle pirāne našihāt ederek
semt-i irşāda bu yoldan giderek

döndü zen-pāreye bakdı pek pek
dedi ey eski kavak telli bebek

kār edip mel’anet-i vesvāsı
keşf edersiñ averāt-ı nāsı

ba’żı zen kaçmasa da ādemden
sen kaçır nefsiñi nā-mahremden

akl-ı nākıšları iġfāl itme
öyle şeyţān gibi iżlāl itme

ehl-i ırżı çıkaranlar başdan
başların kurtaramazlar ţaşdan

haddini bilse cezāsı ne cezā
olur iblis gibi recme sezā

etme bu yolda fedā mā-meleği
hāšıl eyle melekāt-ı meleği

kimyā-yı ilmi de bilse farażā
mümkün olmaz yine zānide ġınā

derd-i nisvān ile olma ġam-gin
āhir-i kār olursuñ miskin

harem-i ġayra nazar ayn-ı haram
bak helāl[e] zen ise ašl-ı merām

etdi zen-pāreye çün böyle itāb
döndü hem muġlime de kıldı hitāb

dedi ey mel’abe-ārā-yı fesād
ne oyunsuñ bilirim hey berbād

yeter aldatma yeter eţfāli
hācı yatmazla edip iġfāli

nice bir pir ü rū-yı nefs-i habiŝ
pāk-i ma’šūmı edersiñ telviŝ

ţıfl-ı mahcūbuñ açarsıñ gözünü
getirirsiñ yere hayfā yüzünü

ne revādır düşünüp nice hayāl
kār-ı nā-pākiñ ola sū’-i amel

mel’anetler edesiñ oġlana
šoñra uydum diyesiñ şeyţāna

ameliñ öyle olunca herze
arş-ı rahmāna verirsiñ lerze

ben ne hācet edeyim şerh ü beyān
hubh-ı ašlisi iken ayn-ı ıyān

zir ü bālāsını eyler imān
ma’ni-i aleyhā sā felehā

makbulān kārı değildir ol kār
onda der-kārdır elbet idbār

ol nazar-bāz-ı cemāl-i mahbūb
çār-mıh etme šakın ey menkūb

evvelā gerçi mu’āteb kıldı
šoñra rıfk ile muhāţab kıldı

darılıp etmiş iken levm ü itāb
yine müşkillerine verdi cevāb

Sonra aşkın ne olduğunu anlatır evliya Moralızade..
.

