14
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
4160
Okunma


Bir dönem ünlü tiyatro sanatçımız Kenan Işık tarafından sunuculuğu yapılan ve ülkemizin en çok ses getiren programlarından olan (şimdilerde ise yine değerli bir sanatçımız Selçuk Yöntem sunum yapmaktadır) “Kim Milyoner Olmak İster” adlı bilgi yarışması programını izlemeyen hemen hemen yoktur. İnsanda, kim istemez ki şeklinde karşı bir soruyu da uyandırdığı söylenebilir. İlk yıllarında sürekli izlerdim. Şimdilerde ise denk geldikçe izliyorum. Soruların kolaydan zora doğru gitmesi kimi zaman ilk sorularda bile, bilene kolay havası estirmesi kadar yarışmacılara tanınan joker haklarıyla da dikkat çeken bir formata sahip.
Bilgi yarışmalarının yapısını bilirsiniz. İlk sorularda genellikle cevap belirgindir, neredeyse ortadadır. Adeta ben buradayım der. Oysa sorular ilerledikçe doğru cevap belirsizleşir. Yanıltıcılık oranının yükselmesiyle beraber en umulmadık şıkka doğru kayma yapar. Hani deyim yerinde ise hiç olmaz dediğiniz şık bir şekilde kendi mantığını içerisinde saklar ve doğru olabilir. Elbette, bu arz ettiğim mantık kurgusuyla soru cevaplamakta yarışma sırasında risk meydana getirir. Açıkçası sözünü ettiğim mantığı kullanma hakkı bir ölçüde o konuda bilgi ve fikir sahibi olmayı gerektirecektir.
Kim Milyoner Olmak İster adlı yarışmanın da bu tarz nice soruya sahne olduğu söylenebilir. Bu tip meşakkat uyandıran, öyle ki insanı muallakta bırakabilecek sorulardan biri de şu şekildedir.
Almanya’da hangi binanın kapısında “Çalışmak insanı özgürleştirir” deyişine rastlanmaktadır? Şıklar nedir?
a)Berlin Parlamento Binası, b) İşçi Partisi, c) Münih Olimpiyat Stadı, d) Nazi Dönemi Toplama Kampı.
Böyle bir soruya verilecek en son cevap her halde, Münih Olimpiyat Stadıdır. Peki ya diğer üçü arasında nasıl eleme yaparsınız? Bir parlamento binasının kapısında bu ibare mantıklı bir duruş sergiler mi acaba? Kanunların yapıldığı bir binanın girişinde hukuk ve adalet duygusunu yansıtan ya da egemenlik kavramının kullanılışını ortaya koyan bir söz daha şık durmaz mı? Öyleyse gelin Berlin Parlamento Binasından da vazgeçelim. Eğer konu hakkında hiçbir ön fikrimiz yoksa İşçi Partisine balıklama atlayabiliriz. Ancak unutmamak gerek İşçi Partisi Kapitalist sistem içerisindeki siyasi rejimlerin partisidir. Eski sosyalist rejimlerde bu adın Sovyetler Birliği Komünist Partisi örneğinde olduğu gibi Komünist partisine dönüştüğünü hatırlar veya bilirsiniz. Gerçekte doğru soru şudur: Kapitalist ekonomik sistemde muhalif bir ideolojik yapı çalışmak insanı özgürleştirir der mi? Ya da başka bir ifade ile işçilere böyle bir telkinde bulunur mu? Yoksa tam tersine siyasi ve hukuki mücadele araçları mı öngörür?
Şimdi bana şunu sorabilirsiniz. Eee! Doğru cevap ne peki, Nazi Kampları mıdır yani? Bu noktada ister maalesef deyin, ister küçük dilinizi yutun, ister akıllara zarar bulun ama cevap ne çare ki bundan ibaret.
Hemen söylemeliyim ki, hayatın saf, berrak mantık yürütmeyi mümkün kılmayacağı durumlardan biriyle karşı karşıya bulunmaktayız. Kendi başına çalışmak kavramı müspet çağrışımlar yapar değil mi? Bizim kültürümüzdeki meşhur bir atasözü ile söylersek “İşleyen demir ışıldar” sözünü hatırlayabiliriz. Ya da çalışmanın insanı günlük stresten, olumsuz bir takım his ve düşüncelerden kurtarıcı özelliği düşünülebilir. Hatta bazen kendimize çalışmayı da telkin edebiliriz. Bir işle meşgul olmak suretiyle kafa dağıtmak isteyebiliriz. Kişinin işe yani kendisinin dışındaki bir meşguliyete odaklanıp ben merkezli hissetmekten arınması akla uygun gelebilir. Totaliter bir sistemde bu hususların nasıl bir dönüşüme uğrayacağını sorarsak; siyasi ve felsefi sorgulamaların istenmeyeceği yapılardır bu tip rejimler. Demem o ki, çalışmak suretiyle insanın boş ve atıl hislerden uzak durması beklenecektir.
