7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1159
Okunma

Efendim, Yarın, daha doğrusu siz bu satırları okuduğunuzda artık bu gün İstanbul’un Fethinin 563. Yıl dönümünü kutluyor olacağız.
Ha, Yanlış anlaşılmasın. ‘’ Kutluyor olacağız’’ Derken tabii ki ‘’Zulüm 1453 de başladı’’ Diyenler böyle bir kutlamaya iştirak etmeyecekler. ‘’ Ben Osmanlı değilim’’ diyenler de ... Bu arada İstanbul’un fethini ‘’İstanbul’un işgali’’ Olarak anlatanlar da bu gün herhangi bir sevinç ve coşkuya iştirak etmeyeceklerdir. Bir de tabii ki İstanbul’un Fetih kutlamalarını İktidarın şovu olarak görenler. Yani neticede pek de öyle milli coşku, milli bayram olmayacak yarın.
Sahi sevinç ve coşku dedim de. Acaba İstanbul’un fethi ne zamandan beri kutlanmaktadır? Dahası İstanbul’u feth eden II. Mehmet kaç gün kutlama yapmıştır? Ondan sonra kutlanmış mıdır?
Kaynağını hatırlayamadığım ama nereden aklımda kalmışsa kalmış bilgilerime göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un Fethini sadece üç gün kutlamıştır. Buna mukabil Memluk ülkesinde yani Mısır’da İstanbul’un Fethi kırk gün bayram yapılarak kutlandığı gibi o zamanki İslam coğrafyasında da büyük sevinçlere ve kutlamalara vesile olmuştur.Çünkü Hz. Peygamberin ‘’İstanbul bir gün elbet feth olunacaktır’’ Hadisi gerçek olmuştur.
Sonra?
Sonrasında İstanbul’un fethi bir daha kutlanmamıştır.
Şimdi çok çok önemli bir noktaya geldik
İstanbul’un fethinin resmi düzeyde ilk kez kutlanması için girişim, II. Abdülhamit zamanında yapılmış ve sıkı durun: II. Abdülhamit böyle bir kutlamaya izin vermemiştir.
Evet yanlış okumuyorsunuz II. Abdülhamit İstanbul’un fethinin kutlanmasına ( Resmi ya da gayri resmi ) izin vermemiştir. Bu konuda hükumet ile ters düşmüştür.
Kaynağımız: II. Abdülhamit’in özel doktoru Âtıf Hüseyin Bey’in notları
Bu notlara göre II. Abdülhamit şu gerekçelerle İstanbul’un fethinin kutlanmasına izin vermiyor: ( Kendi kaleminden okuyoruz.)
“Rumlarla ahval (“ilişkiler” anlamında) iyi gitmiyor... Bir şey çıkartacaklar. Ben olsam ne yapardım?.. Patrik ile iyi geçinirdim.. Patriği ele alırdım... Patrikhane demek, Yunanistan demektir... Yunanistan’a da, bütün Rumlar’a da Patrikhane hükmeder... Bilmem, bizim hükumet neden bunu böyle düşünmüyor? Rumlar’ın Patrik’ten başka bazı ileri gelen, nüfuzlu adamları var, onları da okşamalı... Hâsılı, Patrikhane’yi okşamakla işler sükûnet bulur itikadındayım (inancındayım)... Ben, Rumlar’ı hep okşardım. Benim içtihadım hâricinde bir kere Babıâli’nin Patrikhane ile arası açılır... O vakit Yunanistan ile muharebe zuhur etti (çıktı)... Ne vakit Patrikhane ile aramız bozulursa, arkadan Yunanistan ile mutlaka harp olur... Bu da pek tabiîdir...
Biz, İstanbul’u Rumlar’dan zaptettik... Fetih günü onlar matem tutmak isterler... Biz tezahürde bulunursak (ortaya çıkarsak) onların hissiyatını rencide ederiz... Benim zamanımda bir kere İstanbul’un fethi günü merasim yapmak istediler... Ben bu hissiyat noktasını nazara alarak müsaade etmedim... Bunlar hikmet-i hükumettir, çünkü her hükumet teb’asının hepsinin hissiyatını da rencide etmemeğe çalışmalıdır... Her nedense biz kendi kendimize mesele çıkarıyoruz...( Resim 1- Bu anıların yer aldığı kitap)
Ancak , II. Abdülhamit tahttan indirildikten sonra yönetime el koyan İttihat ve Terakki Fırkası II.Abdülhamit’in yasakladığı pek çok şeyi yasak olmaktan çıkardığı gibi İstanbul’un Fethinin kutlanması yasağını da kaldırdı ve ilk kez resmi anlamda 1910 yılında kutlandı İstanbul’un Fethi.
Durun ama. Şimdi yine şaşıracağınız bir durum var.
