11
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1978
Okunma

Çizgi altından başlasınız da olur.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
Böyle bir yazıyı niçin yazdım?
Vallahi ben de bilmiyorum. Yazdım işte. Bir şeyler ‘’Yaz ‘’ diye dürttü ben de yazdım.
Köy Enstitüleri tam da ben dünyaya geldiğim yıl (1954) Kapatıldığı için ( Amma uğursuz adammışım (!) Ben doğduğum yıl Köy Enstitüleri kapatılıyor.) Onun hakkında vereceğim bilgiler elbette oradan buradan okuduklarım olacaktır ama bu yazının ilerleyen bölümlerinde ele alacağım İmam-Hatip Liselerini çok iyi biliyorum.
İlk okulu Erzurum-Pasinler Nef’i İlkokulunda, Orta Okulu İstanbul- Beykoz Orta Okulunda, Liseyi İstanbul- Bakırköy Lisesinde ve Yüksek öğrenimi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde tamamlamış, yani İmam Hatip Liseleri ile öğrenci olarak hiç bir bağı olmayan, hatta Lise yıllarında seçmeli olan Din Dersini seçmeyen ama otuz iki yıllık öğretmenlik hayatının on üç senesinde İmam- Hatip Liselerinde Tarih Öğretmenliği yapan biri olarak İmam-Hatip Liselerini çok iyi biliyorum.
İşte belki de biraz bu yüzden yani en azından, hiç olmazsa İmam-Hatip liseleri hakkında - O okulların bir kez olsun içine girmediği halde- hariçten gazel okuyanlara İmam-Hatip Liselerini anlatabilirim ihtimaliyle bu yazı dizisini ele aldım.
Bu arada yine bu vesile ile hakkında çok konuşulan Köy Enstitülerini de tanıtmış olurum. ( O konuda iddialı olmasam da.) belki.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Köy Enstitüleri ile başlayalım.
Öncelikle Köy Enstitüleri hangi ihtiyaca binaen açılmıştı?
İşte bu sorunun cevabını vermek için Atatürk’ün hem eğitim hem de köylü kavramları ile ilgili sözlerine kulak verelim.
Daha ülke düşmandan temizlenmeden 26 Temmuz 1921 de Ankara’da Maarif Kongresinin( Milli Eğitim Şurası ) açılışında şu konuşmayı yapıyor Atatürk:
"... Devlet bünyesinde yüzyıllar boyu derin idari ihmallerin neden olduğu yaraları iyileştirmede verilecek emeklerin en büyüğünü hiç kuşku yok ki, irfan yolunda esirgemememiz lazımdır... Şimdiye kadar takip olunan öğretim yöntemlerinin, milletimizin gerileme tarihinde önemli etken olduğu kanaatindeyim. Onun için bir Milli Eğitim Programı’ndan söz ederken, eski devrin boş inançlarından ve yaradılış niteliklerimizle hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, milli karakterimiz ve tarihimizle uyumlu kültür kastediyorum. Çünkü, milli dehamızın tam olarak gelişmesi, ancak böyle bir kültürle sağlanabilir. Herhangi bir yabancı kültür, şimdiye kadar takip edilen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir. Fikri kültür ortamla uyumludur. O ortam milletin karakteridir..’’
Henüz Milli Bağımsızlık Savaşı’nın sona ermediği ve Lozan Antlaşması’nın imzalanmadığı günlerde Anadolu’da bir yurt gezisinde yine eğitimle ilgili olarak şunları söylemektedir:
"Arkadaşlar! Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zaferler süngü zaferleri değil, iktisat ilim ve irfan olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar kazandığı zaferler, memleketimizi gerçek kurtuluşa kavuşturmuş sayılmaz. Bu zaferler ancak gelecek zaferlerimiz için değerli bir zemin hazırlamıştır. Askeri zaferlerimizle mağrur olmayalım. Yeni ilim ve iktisat zaferlerine hazırlanalım."
Evet..Atatürk, süngü ile kazanılan bir zaferin yeterli olmadığını, bu zaferin ilim ve iktisatla taçlandırılması gerektiğini önemle vurguluyor.
