8
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1437
Okunma

Normal şartlarda siyasi anlayışım ve dünya görüşüm yasakçı ve dayatmacı zihniyetleri dışlamak üzere şekillenmiştir. Yalan olmamak kaydı ile, en aykırı görüşlerin dahi özgürce söylenmesini savunmuşumdur. Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün istismarı söz konusu olunca işin rengi değişir.
Dünyanın hiçbir ülkesinin kurucu liderleri o ülkenin iç siyasetine bizdeki kadar müdahil edilmemiştir. Belki de hiç edilmemiştir. En azından geçmişten günümüze iş seyahatleri için yurt dışına çıktığımda tesadüfen denk geldiğim ülkelerin seçim dönemlerinin propaganda sürecinde,kurucu liderleri üzerinden söylem geliştirdiklerine hiç tanık olmadım. Gözlemleyebildiğim kadarıyla seçim meydanlarında balonlar, ülke bayrakları ve parti flamaları vs gibi sembollerin dışında başka bir simge yoktu. Kendilerince bunun bir çok gerekçesi ve nedeni vardır elbette. Muhtemelen kurucu liderlerinin adını siyasete alet etmeyi öncelikle ahlaksızca görüp etik bulmuyorlardır. Ve sonrasında da büyük ihtimalle böyle bir şey yapmalarını gerektirecek bir kompleksleri yoktur.
Aslında geçmişte bizde de öyleydi.Seksen öncesinde o dönemin tüm karmaşasına rağmen Atatürk’ün manevi şahsiyeti günümüzdeki kadar siyasete müdahil edilmezdi. Geçmişteki siyasi mitinglerin, İnternet deki görüntülerine bakıldığında da görülecektir. Meydanlarda Türk bayrakları, parti flamaları ve siyasi simgelerden başka bir unsur olmazdı. O dönemin insanları Atatürk’ü sevmedikleri için mi Atanın posterleri meydanlarda yer almazdı? Değil tabi ki, o zaman Atatürk üzerinden siyaset yapma alışkanlığı ve bayağılığı günümüz düzeyin de değildi de ondan. En azından insanların aklına öyle bir seviyesizlik gelmiyordu.
Ne zamana kadar?!’’ Gizli ve gizemli siyonist yapıların organize ettiği ideolojik çatışmaları sonlandırıp yeni ve yeniden çatışma koşullarını oluşturmak için emir erleri kenan evren ve çete üyesi arkadaşlarına yaptırdıkları 80 darbesine ve sonrasında da bu ülkede sistemli ve planlı bir şekilde Atatürk yandaşlığını ve karşıtlığını oluşturma çabalarına kadar!’’
Cuntacılar, Atatürkçülük adına sağcı ya da solcu tam bağımsız Türkiye idealleri olan insanları siyasi fikirlerinden dolayı suçlu suçsuz demeden hapislere atıp işkenceden geçirip adeta Atatürk’ü bir sopa gibi toplumda baskı unsuru olarak kullanıyorlardı.
Sonrasında da emperyalist güçlerden aldıkları emir gereği darbeciler toplumda laik, antilaik söylemler geliştirip, ülkeyi yeni bir çatışma ortamına hazırlıyorlardı.
Bunun içinde işe öncelikle, toplumda belli bir saygınlığı ve popülaritesi olan Atatürk’ün saygınlığını tahrip ederek başladılar. Öyle ki, kahvehanelerden kumarhanelere, meyhanelerden, kerhanelere kadar uygunsuz olan her yeri Atatürk’ün posterleri, büstleri ve heykelleriyle donattılar. Yani geçmişte seçim meydanlarında bile pek fazla resmi olmayan Atatürk’ün resimleri, büstleri artık umumi tuvaletlerde bile görülür olmuştu. Dolayısıyla da her seviyeden insanın alay konusu haline getirilmişti. Bilinçli ve sistemli olarak Atatürk’ün manevi şahsiyeti istismar edilmişti.
