Nubuk
Bir kış günü oğlumla beraber Erzurum’un en büyük caddesi olan Cumhuriyet Caddesi’nde yürüyorduk. Hava güneşli ama ağır ağır kar taneleri yağmaktaydı. Elimdeki poşette eşimin nubuk botları vardı. Lala Paşa Camisi’nin önündeki sıra sıra ayakkabı boyacılarının önünde durduk. Kumral sakalı olan boyacıya poşetteki ayakkabıyı gösterdim.”- Nubuk boyan var mı?” diye sordum. Boyacı ayakkabıya dikkatlice baktı daha sonra başını evet anlamında salladı.
Boyacı müşterisinin ayakkabısını boyadıktan sonra benim poşetteki ayakkabıyı boyamak için aldı. Tam o esnada üç tane genç boyacıya yaklaştı. İçlerinden uzun, ince olanı boyacıya: “-Acelem var, hemen boyar mısın ayakkabıları mı ?” diye seslendi. Boyacı işinin olduğunu söylerken ben araya girdim sıramı ona vereceğimi söyledim. Gencin ayakkabısı da eşiminki gibi nubuk türündeydi. Boyacı ayakkabıyı daha rahat boyamak için müşteriden ayakkabısını çıkarmasını istedi. Genç ayakkabısını çıkardı boyacıya uzattı, çoraplarıyla taburede oturdu.
Boyacı ayakkabıları boyarken caddeye doğru bir akülü araba yanaştı. Caddede akülü arabalar için yapılmış rampada bir araç park halindeydi. Akülü arabanın sürücüsü çevresine doğru bakındı. Ben de sesli olarak: "- Engelli adamın yoluna arabasını bırakmış bir saygısız!” şeklinde söylendim. Önümdeki taburede oturan genç önce bana sonra da başını çevirip caddeye doğru baktı. Ayağında çoraplarıyla tabureden fırlayarak rampayı kapatan arabaya doğru koşmaya başladı. Arabanın kapısını açtı, motoru çalıştırdı, arabayı biraz ileri çekti. Akülü araba rampadan caddeye doğru çıktı.Engelli sürücü, bize doğru dönerek bunlara ceza vermeli ki bir daha bunu yapmasın diye söylendi.
Boyacı gencin ayakkabısı boyadıktan sonra eşimin ayakkabısını sandığının üzerine koydu, sandığın gözlerinde uygun boyayı aramaya başladı. Daha sonra küçük poşet içindeki sıvı boyayı çıkarıp silindir bir süngerle botlara sürmeye başladı.
Yaşlı boyacıyla sohbet etmeye başladık. Mesleğin en eskilerinden olduğunu söyledi. Yıllardır Lala Paşa Camisi’nin önünde boyacılık yaptığından bahsetti. Yanyana boyacılık yaptığı yaşıt arkadaşlarından hepsi ölmüştü sadece yanındaki arkadaşla kendisi kalmıştı bu dünyada. Diğerleri genç kuşaktan insanlardı. Boyayı ağır ağır ağır sürüyordu. Elleri hafifçe titriyordu. Gözlerinin etrafında, alnında derin kırışıklıklar vardı. Soğuktan korunmak için kat kat giyinmişti. İşlerinin eskisi kadar iyi olmadığından, gençlerin spor ayakkabı tercih ettiğinden ayakkabılarını boyatmadığından bahsetti. Aşırı soğuklarda da boyaya çıkamadığını söyledi.
Arkadaşı Muş’lu Hacı’dan söz açtım. İki ay önce öldüğünü söyledi. Ben ayakkabılarımı genellikle Muş’lu Hacı’ya boyatırdım. İki şeyi çok seviyordu. Memleketi Muş’u ve halk müziğini. İsmini tanımadığım ozanlardan ezbere değişler söylüyordu. Müthiş bir hafızası ve güzel bir sesi vardı. Muş’u çok övüyordu. En yeşil, en güzel kent Muş’tu O’na göre, en güzel camiler, en temiz dereler Muş’taydı. Ölmeden üç dört ay önce yatağa bağlanmış ayağı kalkamıyormuş. Hanımına, çocuklarına beni Muş’a götürün memleketimi görestim diyormuş.
Yaşlı boyacı ayakkabının birini boyamıştı bu arada. Ayakkabının rengine takılmıştım. Bana biraz koyu gelmişti. Ayakkabıyı boyacıya gösterdim, boyanmamış ayakkabıyla arasında renk farkı olduğunu söyledim. Boyacı, boyanın henüz yaş olduğunu, kuruyunca daha açık hale geleceğini söyledi. Biz sohbete devam ederken boyacı da botun diğer tekini boyamaya devam ediyordu.
Ben de hala bir şüphe vardı. Boyanın rengi galiba tutmamıştı. Bu arada boyacı ikinci ayakkabıyı da bitirmek üzereydi. Ben laf arasında boyacıya yine, boyanın tutmadığını söyledim. Boyacı önceden boyadığı (bana uzak olan) botu daha iyi görmem için bana doğru gösterirken botun burnu boya şişesine değiverdi. Boyacı hızla şişeyi doğrultmaya çalıştı ama geç kalmıştı. Boyanın hemen hemen hepsi yere boşanmıştı. Boyacı bir bez çıkardı akan boyayı siliverdi.
Boyacı ikinci ayakkabıyı da son rötuşları vurdu birincinin yanına koydu. Bana “-Biraz bekle, gardaş” dedi. İki üç dakika sonra gerçekten de boyaların rengi açılmış boyanmadan önceki rengini almıştı. Boyacı hafifçe gülümseyerek yüzüme doğru baktı. Baştan aşağı kızardığımı hissettim. Boya parasını verdim. Dökülen boya için de cüzdanımdan bir miktar çıkardım yaşlı boyacıya uzattım. Boyacı elimi usulca itti, “-Döküleceği varmış döküldü, para istemez” dedi. Boyacıya teşekkür ettim, oğlumun elinden tutup caddenin karşısına geçmek için yürüdüm.
YORUMLAR
Vay be... memleketin el sanatlarına sahip çıkan İnsanlar da varmış...
Böyle ince işlenmiş konuları okurken yazarını gönülden tebrik etmek geçiyor yüreğimden;
tâ, yazının konusunu anladığım andan- sona.
Yazıya dökülmemiş nice el emeği ile çalışanların işini ve gönlünü yazmak; yazarın, dünya görüşünü ne güzel açığa vuruyor...
Minned duygularımla Selâm ederim... çok sağolasın.
kadiryeter Kadir Yeter. 23.7.2017 TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/151665-nubuk/
erhanbay'a