1 Mart 1922’de TBMM’ni açarken yapmış olduğu söylevde ise Anadolu köylüsünün durumunu açıklıyor ve devletin ona karşı olan ödevlerine dikkat çekiyordu:
"Yüzyıllardan beri ulusumuzu yöneten hükümetler öğretim ve eğitimin genelleşmesi isteğini göstere gelmişlerdir. Ancak bu isteklerine varmak için Doğuyu ve Batıyı taklitten kurtulamadıklarından sonuç ulusumuzun bilgisizlikten kurtulamamasına varmıştır. Bu acıklı gerçek karşısında bizim izlemek zorunda olduğumuz eğitim ve öğretim siyasetinin ana çizgileri şöyle olmalıdır... Demiştim ki, bu yurdun asıl sahibi ve toplumumuzun temel öğesi köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne dek eğitim ve öğretim ışığından yoksun bırakılmıştır... "Türkiye’nin asıl sahibi ve efendisi kimdir? Bunun yanıtını hemen birlikte verelim. Türkiye’nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. Öyle ise herkesten daha çok gönence, mutluluğa ve zenginliğe en çok hak kazanan ve lâyık olan köylüdür. Bunun için TBMM Hükümeti’nin iktisadi yasası bu temel gayeyi elde etmeye yöneliktir...
Öncelikle köylünün cehaletten kurtulması gerekiyordu. Bu amaçla da 1927-1928 yılları arasında 3304 Halk Dershanesi açıldı ve bu dershanelerde Arapça harflerle okuma yazma öğretilmeye çalışılan 64.302 kişiye okur yazar belgesi verildi. Yani ortalama olarak her dershaneden( derslikten) ancak yirmi kişi okuma yazmayı öğrenebilmişti. Bu oldukça düşük bir düzeydi. Arapça harflerle milleti kısa sürede okur yazar yapmak mümkün değildi.
İşte bu sebeple 1 Kasım 1928 de Harf İnkılabı ile Arap harflerinden Latin Alfabesi dediğimiz ve bu gün kullandığımız harflere geçildi. Ancak sorun hâla devam ediyordu. Bu yeni harfleri kim öğretecekti? Diğer bir sorun da millet gönüllü olarak bu yeni harfleri öğrenmek için seferber olacak mıydı? Yine de öncelikli sorun bu harfleri kimin öğreteceği idi.
O günün şartlarında bu sorunu çözmenin en mantıklı şekli Millet Mektepleri idi.
Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey’in hazırladığı “Millet Mektepleri Talimatnamesi” (Yönetmeliği) 11 Kasım 1928’de Bakanlar Kurulu’nda onaylandı ve 7284 sayılı Bakanlar Kurulu kararının 24 Kasım 1928’de Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla yürürlüğe girdi.
Yönetmeliğe göre daha önce okuma yazma bilsin bilmesin 16-30 yaş arası her Türk vatandaşının kurulacak Millet Mektepleri’nde kurs görmesi zorunlu idi. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, bu okulların Genel Başkanlığını ve “Başöğretmenliği”ni üstlendi. Kadın erkek her Türk vatandaşı da bu kurumun üyesi ve yardımcı organı kabul edildi.
Yani milletin kendisinin gönüllü olup olmamasına bakılmadan yeni harflerle okuma yazma öğrenmesinin zorunlu olduğu ilkesi kabul edildi.16-30 yaş arası Herkes okuma yazmayı ya öğrenecek ya öğrenecekti. Gönüllü olarak kurslara katılmak diğer yaş grubu için söz konusuydu. Ancak hâla önemli bir sorun vardı? Yönetmelik filan iyiydi de yeni harfleri kim öğretecekti vatandaşa?
Atatürk’ten Harf inkılabı ile ilgili çok güzel anı vardır. Kısaca ondan bahsedelim ki bu konunun ne kadar kısa zamanda nasıl halledildiği anlaşılsın.
Falih Rıfkı Atay eski yazıyla yeni yazının bir süre yan yana kullanılmasını önermiş, Mustafa Kemal, “Bu ya üç ayda olur, ya hiç olmaz. Çocuğum, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. Arada bir iç harb, bir iç buhran, bir terslik oldu mu, bizim yazı da Enver’in yazısına döner. Hemen terk olunuverir,” demişti.
Enver’in yani Enver Paşa’nın yazısı neydi peki?
