4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1141
Okunma

1912 yılında başlayan Trablusgarp Savaşında ( Bu savaş İtalya ile yaptığımız bir savaştı .) İtalyanlar savaşın her türlü giderlerini Duyun-u Umumiyeden karşılamışlardı. Yani Türk tütünü, tuzu, ipeği, balığı, alkollü içeceklerinden vs elde edilen gelirin bir kısmı kurşun olarak Mehmetçiğe dönmüş, bir yerde Mehmetçik kendi ülkesinin ürünlerinden elde edilen gelirlerle öldürülmüştü.
İşte bu kadar kötü, bu kadar zalim ve acımasız, bu denli haysiyet kırıcı olan Duyun-u Umumiyenin olumlu yönleri de olduğundan bahsetmek elbette zordur. Hele de bunu kabul ettirebilmek iyiden iyiye zordur.
O halde şöyle yapalım: Duyun-u Umumiye idaresi kurulmasaydı ne olurdu?
Evet…1876 da Osmanlı Devleti ‘’ Borç ödeyebilecek durumda değiliz ‘’ Demiş ve alacaklılara bir yerde ‘’ Borç morç ödemiyoruz. Elinizden geleni ardınıza koymayın’’ Demişti.
Peki alacaklı devletler ‘’ Aman canım, düşündüğün şeye bak. Ödeyemiyorsan canın sağ olsun. Kafana takma. Ödemesen de olur’’ Derler miydi?
Gelin bu sorunun cevabına bakalım ki ‘’ Duyun-u Umumiyenin pek çok olumsuz taraflarına rağmen olumlu yönleri de vardı’’ şeklindeki bir önermeyi anlayabilelim.
1901 yılında Osmanlı Devleti birdenbire hiç beklemediği bir krizle karşı karşıya kaldı.
1876 Yılında Devlet Lorando ve Tibune adlı iki Fransız sarraftan borç almıştı. Ancak alınan bu borç her ne kadar devlet adına alınsa da herhangi bir yatırım için değil Sultan Abdülaziz’i tahttan indirmek için kullanılmıştı. Dolayısıyla da II. Abdülhamit’in böyle bir borçtan haberi yoktu. Zaman zaman borcun geri ödenmesi istenmişse de durum yine II. Abdülhamit’ten gizlenmişti.
1876 da alınan bu borç yirmi beş sene zarfında faizleriyle birlikte katlanmış oldukça büyük bir yekun tutmuştu ( Az sonra miktarını yazacağım.) 1901 yılında alacaklılar artık olayı mahkemeye intikal ettirince ve hatta davayı kazanınca II. Abdülhamit’in olaydan haberi oldu ve borcun ödeneceğine dair teminat verdi.
Bu arada Fransızlar İstanbul Rıhtımlarının işletme hakkını 35 Milyon Frank karşılığında satın aldıkları halde rıhtımların kendilerine devredilmemesinden de şikayetçiydiler. II. Abdülhamit bu devir işinin de halledileceğine dair teminat verdi . Ancak daha sonra görüldü ki Fransa’nın istediği bu borcun hazinede karşılığı yok. Abdülhamit Fransız sefirine( Adı Costans ) ‘’ Maalesef istediğiniz alacağın hazinede karşılığı yok’’ deyince adam görüşmeleri kesip Paris’e dönmek üzere Sirkeci Garına geldiğinde arkasından Teşrifat Nazırı İbrahim ile Ziraat Nazırı Selim Melhame Paşalar’ı gara göndermiş ancak sefiri ikna etmeyi başaramamıştı.
Aradan bir buçuk ay geçmiş, borç tahsil edilemeyince Fransa hükümeti, yedi savaş gemisinden kurulu filosunu Midilli Adası’na yollamış ve 5 Kasım 1901’de bu adanın gümrüğüne el koymuş, borcunu böyle tahsil edeceğini Babıáli’ye bildirmişti. Fransızlar, Midilli’yi boşaltmak için sadece borcun ödenmesinin de yetmeyeceğini, Osmanlı ülkesinde Fransız himayesinde bulunan okul, hastahane, dini müesseseler için de yeni imtiyazlar talep etmiş, bunların resmen tanınmasını istemişti.
Midilli Adası’nın işgal edildiğini haber alan İkinci Abdülhamid, Fransa’nın tüm isteklerini kabul ettiğini açıklamış ve Lorando’ya 340 bin ve Tubini’ye de 162 bin olmak üzere yarım milyon küsur paranın ödeneceğini, Fransa’nın talep ettiği imtiyazları da vereceğini bildirmişti.
Bundan sonraki satırları daha dikkatli okumanızı tavsiye ederim zira şeytan ayrıntıda gizli. Bu kısımda çok önemli bir ayrıntı var.
Yarım milyonu aşkın bir para nasıl ödendi? Öyle ya gökten para yağmıyor...
II. Abdülhamit bu borcun çok büyük bir bölümünü eşi Fatma Pesend hanımdan temin etti. ( Kalanını nasıl buldu bilemiyorum.)