Tekrar Nazi Almanya’sına dönersek; o dönemleri konu edinen bir metinden söz etmek isterim. “Auschwitz Cehenneminden Nasıl Kurtuldum” başlıklı bir yazıdır bu. Samuel Pisar adlı Yahudi genci Auschwitz toplama kampına geldiğinde on dört yaşındadır. Kampın girişinde bir levha dikkat çekmektedir. “Arbeit Macht Frei” ya da yukarıda bilgi yarışması sorusu olarak verildiği şekilde “Çalışmak İnsanı Özgürleştirir”. İlk gün bu Musevi genci ilginç bir olay yaşar. Kamptaki yüzlerden biri kendisine tanıdık gelir. Dikkatle baktığında çocukluk arkadaşını tanır. Sevinçle ve ismiyle seslenerek boynuna sarılsa da diğeri ciddiyetini bozmaksızın hatta ölgün bakışlarla dolu ve kolları sarkık olarak karşılar bu sıcaklığı. Yazar o zaman anlayamadığı bu tutumu ileriki günlerde kamp hayatı devam ettikçe çözdüğünden bahseder. Açıktır ki, kampta duygusallığa yer yoktur. Sıcak arkadaşlık ve dostluklar kişinin yaşama şansını azaltacaktır. Tamamen bireysel davranmak gerekir. Bunun zamanla farkına vardığını söyleyen Yahudi genci yine Auschwitz’de hastaların ve zayıfların öncelikli olarak elimine edildiği üzerinde durur. Diri ve çalışkan olmak ya da en azından öyle görünmek avantajlı kılmaktadır. Ölgünlük kabul görmez. Kampta revir vardır ancak aynı mantıkla buraya gitmek kişinin yaşamını riske etmesi anlamına gelir. Her bakımdan güçlü olmak, dik durmak ve duygusal olmamak esastır.
Bir gün Samuel Pisar gaz odası sırasının kendisine de geldiğinden söz eder. Listede adı okunmuştur. İsmi açıklanan kişiler bir salonda toplanır. Ortamı ölümün soğukluğu kaplar. Derin bir umutsuzluk anıdır yaşanan. Yazar birden kenarda duran bir kova su ve fırçayı fark ettiğinden söz eder. Dizlerinin üzerinde sürünerek ve insanların arasından geçerek kovaya ve fırçaya ulaşır. Ölümün bitmişlik duygusu yerini umuda ve giderek yaşamın sıcaklığı ve coşkusuna bırakır. Şimdi şevkle çalışmaktadır. Büyük bir titizlik ve ciddiyetle salondaki her karış zemini silmektedir. Bir an evvel salonu terk etme çabası yoktur. Sanki o esnada orada görevli bir temizlik elemanıdır. Yerleri silerek yavaşça odanın dışına doğru seğirtir. Koridorda da silme işlemi devam eder. Fakat birdenbire önünde çizmeleriyle bir muhafızın yükseldiğini fark eder ve dehşet içinde kalır. İşte sonum geldi der. Şimdi askerin düdüğünü çalmasıyla birlikte başka görevlilerinde içeriye doluşacağını ve kendisini yaka paça götüreceklerini düşünür. Fakat korktuğu gibi olmaz. Muhafız koridorun kenarını gösterir. Şurası kirli orayı da sil! Canla başla ve sükûnet göstermeye çalışarak siler. Muhafızın gösterdiği bir iki yeri de ciddiyetle siler ve bir müddet sonra bahçeye doğru çıkar. Binanın bahçeye açıldığı bölümdeki merdivenleri de sildikten sonra özgürdür artık. Bu özgürlük yukarıda arz ettiğimiz çalışmak insanı özgürleştirir sözünün hükmü müdür yoksa kişinin bu dünyada henüz içeceği çorbanın, yiyeceği ekmeğin ve alacağı nefesin varlığı olayı mıdır düşünülebilir tabi.
Tüm bu sözlerden sonra bir hususu belirtebilir miyiz? “Çalışmak İnsanı Özgürleştirir” sözü geleneksel, dinsel, ahlaki ya da felsefi inanç ve düşünce sistemlerinde müspet bir karşılık bulabilir. Çalışmanın türlü biçimlerde bir erdem ya da fazilet olduğundan söz edebiliriz. Ancak iş gelip totaliter bir siyasi sistemin ideolojik hedefleri kapsamında toplumu biçimlendirmeye, yönlendirmeye ve disipline etmeye dayandığında da en hafif düzeyde çılgın bir projenin ya da çatlak bir kafa yapısının ürettiği bir sloganı karşımızda bulabiliriz.
L.T.