Zannedildiği gibi Arap harflerinin değiştirilmesi düşüncesi ilk olarak Atatürk’ün kafasında belirmiş bir düşünce değildi Şimdi pek çok okuyucum ve Osmanlıcı arkadaş şaşıracaktır belki ama Arap harflerinden Latin Harflerine geçme düşüncesi ilk olarak II. Abdülhamit’in kafasından geçmiş, hatta bu konuda ufaktan ufaktan ön çalışmalara da başlanmıştı. Daha da ilginci neydi biliyor musunuz? II. Abdülhamit’in bu fikrine İttihat ve Terakkinin bir numaralı adamı olan Enver Paşa karşıydı. Oysa terakki ilerleme demekti.
Yanlış anlaşılmasın. Enver Paşa da Alfabenin değişmesini istiyordu ama bakın nasıl?
Enver Paşa diyordu ki Arap harfleri olsun alfabemiz ama harfler bitiştirilmeden yazılsın.
Arap Harfleriyle okuyup yazma bilmeyenler pek anlamadı tabii ki Enver Pşanın bu dahiyane (!) düşüncesini. Durun bir örnek vereyim:
Enver Paşa diyordu ki: Mesela ‘’ Baba ‘’ kelimesi بابا olarak değil de ب ا ب ا olarak yazılsın. ( Harfler bitiştirilmeden ayrı ayrı )
Nitekim 1909 da II. Abdülhamit tahttan indirilince bu yönde çalışmalara başladı ama tutturamadı tabii ki. Atatürk’ün bahsettiği ‘’Enver’in Yazısı’’ olayı buydu işte.
Latin alfabesi ile ilk uygulamaları bizzat Mustafa Kemal yaptı. 15 Eylül 1929 günü Sinop’ta, Köy Yatı Okulu’nun bahçesinde iki saat tahta başında halka ders vermiş, arabacı Bekir Ağa’ya yeni harflerden birkaç harf öğretmişti. 28 Eylül 1928’te Gemlik’te gazozcu Haydar, tuhafiyeci Yahya, zahireci İsmail, Bekir Ali, Adil ve Hüseyin, zürradan Ethem, zeytinci Mustafa, Sait, bakkal Osman ve Halit efendilere hitaben çektiği telgrafta şöyle diyordu: “Okuma ve yazmayı bir haftada öğrenmek gayretini gösterdiğinizden memnun oldum, tebrik ederim….
Yani anlayacağınız yeni alfabe ve bu alfabeyi öğreteceklerin yetiştirilmesi oldukça hızlı yürüyen bir iş oldu. Hatta bu yeni harfler için marş bile bestelendi Osman Zeki Üngör tarafından ( 1929 yılında )
Millet Mekteplerinin resmen açılışı ise 1 Ocak 1929’da gerçekleşti. O gün, yurtta “Maarif Bayramı” olarak kutlandı. Ne var ki Millet Mekteplerinin mimarı olan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey açılış günü apandisit nedeniyle hayatını kaybetti. Başbakan İnönü, iki ay boyunca Mustafa Necati’nin yerine birini atayamadı. Görevi vekâleten kendisi yürüttü.
Eğitim seferberliğinin başladığı ilk yılda (1929) 20.487 derslik açıldı; 1.075.500 kişi bu okullara devam etti ve 597.010 kişi okuma yazma öğrenerek belge aldı.( Yani günümüzdeki okuma yazma kurslarında olduğu gibi kursa katılan herkese okur yazar belgesi verilmedi. Gerçekten öğrenenler aldı bu belgeyi.)
1927-1928 yılları arasında Arapça harflerle yapılan okuma yazma uygulamasında her dershane 20 öğrenciye okuma yazma öğretmişken, Latin Harfleri ile yapılan uygulamada her Millet Mektebi dersliğinde bu sayı 29 a çıkmıştı.
Tüm dünyada Ekonomik bunalımın olduğu o yıllarda Millet mekteplerine yeterli ödenek ayrılamamasına ve dolayısıyla bir takım aksaklıkların yaşanmasına rağmen üç yılın sonunda okuma yazma öğrenenlerin sayısı 1.250.000 i geçmişti.
Daha sonraları Ülkede, “Sabit”, “Seyyar(Gezici)’’, “Özel” olmak üzere üç tür Millet Mektebi hizmet vermiştir. Bunlara daha sonra “Köy Yatı Mektepleri” ile “Halk Okuma Odaları” eklenmiştir.
Sabit Millet Mektepleri; eğitimin okul, kahvehane, cami, köy odası gibi mekanlarda gerçekleştiği mekteplerdi. Gündüz çocuklar, akşam yetişkinler ders görürdü. Nüfusu yoğun yerleşim yerlerinde sabit millet mektepleri açılırdı.
Gezici Millet Mektepleri ise okulu olmayan köylerde yalnızca bir dönem için açılırdı. Kış heyeti Kasım ayından Şubat sonuna kadar çalışmalarını sürdürürdü. Kış heyeti gönderilemeyen bölgelere yaz dershaneleri açılmıştır.
Özel Millet Mektepleri, hapishaneler, bankalar gibi bazı devlet kurumları ile büyük çiftlik ve fabrikalarda çalışanların okur yazar hale getirilmesi için açılan okullardır. Halkın, kendisine yakın işletmelerde personel için açılan kurslardan yararlanması için çalışılmıştır.
Köy Yatı Dershaneleri, okulu olmayan köylerdeki çocuklar için il ve ilçe merkezlerinde açılan, giderlerinin bir kısmı Millet Mekteplerince karşılanan dershanelerdi. Amaç, bu dershanelerde okuma-yazma öğrenen çocukların köylerine döndüklerinde diğer çocuklara okuma-yazma öğretmesi idi.
“Halk Okuma Odaları”, halka okuma yazmayı sevdirmek, unutmamalarını sağlamak ve pratik bilgiler almalarına yardımcı olmak üzere 1930’dan itibaren açılmış dershanelerdi. 1933 yılında sayısı 778’e ulaşan bu odalar Millet Mekteplerinin bir yan kuruluşu olarak kabul edilirler.
Millet Mektepleri, Köy Yatı Dershaneleri ve Okuma Odaları güzel uygulamalardı ancak sorun sadece insanların okuma yazma öğrenmesi değildi. Çünkü eğitim, sadece okuma yazmadan ibaret değildi. Özellikle ‘’ Milletin efendisi’’ denilen köylü için dahası yapılmalıydı.
Bu aşamada amacı halkı salt okur yazarlıkta, temel bilgilerde değil, kültürel toplumsal ve güzel sanatlar alanında geliştirmek, ulusal değerleri çağdaş yöntemlerle işleyip zenginleştirmek ve Atatürk inkılap ve ilkelerini yaymak ve kökleştirmek olan Halk Evleri Türk Ocakları ve Öğretmen Birliklerini de içine alan bir yapı olarak 19 Şubat 1932’de 14 il merkezinde bizzat Atatürk tarafından kurdurulmuştur.
Ancak şehirlerde elde edilen başarılar köylerde alınamamış, bu durum ise dikkatlerin köylere çekilmesine sebep olmuştur.
DEVAMI GELECEK BÖLÜMDE.
KAYNAK
1- Vikipedi – Köy Enstitüleri
2- Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri Dr. Necdet AYSAL
3- Falih Rıfkı Atay, “Yeni Yazı”, Türk Dili, Sayı 23
4- İbrahim Necmi Dilmen, “Harf İnkılâbı”, Türk Dili-Belleten, S. 31-32
NOT: BÜYÜK ÖLÇÜDE ALINTI BİR YAZIDIR.
RESİMLER:
1-1929 YILINDA BU GÜNKÜ KIRKLARELİ İLİMİZİN KOFÇAZ İLÇESİNE BAĞLI ELMACIK KÖYÜNDEN( Tahmini olarak söylüyorum zira bir başka Elmacık Köyü bulamadım. ) BİR MİLLET MEKTEBİ MANZARASI:
Soldaki kara tahtada ‘’ Elmacık Millet Mektebi 15 Nisan 1929’’ yazıyor. Sağdaki Kara tahtada ise ‘’ Bizi cehaletten kurtaran ulu Gazi var ol’’ yazmakta.
2- Yine bir Millet Mektebi... Kapı önünde oldukça genç, - hatta çocuk sayılacak- başı şapkalı, boynu kravatlı öğretmen ile yaşlı bir nine… Yasa 16-30 Yaş arasına zorunlu dediğine göre bu nine gönüllü mü gidiyor yoksa kimsenin yasayı taktığı yok ‘’ maksat okur yazar oranı yüksek görünsün’’ diye zorla mı o kursa tabi tutturuluyor orasını bilmek zor. Yüzündeki ifade bana hiç de gönüllü gibi gelmese de yine de net bir şey söylenemez.