Cuntacıların Atatürk üzerinden uyguladıkları siyasi baskılar, toplumun kültürel ve dini hassasiyetleri üzerinden de devam etmişti. Örneğin; %98 i Müslüman olan ve bu doğrultuda değer yargılarını geliştirmiş toplumda basın yoluyla asparagas haberlerden oluşan pornografik ve müstehcen fotoğrafların olduğu günaydın,şey,tan vs gibi bulvar gazetelerinin yayınları öne çıkartılıyordu.
Hatırladığım ve hafızamda yer etmiş (muhtemelen bir porno filminin sahnesinden alınmış)
böyle bir haberin fotomontaj resimde‘’yatağa anadan üryan uzanmış sözde turist kadının resmi ve o resmin altında şöyle bir yazı vardı; Ben Türk erkeklerini ne kadar yakışıklı olduğunu Atatürk’ün resmini görünce öğrendim. Devamındaysa halen bakireyim elime erkek eli değmedi haşin erkekleri bekliyorum türünden saçma sapan sözlerle yazı devam ediyordu.
Bir taraftan toplumun kültürel değerleri bu tür maskaralıklarla asimle edilirken bir taraftan da iltica ve gericilik söylemleriyle muhafazakar kesimlere aleni baskı uygulanıyordu. Örneğin;Başı örtülü nineler, anneler ilticacı olmakla yaftalanıyor, çocuklarının ya da torunlarının yemin törenlerini bile izlemesine müsaade edilmiyordu.Tören alanına alınmaları yasaklanıp ne yazık ki, çocuklarının yemin törenlerini yüzlerce metre mesafeden ve tel örgülerin arasından seyretmek zorunda bırakılıyordu.
İlerleyen süreçte cuntacıların her alanda topluma uyguladıkları despotik baskının dozu giderek artıyordu. Bu durumundan kendilerine vazife çıkaran siyonizmin sivil uzantıları ve cuntacıların postal yalayıcıları sözde aydın,akademisyen meczup güruhlar da boş durmamış fırsat bu fırsat deyip, milletin dini hassasiyetlerini bilerek ve isteyerek tahrik edip kışkırtmak amacıyla Atatürk’ü din düşmanı gibi göstermişlerdi. Sadece dini inançları gereği başını örten kız öğrenciler ideolojik suçlamalarla üniversitelere alınmayıp, sürekli bir şeriat tehlikesi kamuoyuna empoze ediliyordu.
Bu meczupların provokasyonları kültürel alanda da tüm hızıyla sürüyordu. Semahtan ezana, sanat müziğinden türkülerine ve ozanlarına kadar bu ülkenin yüzlerce yıllık folklorik kültürünü asimle edip bu millete kilise kültüründen doğmuş opera ve aryaları dayatıp bu ülkenin kültürü haline getirmeye çalışmışlardı. (müziğin evrenselliğine inanan fakat türkü tutkunu biri olarak opera ve arya dinlemeyi seven dostlara saygım bakidir.) opera ve arya vurgusu ( Atatürk üzerinden yapılan kültürel asimilasyonu tanımlamak içindi.)
Bu duruma sessiz kalmayan sağcı ya da solcu akademisyenler de su dan sebeplerle üniversitelerden atılıyor ve hatta devlet memur olma hakları bile ellerinden alınıyordu.
Atatürkçülük adına Atatürk’ün milletin gözündeki, saygınlığını yok etmek için sistemli bir şekilde ellerinden ne geliyorsa çekinmeden yapıyorlardı.
Bunlarla da yetinilmiyor Atanın ululuğu ve yaratma kudreti gibi (dinsel) temalar içeren tanımlamalarla toplumun din ölçekli kutsal değerlerinin üzerine çıkarıp sapık ve sapkın söylemlerle insanların sinir uçlarına dokanıyorlardı.