İstanbul’un Fethi 1453 den sonra ilk kez resmi olarak 1910 yılında kutlandı ama 29 Mayıs 1910 da değil. Ya ne zaman? 11 Haziran 1910 da. Neden peki? Çünkü Osmanlılar o dönemde Rumi Takvim kullanıyorlardı ve Rumi takvime göre 29 Mayıs, Miladi takvime göre 11 Hazirana denk geliyordu.
Bu ilk kutlamadan sonra İstanbul’un Fethinin resmi düzeyde kutlanması devam etti. En görkemli kutlama ise 1914 yılında yapıldı. Tabii ki yine 11 Haziranda.
11 Haziran 1914 de yapılan kutlama Türk gazetelerinde büyük coşku ile anlatılırken ( Örneğin resim 2 deki Tanin Gazetesi) Avrupa gazetelerinde günün alay konusu olmuştu Fethin 29 Mayısta olmasına rağmen kutlamanın 11 Haziranda yapılması sebebiyle ( Resim 3 Fransız gazetesi ‘’ Le Mooniteur Oriental’’)
Sonrasında malum I. Dünya Savaşı yılları.O yıllarda bir kutlama yok. Kurtuluş Savaşı yıllarında bir kutlama yok. Kurtuluş Savaş zaferle noktalandıktan sona? Yine bir kutlama yok.
Evet...Kurtuluş Savaşı zaferle noktalandıktan sonra da bir kutlama yok. Hatta bırakın kutlamayı İstanbul’un fethi artık ‘’ İstanbul’un zaptı’’ Olarak ifade edilmeye başlanıyor ( İşin ilginç tarafı yukarıda da okuduğunuz gibi II.Abdülhamit de fetihten ‘’Zabt’’ diye bahsetmiştir. ) Bu dönemle ilgili olarak zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöever’in İstanbul’un Fethinin kutlanması için bir önerge verdiği ancak bu önergenin rağbet görmediğini görüyoruz.
Daha sonraki dönemde İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığının ikinci yılında “500. Yılında Fetih” kutlamaları için önce kanun çıkarılması, Fatih’ten kalma eserlerin restore edilmesi ve kutlamalar için hazırlık yapılması ile ilgili çalışmaların başlatılması istenmiş, fakat bu girişimlerden bir sonuç çıkmamıştır. Şemsettin Günaltay’ın başbakanlığı döneminde kapalı bir salonda fetih kutlaması yapılmış, Fakat ilk büyük kutlamalar 14 Mayıs 1950’de iktidarı devralan Demokrat Parti ile başlamıştır.
İlginçtir ki Demokrat Parti de 1953 yılındaki yani Fethin 500. Yılındaki kutlamalara fazla rağbet etmemiş, olaya hükumeti karıştırmadan kutlamalar belediyeler ya da bazı sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği kutlamalar olmuştur. Ancak 1953 deki bu kutlamalar aynı zamanda halkın oldukça büyük ilgi gösterdiği kutlamalar olup rağbet edilmeyen tek husus İstanbul Üniversitesinde tertip edilen ‘’Fetih Balosu’’ Olmuştur.
İstanbul’un Fethi kutlamaları 1960 yılına kadar devam etmiş, 1960 ın 27 Mayısında ihtilal olduğundan 29 Mayıstaki kutlamaya izin verilmemiştir.
İşte bundan sonraki dönemde İstanbul’un Fethi 1994 yılına kadar bazı okullarda ya da televizyon programlarında ( İktidara göre değişiyor tabii ki) Kutlanmış ya da es geçilmiştir.
1994 Yerel seçimlerinden sonra İstanbul’un Fethi İstanbul Belediyesi tarafından organize edilen kutlamalarla kutlanmış, 2103 yılından beri de hükumet de olaya direkt müdahil olmaya başlamıştır.
Eeee Top konusu? Yani buraya kadar yazdıklarımda bir kez bile geçmedi ‘’Top’’kelimesi değil mi?
Evet..Gelelim top konusuna.
Bilindiği gibi Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethini gerçekleştirmek için Edirne’de büyük toplar döktürür.Hatta bu toplardan en büyüğü ve en görkemlisi olanına Şahi adı verilir.( Kimi tarihçiler diğer toplara da Şahi diyorlar.) Benim hafızamda kaldığı kadarıyla balistik hesaplarını ve çizimini bizzat Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı topa Şahi deniyor ancak fetihten sonra dökülen bu tip ve büyüklükteki diğer toplar da Şahi diye anılıyor. ( Yanılıyor olabilirim.)
Her neyse...Bu toplar malumunuz olduğu üzre İstanbul’un Fethinde çok önemli roller oynuyor. Peki İstanbul feth edildikten sonra?
İstanbul feth edildikten sonra Fatih Sultan Mehmet bu toplardan kırk iki tanesini Çanakkale Boğazının korunması için bu bölgeye yerleştiriyor 1464 yılında...Şahi de bu topların arasındadır.