İşte şeytanın gör dediği ayrıntı da burası: Devletin hazinesinde bulunmayan, bu yüzden de bir adamızın işgaline sebep olacak kadar işi büyük boyutlara taşıyan bu paranın padişahın eşinde ne işi vardı?
Bu sorunun cevabını bulamadım ama sanırım eğer Duyun-u Umumiye İdaresi kurulmasaydı ne olurdu sorusunun cevabını vermiş oldum: Ne olurdu? Alacaklı devletler sadece Midilli ile kalmaz bir haçlı seferi düzenleyerek Osmanlı Devletinin tamamını işgal ederlerdi.
Yani?
Yani 1876 yılına gelinceye kadar artık gırtlağına kadar borç bataklığının içine batmış olan Osmanlı devleti için 1881 yılına geldiğimizde Duyun-u Umumiyeden başka çare kalmamıştı.
Atatürk ne güzel ifade etmiştir bu durumu: ‘’ Borç alan , emir almaya da alışır.’’
Şimdi denilebilir ki ‘’ Ne yani başka çare kalmadığı için Duyun-u Umumiyeye olumlu mu dememiz lazım?’’ Hayır. ‘’Duyun-u Umumiyenin olumlu yönleri’’ derken kastettiğim şey bu değil. Bu kısımda sadece neden Duyun-u Umumiye gibi bir kurumu kabullenmek zorunda olduğumuzu izah etmeye çalıştım. Şimdi gelelim tüm olumsuzluklarının yanında olumlu taraflarına
DUYUN-U UMUMİYENİN OLUMLU YÖNLERİ.
1- Doğrudan doğruya Fakülte hocalarımdan biri olan Prof Dr Cevdet Küçük’ün değerlendirmesini aktarıyorum:
Hocam diyor ki: ‘’ "Alacaklılar bu kararnâme ile alacaklarının ödenmesini garanti altına almış oluyorlardı. Osmanlı hükümeti de borçlardan % 54’e varan bir indirim elde etmişti. Ayrıca faiz hadleri % 9’lardan % 1’e kadar düşürülmüştü. En önemlisi, Bâbıâli bu kararnâme ile Avrupa devletlerinin muhtemel müdahalesini önleyebilmişti."
2- İktisat tarihi Profesörlerinden Şevket Pamuk Der ki: ‘’ Düyun-u Umumiye İdaresi, kurulduktan sonra Osmanlıların dışarıdan aldıkları borç miktarı artmamış, tersine azalmıştır. Bu idare sayesinde birikmiş olan dış borçlar büyük ölçüde kapatılmış, buna rağmen yeni borç alma oranı, ödenen miktarın daima altında kalmıştır. Yani bir yandan borç ödemişiz ama bu para elimizden çıktığı halde ödediğimiz miktarın çok altında borçlanmayı başarmışız. Bu da Abdülhamid’in dış borçları sıfırlayıp üzerimizdeki baskıyı hafifletme stratejisinin önemli ölçüde amacına ulaştığını göstermektedir. Hatta birileri ısrarla saklasa da, dış ticaretimiz, Abdülhamid’in iktidarı jöntürklere teslim ettiği 1908 yılında % 4,3 oranında fazla bile vermiştir’’
3- İktisat tarihçisi Prof.Dr. Çağlar Keyder, Der ki: ‘Osmanlı’nın son 50 yılıyla ilgili birçok kafa karışıklığı, ’ekonomi’ ile maliye’yi ayırt edememekten kaynaklanmaktadır..Halbuki ekonomi, maliyeden ibaret değildir, halkın hikayesi de onun içinde yer almalıdır. Bazen devlet maliyesi iflas ederken, ekonomi pekala iyiye gidebilir ki, Düyun-u Umumiye’den sonraki ( 1881 sonrası ) Osmanlı ekonomisi bunun bir ispatıdır. II. Abdülhamid döneminde hiç de ekonomi iflas etmiş değildi, hatta onun döneminde milli gelir artışı ortalama % 1,5’larda seyretmiştir ki, bu, o devir için çok yüksek bir rakamdır.’’
4- Borcunu ödeyemeyen bir devlet iflas etmiş bir duruma düşer. İflas kavramı, içinde bir yücelik unsuru da taşıyan devlet anlayışının karşılaşabileceği en büyük tehlikelerden biridir. ( Devlet-i Âli= Yüce Devlet.) İflas, devlet kavramındaki yücelik unsurunu bir kalemde silip atar. 1875’de alacaklılarına «ben size olan borçlarımı ödeyemeyeceğim» diyen Osmanlı Devleti işte utanç verici bu duruma düşmüştü. Sultan II. Abdulhamid’in bu durumdan yakınmasına yukarıda değindik. Duyunu Umumiye fermanını o imzalamıştır. Tabi onu bu kararı almaya zorlayan haklı sebepler vardı. Devletin o yıllarda içine düştüğü sıkıntılı durumlara bir de 1876-1877 Türk-Rus Savaşının felaketleri eklendi. 1881’de Osmanlılar Berlin Barış Antlaşmasını imzalarken, ortaya atılan devlet borçlarının tasfiyesi isteğini de, kabul etmek durumunda kalmışlardı. Sorun, ayrı bir protokol konusu olarak Berlin Barış Antlaşmasına eklendi. Ancak Duyun-u Umumiye Meclisi kurulup borçlar yeni bir düzenlemeye tabi tutulup muntazam bir şekilde ödenmeye başlayınca Osmanlı Devleti kaybettiği Devlet itibarını yeniden kazandı. Bu husus önemle belirtilmeye değer bir sonuçtur. Duyun-u Umumiye İdaresinin sakıncalı yönleri ne kadar büyük olursa olsun, bu kurumun devletin mali itibarının yeniden dirilmesine yardımcı ve destek olduğu tarihi bir gerçektir.
5- Şimdi Duyun-u Umumiye İdaresi zamanındaki bazı önemli gelişmelere bakalım: Demiryolu, liman, tramvay, elektrik santralı, telgraf ve telefon tesisleri vs. Bunlar hep yabancı sermaye ile yapılıyor. Yani yeni borçlarla…Peki siz, sizden borç alıp da geri vermeyen birine tekrar tekrar borç verir misiniz? Elbette hayır. O halde Duyun-u Umumiye İdaresinin kurulmasıyla birlikte Osmanlı Devletinin borçlarının da düzenli bir şekilde ödenmeye başlandığını söyleyebilir miyiz?
Zor bir soru. O yatırımlar acaba borçlar düzenli bir şekilde ödendiği için mi yoksa Osmanlı topraklarını artık kendi toprakları olarak gördükleri için mi yapılıyordu?
Sebep her ne olursa olsun bu kadar çok devletin ( İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, İtalya) Kendi aralarında çıkar kavgasına düşmeden bu ülkeye tek başlarına sahip çıkmaları mümkün olmadığına göre ???
O halde ‘’Borçlarını zamanında ödeyen Osmanlılara karşı güvence arttığı için dış piyasalardan yeni yeni krediler aldılar.’’Diyebiliriz. Demek oluyor ki Duyun-u Umumiye İdaresinin bir olumlu katkısı da, Osmanlıların yeniden zengin ülkelerin para ve sermaye piyasalarına açılmasına aracılık etmesidir. ( Yanlış anlaşılmasın, ‘’Borçlar düzenli ödeniyordu.’’ derken borcu morcu sıfırladılar anlamında söylemiyorum ama en azından ‘’ Borç morç ödeyemeyeceğiz durumundan borcunu ödemek için çaba sarfeden bir duruma gelmiştik.)
6- 1854- 1881 yılları arasında yapılmış olan borçlar Duyun-u Umumiye İdaresi sayesinde yeniden konsolide edildi
Efendim, demiştim ya ekonomiden anlamam diye. Bu konsolide tabirini de bilmiyordum. Araştırdım ve şunu anladım:
Konsolide= Kamu kredisi alanında konsolidasyon, kısa vadeli ya da vadesi dolmuş, ödenecek hale gelmiş borçların uzun vadeli hale getirilmesi işlemidir. ( Şimdilerde sanırım yeniden yapılanmdırma diyorlar. Öyle bir şey gibi geldi bana. Neyse…Yanlışsa nasılsa İlhan Kemal olaya el atar )))))
Kısaca bunu da olumlu bir yön olarak kayda alabiliriz.
7- Eveeettt. Benim çok önem verdiğim bir hususa geldik. ( Konuya girerken Ziya Paşa’nın şiiriyle başlamıştım ya işte o kısma …)
Duyun-u Umumiye İdaresi kurulduktan sonra artık ‘’Salla başını al maaşını ‘’ Dönemi sona erdi ve Türkiye ( O zamanki Osmanlı devleti ) ilk defa etkin bir kamu yönetimi nasıl olur gördü.
Çünkü daha önce aylarca maaşını alamayan memur, aylarca ürettiğinin parasını alamayan çiftçinin ( Ürettiğinin parasını alamadığı gibi vergisini peşin peşin ödüyordu ) eli para görmeye başladı.
Duyun-u Umumiye, kendi elemanlarına iyi para veriyordu. Böylece rüşvet, yolsuzluk ve benzeri olaylar kalkmış olduğu gibi iltimas bu kurumda asla sökmüyordu. Kısaca Osmanlı Türkiyesi etkili bir kamu yönetiminin nasıl olması gerektiğini de yine Duyun-u Umumiyeden öğrendi.
Çünkü Duyun-u Umumiye:
— İyi memur seçilmiştir.
— İyi seçimden sonra yetiştirme programı uygulanmış¬ tır.
— Kendilerine iyi ücret verilmiş, maaşları muntazam ödenmiştir.
— İyi bir teftiş, denetim sistemiyle her memurun başarı durumu belirlenmiştir. Başarılı olmayanlar işten uzaklaş¬tırılmıştır. Olanlar, ödüllendirilmiştir.
Devam edecek.
Resim
1901 Yılında iki Fransız vatandaşı Yahudi bankere olan borç yüzünden Midilli adasını işgal eden Fransızlar adaya Fransız bayrağı asıyorlar.