12
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1490
Okunma

Tarih: 26 Ocak 1948.
Türk Milletinin yakın tarihinin en büyük komutan ve devlet adamlarından biri olan Kazım Karabekir altmış altı yaşında- Kızı Timsal’in yedici yaş gününü kutlarken- geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu.
Tam altmış sekiz sene önce bu gün de( 28 Ocak 1948) Ankara Cebeci Mezarlığında toprağa verildi. ( Daha sonra aziz naaşı Devlet Mezarlığına nakledildi)
Tarih: 2 Haziran 2014
HDP Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık:
‘’Utanç abidesi olan o anıtı( Kazım Karabekir Anıtı ) bu ilden söküp atacağız.’’Dedi.
Hakkında hiç bir cezai işlem yapılmadı.Ama acı olan bu değildi. Acı olan ‘’ Ağrıdan bu utanç anıtını kaldıracağız.’’ Dediği için seçilmiş olmasıydı.
*
Tarih: 26 Ocak 2016
Kazım Karabekir’in ölümünün altmış sekizinci yıl dönümü…
11 Mart’ı asla unutmayanlar 26 Ocağı çoktan unuttular bile.
Sadece onlar değil. 4 Nisanı unutmayanlar da unuttu.
Hepsini geçtim ‘’ Olmasaydın olmazdık’’ diyenler de unuttu. Oysa o olmasaydı olmazdı.
Hareket Ordusuyla 31 Mart İsyanının bastırılması, Balkan Savaşı, Balkan Savaşında Bulgarlara esir düşme, İstanbul antlaşmasıyla serbest kalma, ardından çeşitli görevler, sonra Çanakkale muharebeleri, Alçıtepe kahramanlığı, akabinde Irakta İngilizlerle savaş, sonra Kafkas Orduları komutanlığı, Erzincan ve Erzurum’un kurtarılması, Sarıkamış, Kars ve Gümrü’nün geri alınması…
Ama olmayınca olmuyordu. Ne kadar kahraman olursanız olun yedi düvele karşı savaşıyordu devlet. 30 Ekim 1918 de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmış ve pek çok yer gibi Batum da 24 Aralık 1918 de İngilizler tarafından işgal edilmişti.
Ordu ateşkes antlaşması mucibince silahlarını işgal devletlerine teslim edecekti.
Kazım Karabekir, daha doğrusu o zamanki adıyla Musa Kazım Paşa derin bir of çekti. Üzerinde hâla savaşın tozu, toprağı, teri, kanı vardı ama iş bitmemişti. Yapılması gereken daha pek çok şey vardı. Asıl savaş bundan sonra olacaktı. Bu yeni savaş için silah lazımdı ve Batum’daki depolarda pek çok sahra topu ile Japon mermisi bulunmaktaydı. Bunlar acil olarak işgalden uzak bir şehir olan Trabzon’a nakledilmeliydi ama nasıl?
Bir gemi lazımdı. Hem de Çanakkale Savaşlarının kaderini değiştiren Nusret gibi belki de ileride yapılacak bir savaşın kaderini değiştirecek bir gemi.
‘’ Bir gemi ve Çanakkale ‘’ Dedi, düşündü.
Gözlerinin önünde gencecik, pırıl pırıl bir kız belirdi birden bire. Bu kızı çok iyi tanıyordu. Evet…Evet bu?? Bu kız Safiye Hüseyin ( Elbi) idi. Çanakkale Savaşları sırasında nice koç yiğidin yarasını saran, nice koç yiğit ‘’Eşhedüen La İlahe İllallah ve Eşhedüenne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu’’ diyerek son nefeslerini onun kucağında verirken dudaklarına bir damla su damlatan hemşire Safiye kızdan başkası değildi.
Safiye hemşire Musa Kazım Paşa’ya ‘’ Paşam bizim hastane gemimizi unuttun mu? Daha önce az mı silah taşıdık bu gemiyle? Yine taşırız Allah’ın izniyle.’’ Diyordu adeta.
