3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1841
Okunma

HAYVAN’ın HAKLARI
"Hayvanın da hakkı mı olur beyim? Hakkı olsa, Allah onu hayvan yapar mıydı hiç? " Trakya’da bir adamı köpek ısırdı bahanesiyle bütün köyün köpeklerini silahla vuran, analarını tüfekle öldürüp, altı yavrusunu mermi harcamaya değmez diye düşünerek , diri diri toprağa gömen hayvan düşmanı muhtarın lafları bunlar.
Neden hayvan sevmez olduğumuzu anlamak çok zor. Oysa dinimiz tamamen sevgi üzerine kurulu. Öyle ki; sadece hayvanları değil, Allahın yarattığı her şeyi , taşı toprağı, böceği çiçeği , suyu havayı, her şeyi sevmeyi , her yaratılana saygı gösterilmesini emreden bir din, üstüne başkası gelmemiş.
Hele sebepsiz ve keyif için öldürmeyi, ihtiyaçtan fazla avlanmayı yasaklayan , yaşadığımız dünyada Tanrı’nın varlığını , doğanın mucizeleri ile emsalsiz kılan , iyilik , dayanışma , yaşatma ve sevgi üzerine kurulmuş, en son, en akılcı ve en güzel din,dinimiz.
Bu istenilen , o yüce kitabın içine , çoğunlukla kelimelerin arasına serpiştirilmek suretiyle anlatılmış. Ama henüz Kur’ anın anlamını bilmeyen , onu hiç okumamış ,sadece ne yazdığını bilmeden , anlamadan dinlemiş; sonra da kendisini Müslüman zanneden yorumsuz kafalı büyük bir grup var. Bazı kelimeler birden fazla anlama gelirmiş. O zaman bu kitabı sadece Araplar mı anlayacak, biz Arapça bilmiyoruz diye. Devam et ustam, anlamadan , dinlemeden, huzurla.
Bir bahar sabahı, İran hududuna doğru 24ncü Km deyiz .Cebri yürüyüşümüzün bitmesine daha 46 Km var. Lanet bot ,sol ayağımı topuk üzerinden vuruyor. Pamuk falan koyuyorum ama yine de çok canım yanmakta. Sırtımda ki çanta 19 Kğ ve çantamdan nefret ediyorum . Bir köy yolunda ilerliyoruz . Yürüyüş tempomuz çok hızlı . Erler bazen koşarak arayı kapatmak zorunda kalıyorlar. Dere yataklarındaki birkaç zayıf ağaçtan başka yeşil yok etrafta. Bolu’ da ki, yürüyüşlerimiz geliyor aklıma . Kuş sesleri , sincaplar, çeşit çeşit orman çiçekleri, geçtiğimiz köylerde soğuk su ikram eden , bazen de çökelekli dürümler gönderen kadınlar, çocuklar.
Birden yürüyüş kolunun sağ tarafında, havaya çifteler atarak koşan, sıska ama sevimli bir eşek beliriyor . Onun arada bir de yüksek sesli gaz çıkartması bizi gülümsetiyor. O hepimizi mutlu etmiş olmalı ki, erler biraz daha dirilerek birbirlerine şaka bile yapıyorlar. Anırmasına cevap İstanbul ’lu Hakan’dan;
“Valla amca, Yusuf’u görmedim. Cırcır olmuş helaya zor atmış kendini. Gelince aradığını söylerim.”
Yusuf gerçekten isal olmuş ve kısacık molalarda bile, bir koşu nereyi bulursa oraya yapıyor. Kan ter içinde , perişan ve dokunsan düşecek neredeyse ama yine de cevap veriyor.
“Eşek kardeş , Hakan’ a İstanbul’dan mektup mu getirdin ? Gel gel, uzak durma, benim iki sıra önümde yürüyor. “
Erler böyle şakalaşırken , eşek yine yanımızdan bir koşu geçip ileride otun gür çıktığı bir yerde durarak, adeta bizi beklemeye başlıyor. Eşeğe yaklaşırken , bizi yok sayan iriyarı bir köylünün de, küfürler savurarak eşeğe doğru koştuğunu görüyoruz. Belli ki eşeği kaçmış bir adamın sinir ve halet-i ruh iyesi içinde.