dediğim fehm edesüz ey yārān
edeyim müşkülüñüz bāri beyān

hüsn-i hūbāna ger olsuñ müştāk
pāk-siretde gerekdir uşşāk

aşkdır māide-i rūhāni
ki anıñ lezzetidir vicdāni

aşkdır nūr-ı tecelli-iclāl
rūy-ı hūbānda eder arż-ı cemāl

sen de ol nūruñ olup hayrānı
nazar-ı pāk ile kıl seyrānı

mazhar ol aşk-ı šafā ayına
rūh-ı cānāndır oña āyine

ādemiñ añla nedir šūretini
šāni’iñ fehm edesiñ kudretini

eyle dikkatle aña imānı
seyr edip andaki hüsn ü ānı

o kalem gibi keşide kāşı
nice çekmiş göresiñ nakkāşı

aşkdır defter-i hüsnüñ varakı
haţţ-ı hūbāndır anıñ her sebakı

haller ol varaka dökdü nukaţ
yokdur onda bilesiñ harf-i ġalaţ

sen hemān ţoġrı oku etme hatā
hoş yazılmış varak-ı mihr ü vefā

zülf-i cānāneye kim olmaz esir
o eder şāhları der-zencir

zendedir tābābed-i āşık olan
can fedā eylemede šādık olan

aşkdır nām veren uşşāka
çıkarır şehr-i teni āfāka

nice āŝarda Kays u Ferhād
olunur şimdiye dek hayrıla yād

belki şöhret vere hayvāna dahı
añılur bülbül ü pervāne dahı

bi-alāka olamaz aşk-ı mecāz
baġlanur silk-i hakikatle o rāz

aşk-ı hāliš gibi iksir olmaz
māyesi kābil-i taġyir olmaz

kalpazanlıkla eder çok bi-hūş
kalp akçe gibi kalbin maġşūş

ţoġrı rāhı şaşıran divāne
eremez vašla düşer yābāne

mā-hašal olmayacak nā-pāki
āşık-ı pākiñ olur mu bāki

zende mümkün beli tahsil-i -helāl
tāzeniñ zevki kuru seyr-i cemāl

lik mahbūb vü gerek mahbūbe
sāliki vāšıl eder maţlūba

aşk-ı pākize olur her yerde
yani hem tāzede hem duhterde

arada olmaz ise fil-i şeni
āşıkıñ kubhu olur hüsn-i sani

böyledir aşk-ı mecāzi deresi
ki iki güzeli olur kanţarası

bir gözü duhter-i nāzikterdir
biri de tāze-i şevk-āverdir

ikisinde dahı yok bim ü haţer
kūy-ı aşka ikidir rāh-ı güzer

ikisinden de geçer ġayret eden
ţoġrıca rāh-ı hakikiye giden

ikisi de eŝer-i šun-ı hekim
her biri mazhar-ı hüsn-i takvim

seyle gitme çıkagör ol dereden
uġurup geç o iki kantaradan

yani girdāb-ı günāha ţalma
ha’r-ı deryā-yı belāda kalma

fıskıñ envā’ı mülevveŝ çirk-āb
Rahim-Allāh li-men ţāb u ţāb

Evliya Moralızade’nin bu nasihatlarından sonra ne olduğunu da söyle dile getirir Sümbülzade Vehbi:

nuţk edip böyle o pir-i āgāh
eyledi anları pür-nāle vü āh

her biri vallahi hayrān oldu
etdiği kāra peşimān oldu

nefesi böyle edince tesir
bunlara tövbe verip hażret-i pir

eyleyip rehberi-i rāh-ı reşād
kıldı tašvib-i ševāba irşād

ţarik fāsidi kıldı āgāh
bildiler n’idigini gittikleri rāh

bu iki müfsidi etdi ıšlāh
eyleyip her birini ehl-i šalāh

sālik-i rāh-ı hakikat kıldı
šanasıñ hıżr idi himmet kıldı

içirip nuţkı ile āb-ı hayāt
edicek def-i zalām-ı zulmāt

edip anlar dahı şeyhe bi’at
tayb u tāhir çıkıp etdi avdet

aġlayıp eyleyerek sineyi çāk
oldular hāšılı pāk-ender-pāk

ne kadar var ise de cürm ü kušūr
afv eder tayyibi ol rabb-i ġafūr

diyelim biz de haţāya tevbe
laġv-ı bihūde edāya tevbe

kıššadan hišše meÿālinde hemān
edip eğlenme gibi basţ ü beyān

Ve son olarak eseri Manisa’da yazdığından bahsedip okunması ve okuyanların ’ Ne güzel nazım’ demeleri dilekleriyle noktalar.

yazdı Vehbi bunu Maġnisā’da
lafz-ı bi-rābıta ma’nāsı da

yine ammā okudukca zürefā
gülerek eyleyerek kesb-i šafā

belki derler ne güzel nazm-ı laţif
yazmış ol pir-i civān-tab-ı zarif

lafz u ma’nāsı aceb zevk-āmiz
nāmı olsa yakışur Şevk-engiz.

Ašma altında 38 numarada Ali Rıża Efendi Maţbaasında
tab olundı.
Fi 5 Ramazan 1286 sene

Ancak...Sümbülzade Vehbi Efendi bu eserini zarif insanların okuyup ’ Ne güzel nazım.’ diye öveceklerini umarken bu eser Türk edebiyatının yasaklanan ilk basılı eseri olmuştur.