Gözleri doldu. Evet bu iş mutlaka olmalı ve aynen Çanakkale’de olduğu gibi yine Reşit Paşa Hastane Gemisiyle, daha doğrusu Reşit Paşa Vapuru ile olmalıydı.
Reşit Paşa Vapuru da kardeşi Nusret gibi nice tarihler yazmıştı ve bir kez daha tarih yazmak üzere Batum’dan Trabzon’a sefere çıkmalıydı.
Musa Kazım Paşa silah ve Mühimmatı Reşit Paşa vapuruna yükledikten sonra artık oralarda durmanın bir anlamı kalmamıştı. Hemen İstanbul’a gitmeli ve ne yapıp edip kendisini tekrar Anadolu’da bir göreve tayin ettirmeliydi. Zaten komuta kademesi genelde İstanbul’da toplanıyordu. Kimi ‘’ Bu iş buraya kadar ‘’ derken kimi ‘’Daha durun. Asıl savaş yeni başlayacak’’ diyordu.
Kazım Paşa İstanbul’a gelmeden önce bir başka paşa da gelmişti İstanbul’a ve Dolmabahçe Sarayına namlularını çevirmiş olan işgalcilerin gemilerini gördüğünde ‘’Geldikleri gibi giderler’’ Demişti. Bu paşa Elbette ki Mustafa Kemal Paşa idi
Nihayet Musa Kazım Paşa da İstanbul’a geldi. O da gördü düşman gemilerini ve kararlılıkla haykırdı: “Tek dağ başı mezar oluncaya kadar düşmanla mücadele ederek istiklalimizi kurmaya vicdanıma karşı ahd ettim. Ya istiklal ya ölüm’’
Yapılacak olan yeni bir kurtuluş Savaşının iki büyük paşası iki büyük parola belirlemişlerdi.
Mustafa Kemal’’Geldikleri gibi giderler’’ Kazım Paşa ‘’ Ya İstiklal, Ya Ölüm’’ Diyordu.( Mustafa Kemal Nutuk’unun hemen başında ‘’Ya İstiklal ya Ölüm’’ kararlılığını dile getirse de bu söz öncelikle Kazım Karabekir’e aittir. Ama tabii ki çok da önemli değil. Önemli olan yapılacak mücadelenin kararlılığını ifade etmesi.)
Kazım Paşa İstanbul’da öncelikle kendisini Anadolu’ya gönderecek devlet erkanı ile temaslara başladı. Bunlar içinde de ilk olarak yakın dostu Harbiye Nezareti Müsteşarı Miralay İsmet’ten( İnönü) kendisini derhal Anadolu’ya göndermesi ricasında bulundu (28 Kasım 1918). Ancak aldığı cevap hiç de hoşuna gitmemişti: "Bu iş bitti Kâzım, gidip çiftlik satın alalım, sen Kâzım Ağa ol, ben İsmet Ağa olayım." Diyordu bu en yakın silah arkadaşı.
Kazım Paşa aynı isteği 1 Aralık 1918’de Cevat (Çobanlı) Paşa’ya, 10 Nisan 1919’da da Fevzi (Çakmak) Paşa’ya iletti. 11 Nisan günü ise 15. Kolordu Komutanı görevi ile Erzurum’a tayinini çıkarttı. Aynı gün önce Padişah Vahdettin’in huzuruna çıkıp ona teşekkürlerini arz etti ve yine aynı gün Mustafa Kemal’e veda ziyaretinde bulunmak üzere onun Şişli’deki evine gitti.