Gözlerimiz eşek ve sahibi olan eşek oğlu eşeğin hareketlerine takılı olarak onlara tam yaklaşıyoruz ki, adam yerden epey büyük bir kaya alarak , hala otlamaya devam eden eşeğin arkasından yaklaşıp bütün gücü ile cılız sağ kalçasının dışarıya çıkıntı yapan kemiğine indiriyor.
“KRAACCH”
Bu lanet kemik kırılma sesini yazmama imkan yok ama dimağımdan hiç silinmeden hala kulaklarımda takılı taşırım. Hemen fırlayarak ,
“Dur ne yapıyorsun? Sakın vurma öldüreceksin hayvanı “diye eşeği kurtarmaya koşuyorum. O sırada aynı yere ikinci defa iniyor sivri kaya. Eşek olduğu yere çökerken , sağ arka bacağı kalçadan dışarıya doğru açılıyor. Elinde koca kaya ile adam beni duymuyor bile. Tek çarem ona bir sağ direkt yumruk çıkmak. Yumruğumun çok güzel oturduğu , adamın kanla karışık avucuna düşen iki ön dişinden belli.
Boğuk sesiyle bağıran adam , bu hayvan tanımaz hayvanların sesini haykırıyor sanki.
“Merkep benim değel mi? İster vururam, ister öldürürem. Sağa ne?”
Senin değil ulan ayı, bu eşeğe bakacak, besleyeceksin, böyle bir deri bir kemik olmayacak, karşılığında ona yük taşıtacaksın . Ama ona Allahın verdiği canı, asla alamazsın, ona az yem veremezsin, onu kötü yerde barındıramazsın. Hele ona böyle vicdansızca vurarak, onu yaralayamaz, öldüremezsin. İnsansan, onun hakları olduğunu bilecek , Allahın insanlara en faydalı bir yarattığını hor görmeyeceksin. Sen ayı veya kurt değilsin.
Eşek acıdan ağzını açmış, acıklı sesler çıkartarak böğürüyordu. Yanına oturduğumda o güzel iri gözlerinden akan yaşları görmüştüm. Telsizle arkamızdan gelen ambulansı çağırdım. Veteriner yoktu ama doktor da kalçanın parçalandığı bacağı yukarıya doğru kaldırınca, başını olumsuz manasına sallamıştı. Tedavi şekli tekti. Çünkü ben çocukken bizim atımızın da sağ arka bacağı kırılmıştı ve babam da aynı şeyi yaparak atı kurtarmıştı.
Sabah aldığım küçük not, Patnos Savcısından geliyordu. Benden bir yaş küçük olmasına rağmen bana “Ağabey “diyen çok efendi bir insandı.
“Ya Abi , ne yaptın yine? Adamın hem eşeğini öldürmüşsün hem de şahsına darp yapmışsın.” Gülerek söylediği bu sözler anlatılanlara inanmadım der gibiydi. Zor bir şeydi eşek katili olarak yargılanmak. Hele ki, hayvanları çok sevdiğimi bilenler şaşıracaktı bu işe.
Durumu özetle anlatmıştım savcıya. Sonunda eşeğin can bedelini ödemiş , Ağrı’da iki ön diş yaptırmıştım , hayvan hakları tanımayan , hayvan adama. Epey pahalıya geldi cılız eşek, toraman eşek fiyatına saymışlardı. Kendimi temize çıkartmak için maaşımın yarısını feda edip, o ayı borçla geçirebilmiştim.
Kurallar; hayvan hakları için değil, hayvan oğlu hayvanın haklarına çalışmıştı, bir kez daha.
E. Yaşar Ovalı 16.06.2015