Bu sistemli uygulamaları yaparken bir yandan da el altından kendilerinin kurguladığı dini cemaatler destekleniyor ve siyasal anlamda bölücü örgütlerin gelişimlerine göz yumuluyor hatta lojistik destek sağlanıyordu. Örneğin; Apocular adıyla bilinen pkk, dhkp-c ve fetöçü yapılanma gibi cemaatlerle dirsek temasında oluyorlardı. Böyle olmalarının nedeni ileride iç savaş çıkaracak ve çatışacak kesimleri oluşturmaktı.
Şu ana kadar iç savaş çıkaramasalar da istedikleri olmuş toplumun bazı kesimleri radikalleşmiş ve etki tepki yansımasının sonucu olarakta laiklik karşıtı fanatik kesimler oluşmuştu. Artık sosyal medyada ve gündelik hayatta Atatürk karşıtlarının sözleri ve faaliyetleri de öne çıkar olmuştu. Öyle ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi şahsiyeti ve devlet adamlığı ne yazık ki, hakaretlere varan düzeyde tartışma konusu haline getirilmişti. (Maalesef bu tür tartışmalar günümüzde de halende sürmektedir.)
Geçmişte yaşadığım trajikomik bir anekdotu olabildiğince kısaca özetleyerek devam edeceğim.
Bir avm’nin içerisinde yer alan kitap, filim ve müzik cd si satan marketi gezerken raflarda gözüme çarpan Atatürk’ü anlatan dört kitap olmuştu. Kitapları raftan alıp baktığımda ilginç bir durum dikkatimi çekmişti. İlginç olan şey bu kitaplar dan ikisinin yazarının yabancı olmasıydı. Buraya kadar bir anormallik yoktu. Yani aslında 1911 trablusgarp’tan başlayıp 1922 ye kadar süren ve Anadolu topraklarında sonlanan 12 yıl boyunca savaştıkları bir devletin liderine dönük övgü dolu sözlerin yer aldığı kitabı yazmaları ne kadar anormal değilse o kadar normaldi.
Osmanlının savaştığı o yıllar da birbiriyle müttefik olan ülkelerin tarihçi yazarlarının kaleme aldığı bu kitaplardan İngiliz tarihçinin kaleme aldığı kitabın sayfalarını çevirirken dikkatimi çeken bir bölüm oldu. O bölümde Atatürk’ün hilafeti kaldırması ve saltanatı sonlandırmasından övgüyle bahsedilmişti. (Padişahlarımıza yapılan küçümsemeleri es geçiyorum.) Gerçi o kitaplar da yazanlar yani Osmanlı devletinin aşağılanması zaten on yıllarca milli eğitimin tarih kitaplarında da bu millete okutulmuştu. Dolayısıyla aslında buraya kadar da bir tuhaflık yoktu.
İlgimi çeken ve ayak üstü göz gezdirdiğim hayalet süvari adlı kitabı daha detaylı okuyabilmek için satın almıştım. Nihayetinde kitabı okuduğumda içeriğinin bilindik şeylerden öte bir farklılığının olmadığını gördüm.
Bu anekdot da absürt ve trajikomik olan şey ise şuydu; O kitapta Atatürk’ün monarşiye son vermesinden hayranlıkla bahseden İngiliz tarihçi Ray Brock’un kendi ülkesinin halen monarşiyle yönetiliyor olmasıydı! Ne kadar enteresan değil mi?!’’Hem de öyle sembolik falan da değil, resmen hükumetlerin istifasını sunduğu ya da yeni kurulan hükumetin bakanlar kurulunu onaylayan siyasi ağırlığa sahip merci olarak!’’
Ara not: Bu kıyaslamadan monarşiyi destelemek gibi bir çıkarım yapmamak gerekir.
Absürtlüğün devamındaysa Hilafetle bugün bir buçuk milyar nüfusa ve zengin petrol yataklarına sahip Müslüman toplumlarının bayraktarlığını yapıyor olacakken Osmanlının hilafet bayrağını (Ayak oyunlarıyla) Bıraktırılmasından övgüyle söz eden ve Osmanlıdan boşalan İslam toplumlarındaki siyasi iradenin yerini, İngiliz yazarın kendi ülkesinin doldurması ve İslam topraklarına siyasal anlamda hükmedip ekonomik olarak sömürmüş olması ne tuhaf?!’’ Neticede kendi topraklarında bir damla petrol çıkmayan İngiltere’nin günümüzde dünyanın en büyük petrol şirketlerinin sahibi olması da oldukça trajikomik bir durumdu.