Baş başa yaptıkları konuşmada Mustafa Kemal’e asıl amacını şöylece izah etti:
“Şarkta Milli bir hükümet esasını hazırlamak ve ordunun kuvvetini muhafaza ederek vahim sulh şartları karşısında milli istiklâlimizi kurtarmak için mücadeleye girişmek… Muhtelif namlar altında oluşan teşekkülleri birleştirmek medeni alemin nazar-ı dikkatini celbe çalışan erbâb-ı hamiyetten istifade etmek ve gerekirse milli bir hükümet kurmak”
Milli mücadeleden ümidini kesmiş olanlar için Mustafa Kemal Paşa "Nafile.. Bir türlü kurtuluş yolu olduğunu anlayamıyorlar. Bilmem basiretleri mi bağlanmış, yoksa cesaretleri mi, ümitleri mi yok, hepsi meskenet içinde." Diyordu ama Kazım Paşa’nın bu ziyaretinde oldukça ketum davranmış, ona bile ser verip sır vermemişti. Yani Mustafa Kemal de kurtuluş çareleri düşünüyor ama Anadolu’ya geçmek, orada bir milli mücadele başlatmaktan bahsetmiyordu. Nitekim Kazım Karabekir ile görüştüğü anda hastaydı ve onun ‘’ Doğu’ya gidip oranın hırpalanmamış kolordusuyla ve mert halkıyla el ele verip istiklal mücadelesini başlatalım.’’ Sözlerine "Bu da bir fikirdir" Diye cevap vermişti.
Kazım Paşa "Fikir değil, karardır." Diye cevap verdi arkadaşına ve devam etti. ‘’ Eğer sen de bir yolunu bulup Anadolu’ya geçecek olursan seni başkomutanım olarak karşılayacağım.’’
Mustafa Kemal yine ketum davrandı: ‘’İyi olalım, düşünürüz.’’ Diye cevap verdi.
Bundan sonrasında tarihin kaderi yine bir vapura bağlıydı. Türkiye’de yaşayan herkes yediden yetmişe Bandırma Vapurunu bilir de Gülcemal Vapurunu bilen neredeyse yok gibidir.
Yaklaşık bir ay sonra Mustafa Kemal de bir vapurla, Bandırma Vapuru ile Karadeniz’e, oradan da Anadolu’nun bağrına açılacaktı ama daha öncesinde Kazım Paşa yola çıkmıştı Gülcemal vapuruyla.
Gülcemal vapuru 12 Nisan 1919 da yola çıktı ve 17 Nisan’da Samsun’a ulaştı. Yani Mustafa Kemal’den bir ay kadar önce Milli mücadeleyi başlatmak için Samsun’a ilk ayak basan Musa Kazım ( Karabekir) Paşa idi. İki gün sonra 19 Nisanda ise Trabzon’a ayak basmıştı.
Aradan bir ay kadar daha zaman geçti. Bu zaman zarfında Mustafa Kemal de İstanbul’dan yola çıktı. 16 Mayıs 1919 da.
Oldukça geniş ve hiç bir ordu kumandanına verilmeyecek yetkilerle donatılmış olarak İstanbul’dan yola çıkan Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 da Samsun’a ayak bastı. Oradan hepimizin bildiği gibi Havza’da bir genelge yayınladı. Sonra Amasya’ya geldi ve Bir genelge hazırladı. Bu genelgenin hayata geçmesi için iki kumandanın onayı gerekiyordu: Konya’da bulunan Ordu Müfettişi Cemal Paşa ve Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir. Her ikisi de ‘’Evet’’ demediği takdirde bir mücadele başlatmak mümkün değildi.Çok şükür ki her ikisi de ‘’Evet’’ dedi ve tüm desteklerini verdiler genelgeye.
22 Haziran 1919 Tarihli Amasya Genelgesinde özetle ‘’ Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.’’ Deniliyordu. Bu kararlar işgalcileri, özellikle de İngilizleri zıplattı. Mustafa Kemal’in geri çağrılması ve tutuklanması yolunda baskı yapmaya başladılar İstanbul hükümetine.
Bu arada Kazım Karabekir Erzurum’da bir kongrenin yapılması için kolları sıvamıştı ve Mustafa Kemal’e ‘’Gel artık gardaş, gel’’ diyordu.
Ancak o Mustafa Kemal’e ‘’Gel’’ derken Erzurum’da bulunan 15’nci Kolordu Komutanlığına 21 Haziranda, Harbiye Nazırı imzalı bir telgraf gönderilmişti. Bu telgrafta, “zat-ı âlilerinin Mustafa Kemal Paşanın yerine vekâleten tayininiz musammemdir” denilerek yerine kimin atanmasının istendiği sorulmaktaydı.
Kazım Karabekir Paşa yazdığı cevabi yazıda, böyle bir atamanın yapılmasını kesinlikle doğru bulmadığını ve Mustafa Kemal Paşanın değiştirilmesinde isabet görmediğini belirtmiş ve şunları söylemişt:
“Büyük kumandanların sırasıyla ve birer bahane ile ortadan kaldırılması suretiyle daha kolay mahv-ü münkariz edileceğimiz kanaati umumu sarsmış olduğundan eğer ahval-i sıhhiyesinin ifâyı vazifeye mâni olmasından başka bir sebep yoksa Mustafa Kemal Paşanın Müfettişlikten infikâki tehlikeli olacaktır...”
Bu arada Mustafa Kemal 26 Haziran 1919 da kesin kararını( Yani Sine-i Millete dönme kararı) Tokat’ta açıkladı:
“Hiçbir savunma aracına sahip olmasak bile, dişimiz ve tırnağımızla, zayıf ve dermansız kolumuzla mücadele ederek şeref ve haysiyetimizi, namusumuzu müdafaa etmeyi zorunlu görüyorum. Tarih, bize vatan uğrunda canını, malını esirgemeyen milletlerin asla ölmediklerini, hala yaşadıklarını göstermektedir. Ben hayatımı hiçbir zaman milletimden üstün görmedim ve görmeyeceğim. Her an memleketim için şerefimle ölmeğe hazırım”
Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler bir haftalık yorucu bir otomobil yolculuğumdan sonra 3 Temmuz 1919 tarihinde, halkın ve askerlerin içten gelen samimi gösterileri arasında Erzurum’a geldi. Her an askerlik görevinden, dolayısıyla da elindeki yetkilerin alınacağından dolayı üzgündü. Ama Kazım Karabekir ona o kadar güzel şeyler söyledi ki.
Ne mi söyledi? Okumaya devam o zaman.
“Müfettişlikten, hatta askerlikten çekilmenize hiç teessür duymadan karar verebilirsiniz. Size mukaddesâtım namına söz veriyorum. Size müfettiş olduğunuzdan daha ziyade hürmetkâr bulunurum. Sizi millete tanıtmak ve halkın ve ordunun hürmetini üzerinizden ayırmamak vazifemdir. Daha İstanbul’da iken doğuya gelmenizi rica ettiğimizi hatırlayınız. Müfettiş değil, bir ferdi millet dahi gelse idiniz, sizi başlayacağımız istiklâl mücadelelerinde re’sikarımıza çıkarmayı( Bu hareketin önderi yapmaya) daha o zamandan karar vermiştim. Erzurum Kongresi esaslarında fikirler birleştikten sonra millî kuvvetle işe başlarız.”
Mustafa Kemal kendisinin ordudan azl ettirileceğinin kesin olduğunu öğrenince 8 Temmuz 1919 da kendisi bu görevinden istifa etmiş ve istifası ile ilgili telgrafı hem İstanbul Hükümetine, hem de Padişaha göndermişti.Ancak işgalciler için bu yetmiyordu. Mutlaka Mustafa Kemal ve onunla Samsun’a çıkan Refet Bele’nin tutuklanarak İstanbul’a getirilmesini istiyorlar, bu yönde baskılarına devam ediyorlardı. Bu baskıların sonunda Kazım Karabekir’e şöyle bir telgraf geldi:
“Erzurum’da 15. Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararına muhalif fikir ve hareketlerinden dolayı hemen yakalanması ve İstanbul’a gönderilmeleri Bâb-ı Âli’ce tensip olunup mahalli memuriyete lazım gelen emir verildiğinden kolorduca da ciddi yardımda bulunulması ve neticeden malumat verilmesi rica olunur.