Kaynak: [BAHADIR SÜRELLİ---XVIII. YÜZYIL OSMANLI ŞİİRİNDE DEĞİŞİM VE SÜNBÜLZÂDE VEHBÎ’NIN ŞEVK-ENGÎZ’İ ( Yüksek Lisans Tezi ) ]

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Bir yasak kitabın öyküsü... Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Bir yasak kitabın öyküsü... yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
BİR YASAK KİTABIN ÖYKÜSÜ... yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz, @aynurengindeniz
3.5.2017 17:27:10
Hocam vallahi ne demem gerektiğini bilemedim. Yani yazıyı okudum. Cidden kaldım öyle. Katoliklerdeki durumu da yaz da bir bir olsun nolur.
Sevgiler saygılar.
Vedat Keleş
Vedat Keleş, @vedatkeles1
3.5.2017 17:05:44
Sümbülzade Vehbi’nin Rücusu oldukça popüler. Tabii onu bu kadar bilinir yapan kösnüyü(esasında bunun adı çiftleşme isteğidir ama böyle yazılınca daha edebi ve edepli duruyor) şiir içerisine ustaca yedirmesi değil sadece. Bu beyitleri yaşadığı dönemin koşulları içerisinde cesaretle yazabilmiş olması da şairi günümüzde ilgi odağı yapıyor. Yazınızı okuyanlarda şöyle bir algı oluşması muhtemel: “Osmanlı’da bir kitabın yasaklanıyor olması olağan da oğlancılığın kitaplaştırılacak kadar yaygınlaşması olağan dışı...” Günümüz Türkiye’sini marjinal, Osmanlı’yı ise mutedil kabul edenler için, ‘Şevk Engiz’ de bahsi geçen konuyu anlayabilmek hayli güç. Ancak biraz araştırıldığında Osmanlı’da eşcinselliğin sadece bireysel değil kamusal alanda da yaygın olduğu görülecektir.. Hamamlardaki mahbuplar, yeniçeri ocağındaki civelekler, haremdeki ağalar... Elbette aristokrasi ya da saray ‘oğlancılığı’ ile avam ‘oğlancılığı’ arasında yaygınlık, şekil ve işleyiş olarak farklılıklar vardır. Bunun tespiti tarihçilerin görevi.

Eşcinsellik, oğlancılık, ibnelik...adı her ne ise 1858 yılında Tanzimat fermanıyla suç olmaktan çıkarılmış. O yıllarda pek çok Avrupa ülkesinde hala yasakken üstelik. Homofobik davranıp bununla dalga geçiyor değilim, yanlış anlaşılmasın. Aksine dönem itibariyle çok ileri ve doğru bir karar olarak görüyorum. Yazının hayli dışına çıktım farkındayım. Aff ola. Güzeldi yazınız. Yeni şeyler öğrenmenin zihindeki tadı farklı. Bu tadı bonkörce verdiğiniz için teşekkürler.

Selamlar.
Den(iz)
Den(iz), @den-iz
3.5.2017 10:15:56
Değerli hocam vallahi küçük dilimi yuttum :))) . Vay arkadaş birde şiirde iki laf ettik diye çok ayıp falan diyorlar. Bence bir yalnışın yalnış olduğunu göstermek için gayet mantıklı bir yol seçilmiş. Hiç bilmediğim bir konuyu yine sayenizde öğrenmiş bulunuyorum. Teşekkürler.

Sevgilerimle...
sa
sabri ayçiçek, @sabriaycicek
3.5.2017 00:44:13
İyi geceler...Sami Hocam,o "muzır "şiiri burada tarihçi arkadaşımız o kadar güzel okumaktadır ki...Sık sık tekrar eder,daha doğrusu biz isteriz,o okur.Ancak şu satırların da Sümbülzade Vehbi'ye ait olduğunu bir yerlerde okumuştum."Eyleme zamanı zayi,deme kış,yaz;oku yaz!"
Konu güzeldi.Biraz ben de çalıştım bu konuya...Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi'nin fetvası da,Kont De Marsigli'nin İstanbulda tanık olduğu "eyleme" kadar da dağarcığımdadır.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL