4
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
862
Okunma

15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasından sonra yaklaşık herkeste bir beklenti hasıl oldu. Bu beklentilere geçmeden önce hemen belirteyim:
Beyler ve bayanlar !
Bu darbeyi yapanlar her ne kadar asker kılığına girmiş hainlerse bastıran da askerin bizzat kendisidir. Öncelikle bu böyle biline.
Evet halk sokaklara, meydanlara dökülmeseydi bu gün hâla belki de bir iç savaş yaşıyor olacaktık. Bu kabul. Ama halk sokaklara döküldüğünde şuna adı gibi emindi: ‘’ Bizim askerimiz, bizim insanımıza kurşun sıkmaz’’
Gerçekten de bizim askerimiz bizim insanımıza kurşun sıkmadı. Sıkan bir kaç adi mahluk ise bizim askerimiz değildi zaten. Yoksa şehit olduğunda bile elindeki silahını bırakmayan bu askerin elindeki silahı hiç bir güç alamaz. Hiç kimse öyle ‘’Askerin elinden silahını aldım. Tankın önüne yattım, tankı durdurdum. Tankı motorsikletle kovaladım. Gökdelenin çatısından jetin üstüne atladım’’ Diye havalara girmesin. Asker silah doğrulttuğu insanların kendi anası, babası, kardeşi, eşi, dostu, vatandaşı olduğunu gördüğü için silahını gönüllü olarak teslim etti.
İsterseniz deneyin bakalım. Mesela bir gün bir kışlanın nizamiyesinde nöbet tutan askerin elindeki silahını almaya çalışın. Bakalım alabilecek bir babayiğit var mı?
Halkın, polisin, STK ların, ve sairenin gayretlerini ve demokrasiye bağlılıklarını asla küçümsemiyorum. Lakin bana soracak olursanız ‘’ Bu darbeyi kim bastırdı?’’ Diye cevabım ‘’Asker’’ olacaktır. Ömer Halisdemirler ve daha niceleri eğer şehadeti göze almasaydı o darbe önlenebilir miydi hiç?
Neyse…Gelelim bu darbeden sonra beklentilere:
Efendim o kadar çok ki. Say say bitmez.
Meydanlarda ‘’ Hakimiyet Milletindir’’ Yazılarından Ak Parti Genel Merkezine Atatürk posteri asılmasına kadar. Unutulmuş gitmiş olan Mustafa Yıldızdoğan’ın ‘’ Ölürüm Türkiye’m’’ Türküsünden Cumhurbaşkanının mecliste Atatürk’ün 22 Nisan 1920 de Meclisi açış bildirisini okumasına kadar her hareket, her davranış vatandaşta farklı beklentilere neden oldu.
Şu aşamada sosyal medyada paylaşılanlara baktığımda bu hükümetten ‘’ Türkiye Laiktir Laik Kalacak’’ Diye slogan atmasını bekleyenler, hükümet mensuplarının, tüm Ak parti milletvekillerinin hatta Ak pati seçmeninin isimlerinin önüne TC ibaresi koymasını bekleyenler, ( Mesela TC Binali Yıldırım…TC Recep Tayyip Erdoğan…TC Bekir Bozdağ gibi… ) Fetö’den sonra diğer tüm cemaatlerin, tarikatların, dergahların kapatılmasını bekleyenler, hakiki mutluluk için Arap dinini bırakmamızı bekleyenler, ( Vallahi billahi bu beklenti içinde olan bile var.) Açılım, Çözüm süreci gibi söylemlerden vazgeçileceğini bekleyenler, Osmanlı Devletinin yeniden kurulacağını bekleyenler, şeriatın geleceğini bekleyenler, gerçek Atatürkçülüğe dönüş yapılacağını bekleyenler, Natodan çıkıp Türk Birliği ya da İslam Birliği kurmamızı bekleyenler, İncirlik Üssünün kapatılmasını bekleyenler. İdamın tekrar gelmesini bekleyenler…Say say bitmez.
Bunların hepsini zaman içinde göreceğiz. Hele bir şu üzerimizdeki sis perdesi kalksın. At izi ile it izini net bir şekilde görelim bakalım.
Evet...Ana mevzuya duhul edelim artık.
Dizi filmlerimizde ve pek çok tarihi(!) eserlerimizde tam bir dam budalası olarak anlatılan Kanuni Sultan Süleyman, yine dizi filmimizde ‘’Has odabaşı ‘’ Olarak anlatılıp kapısında el pençe divan durmaktan başka bir halt etmeyen biri olarak anlatılan Akıncı beyi Bali Paşa’ya yazdığı bir mektupa bakalım neler demiş?
Bu mektubun altı çizili cümlelerine özellikle dikkatinizi çekmek isterim.
Haaa unutmadan. Bu mektup niçin yazılmış kısaca onu da izah edeyim:
Macaristan’ın fethinden sonra Budin Beylerbeyliğine tayin olunan Bali Paşa ( Yahya Paşazade Bâli Paşa ) padişahtan, yaptığı hizmetlere karşılık kendisine bir tuğ daha verilmesini yani vezir olmak istiyor. ( Bu günkü karşılığı ile Valilikten [Aslında Eyalet Valiliğidir bu ama günümüzde karşılığı olmadığı için kısaca Valilik dedim.] Bakanlığa terfi etmek istiyor.)
İşte Kanuni’nin bu isteğe cevabı:
Allahu Teala’ya hamdolsun ki, 18 kale almışsınız ve 30 bin kızak Tersane-i Âmire’me göndermişsiniz ve 60 bin kâfirin kellesini kestiğin haberini vermişsiniz. Berhudâr olup dünyada ve ahirette yüzün ak ve ekmeğin sana helâl olsun.
Lakin bu hizmetlerin karşılığında bir tuğ (rütbe) istemişsiniz. Ya Gâzi Bâli Bey, tuğ vefa gereği verilmez. Eğer sen bu hizmeti ve bu iyiliği bize minnet edersen biz dahi bundan önce sana 3 iyilik eyledik, onu söyleriz: Birincisi, sana “Müminlerin Emiri” diye hitab ettik; ikincisi başarılarının mükâfatı olarak “hil’at-ı fâhire” gönderdik; üçüncüsü Rasul-i Ekrem (sas) Hazretleri’nin fetihlerle dolu tuğunu verdik. Seni bu 3 şeyle yüceltip ödüllendirmiştik. Bunlardan büyük ihsân olmaz. İmdi sen de bu iyiliklere şükr eyleyesin ve şükrünü yerine getiresin.
Ve şunu da iyi bilesin ki: Beğlik iki kefeli bir teraziye benzer. Onun bir kefesi cennet, bir kefesi cehennemdir. Bu fani dünyada bir saat adalet eylemek 70 yıl ibadetten üstündür. Hak Sübhanehu ve Teala cümlemizi mahşer gününde âdiller zümresinden eyleye ve o âkıbet gününü hatırınızdan çıkarmayasınız. Ateşin kuru ağacı yaktığı gibi amel defterimizi yaktığı o günden endişe kılıp basiret üzre olasınız.
Ve seraskerliğin ve beğliğin hasebiyle hükmümüzün yürüdüğü yerlerde meydana gelen haksızlıklardan ötürü ceza gününde azarlanırsak biz de senin yakana yapışıp o günde yakanızı elimden kolay kolay kurtaramazsınız. Gayet dikkatli hareket edesiniz, nefsine gurur getirmeyesiniz ve kendi kuvvetim ve kılıcımla memleket fetheyledim demeyesiniz. Memleket evvela Cenâb-ı Bâri’nin olup sonra halife-i ruy-i zemine ısmarlanmıştır. Ve bütün işleri Cenâb-ı Bâri Teâlâ’dan bilesiniz.
Ve işittim ki: Feth eylediğin kalelerin mal ve erzakına Beytülmal için el koymuş ve askerlerine dağıtmamışınız. Bu fiile rızam yoktur. Beşte birine Beytülmal için el koyup diğer kısmını İslam askerine dağıtıp bölüştüresiniz. Zira o ganimet İslam askerinindir.
Ve askerin ihtiyarlarını baban, ortancalarını kardeş ve küçüklerini oğulların yerine sayasın. Babanı hoş tutup ikramda bulunasın, kardeşlerine iyi bakıp saygı gösteresin, oğullarına da merhamet ve şefkat eyleyesin. Ve İslam askerine sıkıntı çektirmeyesin ve mâlik olduğun malını ve nimetini onlardan uzak tutmayıp dağıtasın ve askerin hazinesi yetmeyip sıkıntı çekersen bu tarafa bildiresin, Allahu Teâlâ’nın yardımıyla bin-iki bin kese göndermekten âciz değilim.
Ve reâya (köylü, üretici) tâifesini altından kalkamayacağı vergilerle rencide etmeyesin. Bu husustan çok kaçınasın ki, bizim reâyamız rahat görünce küffâr reâyaları bizim tarafımıza, meyil ve teveccühleri bizim canibimize olur. O yörenin kasaba ve şehrinde oturan ümmet-i Muhammed fukarasını teftiş edip araştırarak sadakaya muhtaç kimse varsa onlara devlet hazinesinden gıda maddesi veresin. Zira fakirler, Hak Subhanehu ve Teala Hazretleri’nin makbul kullarıdır ve Müslümanların beytülmali (hazinesi), Allah’ın kullarının hakkıdır. Ve o taraflarda Peygamber Efendimiz’in evladından oturanlar varsa mukataât ve hazinelerden her birine günlük bir altın vazife tayin edesiniz ve onlara hiçbir şekilde sıkıntı çektirmeyesiniz.
Ve kadı ve hakimlerin başı, fazilet ve kelam madeni Mevlânâ Mustafa’yı (Allah faziletini ziyade eylesin) ordu-yı hümâyunuma kadı atayıp göndermişizdir. Ulaşınca şer’-i şerife son derece itaat edip boyun eğerek kurallara riayette kusur işlemeyesiniz. “Alimler, peygamberlerin vârisleridir” hadis-i şerifiyle âmil olup riâyette kusur komayasınız.
Ve bir insanı bir hizmette kullanmak istersen sakın önceki hâline güvenmeyesiniz. Nice kimseler vardır, eline fırsat geçmediği için zühd ve takvâ yoluna girmiş görünür ama fırsatı ele geçirdiğinde Nemrud ve Firavun kesilir. O kimseleri tekrar tekrar işle tecrübe etmeden hizmetine almayasın. Eğer ilk hali sonraki haline uygun gelirse istihdam edesin. Ve bazı kişiler vardır ki, gündüzü oruçlu, gecesi namazlıdır fakat onlar o kimselerdir ki, dünyaya meyil ve muhabbet edenlerdir. O tip insanlardan çok kaçınasınız.
Ve sen dahi fâni olan nesneye gönül bağlamayasın. Ve bazı köyler ve yerler vakfetmek murâd etmişsin, Yüce Allah’a yemin olsun ki, istersen feth eylediğin bütün vilayetleri vakf et, indimde makbuldür. Ve benden sonra gelen padişahlar senin evlad ve neseplerinin hatırını rencide ederlerse Allah’ın ve meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun, hatta mahşer gününde davacıları olup onlara husumet ederim.
İmdi: Ya Gâzi Bâli Bey, sen dahi atın yüğrükdür ve kılıcın keskin olup ve yiğidin yararları ve işbilir dilâverleri belleyesin ve her nereye yönelirsen atın yüğrük ve kılıcın keskin ve uğrun açık olup Hak celle ve alâ İslam dinine en faydalı olan işlerinde yardımcın ve kollayıcın ve elini tutan yâverin ola. Âmin, Seyyidü’l-mürselîn hakkı için.”
Şu altı çizili cümleleri aslında başta bizi yönetenler olmak üzere her birimiz çerçeveletip evimizin baş köşesine asmamız lazım değil midir? Ne dersiniz?
Eğer bundan asırlar önce Kanuni’nin o ihtarına dikkat etmiş olsaydık bu gün böyle bir darbeyle karşı karşıya olur muyduk?
İşte onun için diyoruz ‘’ Tarih…Hep tarih….Bol bol okuyup iyice anlamak lazım.
Selam ve sevgilerimle.