Merkez Dairesi 2733
Harbiye Nazırı Nazım
Yani Kazım Karabekir’den çok açık ve net bir şekilde Mustafa Kemal’i tutuklayıp İstanbul’a göndermesi isteniyordu. İstenmesine isteniyordu ama Kazım Karabekir aynen şu cevabı verdi yukarıdaki telgrafa:
Erzurum, 1 Ağustos 1919,
Harbiye Nezaretine 30. 7. 1919 Merkez dairesi 2773 sayılı şifreye cevap.
‘’Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararına muhalif hal ve hareketlerinden dolayı yakalanmalarıyla İstanbul’a gönderilmeleri hakkında mahalli memuriyete emir verildiği için kolorduca ciddi yardımda bulunulması emir buyuruluyor. Hükümet kararları ve siyasetinin ne olduğunu bilmiyorsam da Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın fiil ve hareketlerinde vatan ve milletin maksat ve menfaatlarına ve mevcut konulara muhalif sayılabilecek hiçbir hal ve hareketinin olmadığını görüyorum.
Mustafa Kemal Paşa gibi Memlekette namusuyla ve seçkin askeri vatanseverlik ve hizmetleriyle tanınmış ve askerin de pek ziyade hususi hürmetini kazanmış, bilhassa 20 gün evvel memleketin yarısına kumanda etmiş olan hal ve hareketlerinde vatan ve millet menfâatlarına aykırı hiçbir şey hissedilmeyen ve görülmeyen bir zatın tevkifine kanuni bir sebep olmayacağı ve… halk ve ordu gözünde de iyi bir hareket olarak telakki edilemeyeceği için kendisini tevkif ve kolorduca bunun için yardımda bulunulmasına halin ve vaziyetin katiyen müsait olmadığını arz ederim’’
Özetin özeti: Hastirin oradan namussuzlar! Bende Mustafa Kemal’i size verecek göz var mı?’’ Demişti.
Ve akabinde yine Mustafa Kemal’in huzuruna çıkmış ve şunları söylemişti:
‘’Kumandamda bulunan zabitin ve efrâdın hürmet ve tazimlerini arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de bizim muhterem kumandanımızsınız… Emrinizdeyim, Paşam.’’
Yok…Sonrasını yazmayacağım.
Ülke düşmandan kurtulduktan sonra Mustafa Kemal ile Kazım Karabekir arasında yaşanan tatsız olaylara değinmeyeceğim. 1924 den 1938 e kadar olan dönemde Kazım Karabekir’in Şeyh Sait isyanının kışkırtıcılığından, Atatürk’e suikast girişimi sebebiyle idamla yargılanmasına, tam on dört sene boyunca devamlı gözetim altında bulunmasına, yazdığı kitapların yakılmasına filan dokunmayacağım. Sadece şunu sorup bitireceğim:
Atatürk olmasıydı biz olmazdık. Eyvallah… Peki Kazım Karabekir ve onun bu müthiş sadakatı olmasaydı Atatürk olur muydu?
Evet…Hepsi bu kadar. ‘’Ruhları şâd olsun.’’ Deyip noktalayalım.
RESİMLER:
1- Çocukluk ve gençlik yıllarımda İstanbul’da çok bindiğim ama kesinlikle böyle bir kahramanlığından haberdar olmadığım Reşit Paşa Vapuru: Meğer bizim ‘’Halâs’’ diye bindiğimiz vapur Çanakkale Savaşlarının kahraman hastane gemisi ve Milli Mücadelenin ilk cephanelerini taşıyan bir gemiymiş. Sonra Deniz İşletmeleri tarafından yolcu vapuru haline döndürülüp adını ‘’Halâs’’ olarak değiştirmişler.
2-İlk hemşirelerimizden Safiye Hüseyin/ Elbi
3- Çanakkale Savaşlarının efsanesi: Nusret Mayın Gemisi.
4- Kazım Karabekir’i 17 Nisan 1919 da Samsun’a, 19 Nisan 1919 da ise Trabzon’a ulaştırtan Gülcemal vapuru.
5-19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal’i Samsun’a ulaştıran Bandırma vapuru.
6-Erzurum Kongresi delegeleri ve Mustafa Kemal Atatürk.
7- Kazım Karabekir ve Atatürk.