Hens Ap
Kar yağışlı bir kış günüydü. Kadir hızlı adımlarla servisin geleceği durağa yürüdü. Paltosunun yakalarını kaldırarak kardan korunmaya çalıştı. Dört, beş dakika sonra beyaz renkli servis minibüsü durağa yanaştı. Kadir açık kapıdan içeri girdi şoföre selam verdi. Arka tarafta boş bir koltuğa oturdu, camdan etrafı seyretmeye başladı. Arabanın radyosunda ard arda pop müziği şarkıları çalıyordu. Son parça Kadir’e çok tanıdık gelmişti. Şarkının sözleri şöyleydi:
Hands up, baby, hands up,(Eller yukarı, bebeğim, eller yukarı,)/Gimme your heart, gimme, gimme your heart (Bana kalbini ver, bana ver, bana kalbini ver)/Give it, give it.(Bunu ver, bunu ver.)/Hands up, baby, hands up,(Eller yukarı, bebeğim, eller yukarı,)...
Şarkının sözleri basitti ama insanı coşturan bir melodisi vardı. Şarkıyı “Ottawan” adlı iki Fransız gençten oluşan bir grup söylüyordu. Grup 1979 yılında kurulmuştu. Bu şarkı 1980’li yıllarda piyasaya çıkmış ve müziğiyle, dansıyla gençlerin ilgisini çekmişti.
Bu şarkı Kadir’i geçmişe, 80’li yıllara götürmüştü. O zamanlar on beş, on altı yaşlarındaydı. Anne, babası ve dört kardeşiyle doğuda büyük bir ilde yaşıyordu. Bir yaz tatili annesi Sacide Teyze’yle eski bir otobüs içinde batıya doğru gidiyordu. Mevsim yazdı. Otobüsün içinde buram buram terliyorlardı. Uzun, meşakkatli bir yolculuktan sonra Ege Bölgesi’nde, denize yakın şirin bir kentte otobüsten indiler. Bir genci çevirerek adres sordular. Genç eliyle bir kasap dükkanını işaret etti. Ellerinde bavullar, poşetler gencin tarif ettiği dükkana ağır ağır yürümeye başladılar. Eski, bakımsız dükkanın boncuk iplerden oluşmuş perdesini aralayıp içeri girdiler. Küçük bir masanın başında bir çocuk oyuncak arabasıyla oynuyordu. Sacide çocuğu tanımıştı. “Taner !” diye çocuğa seslendi. Çocuk arabasını bıraktı şaşkın şaşkın ana oğula bakmaya başladı. Sacide’nin gözleri ıslanmıştı. ”Ben senin halanım Taner. Bakışına kurban olduğum, yaklaş bana.”Sacide Taner’e sımsıkı sarıldı, yanaklarından öptü, başını okşayarak “baban nerde yavrum?” diye seslendi. Taner: “ babam karşıki kahvede oturuyor çağırıp geleyim” diyerek dükkandan çıktı.
Biraz sonra içeri orta boylu, gri- yeşil gözlü, saçları hafif kırlaşmış, kalın siyah bıyıklı, yakışıklı bir adam girdi. ”Abla!”diyerek Sacide’ye doğru yönlendi. Karşılarındaki adam Kadir’in dayısı Ekrem’di. Kadir uzun zamandır dayısını görmemişti. Sacide’yle Ekrem sıkıca birbirine sarıldılar. Sacide’nin gözlerinden yanaklarına yağmur gibi yaşlar inmeye başladı. Ekrem de kendini tutamadı. Uzunca bir süre birbirlerine sarıldılar,ağladılar, sallandılar. İki kardeşin kavuşma sahnesi Kadir’i de hüzünlendirmiş gözlerinin dolmasına sebep olmuştu.
Ekrem, Kadir ve annesi Taner’i dükkanda bırakıp yola koyuldular. Pek uzun olmayan, altındaki suyu kurumuş bir köprüyü geçtiler, stabilize bir yolda yürümeye başladılar. Bir kaç yüz metre sonra daracık bir sokağın solundaki evin beş, altı adımlık merdivenlerini çıkmaya başladık. Ekrem kapısı açık evin içine doğru “Feride, Feride!” diye seslenmeye başladı. Ekrem’in karısı Feride yenge heyecanlı bir şekilde “abla!” diye bağırarak gelenleri karşıladı. Deminki sarılma sahnesi bir daha gerçekleşti. Sacide’yle Feride ağlaşarak birbirlerine sarıldılar, koklaştılar, ağladılar.
Ekrem’in asıl mesleği öğretmenlikti. Genç yaşta doğudaki evinden ayrılmış batıdaki bu şehirde öğretmen olarak çalışmış, burada Feride yenge’yle tanışmış sonra da evlenmişti. Üç tane erkek çocuğu olmuştu. En küçükleri dükkanda gördükleri Taner’di. Büyüğünün adı İhsan, ortancanın ise Soner’di. Ekrem öğretmenliğe fazla ısınamamış istifa ederek kasaplığa başlamıştı.
Ekrem’in eski model, çift sıralı yeşil renkli bir cipi vardı. Çok severdi arabasını. Bu araba sayesinde Kadir ve annesi Ege’nin tatil beldelerini gezdiler, denizde yüzdüler, tarlada, ormanda yürüdüler, eğlendiler.
Ekrem bir akşam üstü Kadir, Soner ve Taner’i şehrin yakınındaki “Yalı” denilen yere götürdü. Burası uzunca bir plajı olan sayfiye yeriydi. Geniş bir pisti olan bir restoran –cafeden içeri girdiler. Ekrem cafenin sahibiyle samimi bir şekilde tokalaştı, hal hatır sordu. Orta sıralarda dans pistine yakın bir yerde oturdular. Masalar çoğunlukla yabancı turistle doluydu. Garson yemeklerini, meşrubatlarını getirdi. Yemeklerini yiyip sohbet etmeye başladılar. Gençler, yaşlılar pistte müziğin ritmiyle neşe içinde dans ediyorlardı. Kadir’in gözleri pistte dans eden yeşil gözlü, sarı saçlı turist kıza takılmıştı. Kız, Kadir’in yaşlardaydı. Yanında annesi, babası ve kız kardeşi vardı. Kadir’in yanında oturan Soner de biraz sonra kalktı, tanıdığı bir kız, erkek grubuyla dans etmeye başladı.
Az sonra “hands up” şarkısı çalmaya başladı. Şarkıda hands up sözleri geçtiğinde herkes iki elini yukarıya kaldırıyor şarkıya ritm tutuyordu. Kadir gözlerini turist kızdan alamıyordu. Büyülenmiş gibiydi. Kız da dans ederken çaktırmadan bakışlarına karşılık veriyor hafifçe gülümsüyordu. Dayısı gözleriyle piste kalkması için Kadir’e işaret yaptı. Kadir hayır anlamında başını salladı. Utangaç, sessiz, içe dönük bir çocuktu. O geceyi müziğe ayaklarıyla tempo tutup, turist kızı izlemekle geçirdi.
Tatil bitip ana, oğul geri dönmüştü. Yeşil gözlü,sarı saçlı turist kız epey bir vakit Kadir’in aklından çıkmadı. Kadir on yıl kadar sonra kötü bir haber aldı. Dayısının en küçük çocuğu Taner on sekiz yaşında yeşil cipin altında kalarak vefat etmişti.
Annesinin ömrü kardeşini bir daha görmeye yetmedi. Soğuk bir kış günü Sacide hanım memleketinde toprağa verildi. 2000’li yıllarda Kadir bu sefer eşi ve küçük kızıyla beraber dayısının şehrine geldi. Ekrem dayı oldukça durgun görünmüştü gözüne. Taner’in ani ölümü çok etkilemişti O’nu. Fazla konuşmuyordu. Çok içiyordu. Sonraları kötü hastalığa yakalandı. Kadir cep telefonuyla bayramlarda, kandillerde arayıp halini hatırını soruyordu. Sesi çok derinden geliyordu ama her zaman” ben iyiyim” diye karşılık veriyordu.
2010’lu yıllarda Ekrem dayı vefat etti. İşlerinin yoğunluğundan cenazeye katılamadı Kadir. Ekrem dayı şehirde çok sevilen biriydi. Arkadaşlarının, dostlarının, ailesinin oluşturduğu büyük bir kalabalığın katılımıyla kara toprakla buluştu. Bir kaç sene sonra da eşi Feride Yenge vefat etti. O’nu da kocasının yanına defnettiler.
Kadir dayısının yaşadığı şehre, yemek yedikleri Yalı’ya bir daha gidemedi. Aklında arabasıyla oynayan Taner, şık giyinmeyi seven uzun saçlı Soner, dalgıç elbisesiyle Ege’nin serin sularına dalan İhsan, yemek yapmayı seven Feride yenge ve bir de elleri havada neşeyle dans eden sarı saçlı, yeşil gözlü turist kız kalmıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.