Önemli bir hususta,yıllarca despotizmle suçlanan Osmanlı Türk devleti 3 Kasım 1839’da sultan Abdülmecid’in Tanzimat Fermanı (hayırlı değişimler adıyla anılan ferman) ve 18 Şubat 1856’da Islahat Fermanı ile (yenilenme hareketleri) ve nihayetinde II.Abdülhamid ile 23 Aralık 1876 tarihinde (modernleşme hareketleri) neticesinde Meclis-i Mebusan (Parlamenterler Meclisi) ve (meclis-i umumi) ile de I.Meşrutiyet ve II.Meşrutiyet dönemlerinide içine alan yasama organını yani genel parlamentoyu oluşturmuştu.
Kısacası meclisi ve anayasası olan Osmanlı devleti zaten yarı monarşiyle yönetilmekteydi. Yani günümüzdeki İngiltere’den daha demokratik bir işleyişe sahipti. Çünkü 29 eylül 1808 II. Mahmut döneminden gelen kanun-i Esasi adıyla anılan resmi bir anayasası vardı.
Bu günün İngiltere’sinin bile halen bir anayasasının olmaması ve tamamen sarayın asırlık siyasi prensipleriyle yönetiliyor olması da işin ayrı bir tezatıydı.
Ne yazık ki, kendi tarihini bilmeyen ve şuursuzlaştırılan insanlar, kendi devletini inkar edip onun dönemini aşağıladığı sürece İngiliz yazar gibi yazarların Atatürk’ü övme bahanesiyle Osmanlı Türk devletini aşağılaması ve bu milleti kendi ceddine ve tarihine düşman ettirme çabaları aralıksız devam edecektir.
Bunun önlemek içinde yapılacak tek şey Atatürk’ü manevi şahsiyetinin kolayca suistimal edilmesinin önüne geçmek ve siyasi amaçla toplumun sinir uçlarına dokunmak için istismar edenlerin ağzından ve elinden Atatürk’ü alıp seksen öncesinde olduğu gibi yeniden milletin gönlüne yerleştirmektir.
Aksi halde, Atatürk’ün adını başta siyaset olmak üzere yerli yersiz her yerde kullanan ve kullanma alışkanlığından vazgeçemeyen kaplamalar yüzünden siyonist kesimlerin sırası geldiğinde kullanılmak üzere bir kenarda beklettikleri radikal kesimler, silahlanmaya ve Atatürkçülerin kafasını satırla ikiye ayırmanın antrenmanı yapmaya devam edeceklerdir.Üstelik genişleyerek daha da etkin hale gelecekleri kaçınılmaz bir gerçek olacaktır.
Osmanlıyı altı yüz yıl boyunca dünya siyasetinde etkin yapan düşünce sisteminde olduğu gibi; Akıllı milletler, geçmişten ders alıp,geleceği gelmeden görebilenlerdir.
Bu düşünce sistemine sahip olduğu için Türkler binlerce yıllık devlet geleneğine ve tecrübesine sahiptir. Ve dünya üzerinde bitirildi denildiği zaman kendi küllerinden yeniden doğmayı başarmış tek millettir.
Eğer kendi değerlerimize sahip çıkmaz isek 1071 den beri bu topraklarda Türk İslam varlığından rahatsız olan güruhların entrikalarına ve Anadoluyu Türklere açan yüce Hakan Alpaslan dan günümüze kadar gelen tarihi şahsiyetlerimizin aşağıladığı ve sinsice aramıza nifak sokulmaya çalışıldığı siyonizmin kitaplarını daha çok okuruz.
Serhat BİNGÖL 20/03/2017