Şahi ve diğer kırk bir top hiç bir şeye yaramadan 1807 yılına kadar Çanakkale Boğazının iki yakasında öylece bekliyor. ( Şahi’nin yeri Kilitbahir.)
1807 Yılında İngiliz Donanması Çanakkale Boğazını zorluyor. İşte o zaman bizim eski toplar –Bunlardan bir hayır gelmez-dense de ateşleniyor ve Şahi yine kendinden beklenmeyen bir iş yaparak bir İngiliz gemisini batırıp altmış İngiliz erinin ölmesine sebep oluyor. Yok yanlış anlaşılmasın. İngilizler Çanakkale Boğazını geçemiyor değil. Adamlar Boğazı geçmesine geçiyorlar hatta Marmara Denizinde Osmanlı Donanmasını da yeniyorlar ama İstanbul Boğazını aşıp Rusya’ya yardım edemiyorlar.Çünkü İstanbul Boğazında oldukça sert bir direnişle karşılaşıyorlar. Sonuçta 1809 Kale-i Sultani Antlaşması ile savaşlar sona eriyor.
1853 yılına gelindiğinde pek çok şey değişmiş ve Osmanlı Devleti ile İngiltere müttefik olarak Rusya ile Savaşmaya başlamışlardır. ( Kırım Savaşı )
Şahi ve Fatih’in diğer topları bu savaşta da oldukça başarılı oluyor. İşte İngiltere ile müttefik olduğumuz Kırım Savaşı bitince İngiliz Generallerinden Sir John Lafroy bu topları satın almak istiyor. İlle velakin zamanın padişahı Abdülmecit satmıyor.
Sir John Lafroy’un pek çok girişimi başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen ısrarından vazgeçmiyor ve bu arada Şahi’nin ünü İngilitere Kraliçesi Victoria’ya kadar ulaşıyor..
İşte bundan sonrasında işin içine oldukça fazla rivayet ve hikaye karışmaktadır ki Yukarıda anlattıklarım hakkında da fazla elle tututur belge yoktur.
Neyse devam edelim.
Osmanlı Padişahları içinde Yurt dışına çıkan ilk ve tek Padişah olan Abdülaziz 1867 de İngiltere’ye de uğrayınca Kraliçe Victoria Şahi topunun kendisine satılmasını teklif ediyor. Abdülaziz de ‘’ Ata yadigarı satılmaz ama hediye ederim’’ Diyor ve İstanbul’a döndükten sonra Çanakkale’de bulunan ama çok daha yakın döneme ait olan bir topu İngiltere’ye gönderiyor. İlle velakin bu gelen topun Şahi olmadığı görülünce tekrar yazışmalar yapılıyor ve nihayet Şahi de İngiltere’ye gönderiliyor ve işin garibi İngiltere yanlışlıkla gelen topu geri göndermiyor.
Şahi topu önce Londra’da Rotunda müzesine konuyor. Daha sonra 1929 da Londra Kulesi müzesine, daha sonra da şu anda sergilenmekte olduğu Fort Nelson Müzesine naklediliyor.
Ancak...
I. Dünya Savaşının işgal dönemlerinde pek çok tarihi eserin İngilizler tarafından İngiltere’ye kaçırıldığı bilinen bir gerçek olduğu için benim nazarımda Şahi topunun da İngiltere’ye kaçırılmış olma ihtimali daha fazladır. Bir Osmanlı Padişahı, atasına ait bir eseri hediye etmez diye düşünüyorum.( Yine de kesin emin değilim.)
Evet...Tüm bu bilgileri aldığım çeşitli sitelerden birinde bir vatandaşımız yorum yapmış: ‘’ Geri gönderin lan topumuzu,yoksa topunuzun...’’
Bu vatandaşımızın tehdidi karşısında geri gönderirler mi? Bekleyip göreceğiz.))))
Yahya Kemal’in ölümsüz şiiri ‘’İstanbul’u fetheden yeniçeriye gazel’’ İle noktalayalım.( Hem eski Türkçe hem de günümüz Türkçesi ile )
Vur Pençe-i Âlî’deki şemşîr aşkına
Gülbang-i âsmâni tutan pîr aşkına
Ey leşker-i müfettihü’l-ebvâb vur bugün
Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün
Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına
Düşsün çelengi Rûm’un, eğilsün ser-i Firenk
Vur Türk’ü gönderen yed-i takdîr aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar
Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına�
(Vur Ali’nin elindeki kılıç aşkına
Duası gökleri tutan pir aşkına)
(Ey kapıları açan ordu, vur bugün
O apaçık fethi haber veren müjde aşkına)
(Vur küfrün dünyasına hilalin yükselmesi için
Gelmiş bu cihan fatihi süvari aşkına)
(Düşsün çelengi rum’un eğilsin frenk’in başı
Vur Türkü gönderen ilahi el aşkına)
(Son gücünle vur ki açılsın bu surlar
Şafak hücumunda duyulan tekbir aşkına.