13
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1714
Okunma

Bu gün için aslında konumuz çok farklıydı. Başladığım bir dizi yazısına devam edecektim ama bir arkadaşımın dünkü yazımın yorumuna cevap yazarken bende canlanan bir anıyı anlatayım istedim. Böylece yazı dalındaki ana branşım olan mizaha dönmek istedim kısacası ( Bahsettiğim yazı dizisi devam edecek elbette )
Sanırım bütün arkadaşlar tanırlar Robin Williams’ı…Ben özellikle Good Morning Wietnam, Patch Adams ve Ölü Ozanlar Derneği filmlerini unutamam onun. Tabii ki daha çok vardır. Yalnız onun siyah beyaz televizyon dönemlerimizden kalma Mork ve Mindi dizisini sanırım pek az arkadaşım hatırlayacaktır ( Herkes ben gibi ihtiyar mı? Nereden hatırlayacaklar ki ) Mork uzaylıdır. Mindi Dünyalı bir kız ve komik maceralar tabii ki. Mesela kızın uzattığı çiçeği yemesi gibi…Ne bilsin elin uzaylısı çiçeğin yenecek bir şey olmadığını. Şimdi Fethiyeliler itiraz ederler ‘’ Hocam çiçek yenir ‘’ diye. Yahu sizin çiçek dediğiniz karnabahardan bahsetmiyorum. Bildiğin çiçek… Mesela bir karanfil…
Neyse… Yakın zamanda aşırı uyuşturucu sebebiyle ölen Robin Williams’ın beni en etkileyen filmi Ölü Ozanlar Derneği olmuştu. Çünkü o filmde oldukça idealist bir öğretmeni canlandırıyordu. Filmi seyredince sabaha kadar uyuyamadım. Sebep? Bir an önce sabah olsun, okuluma gideyim ve o idealist öğretmenin yaptıklarının aynısını ben de yapayım arzusu ile yanıp tutuşuyordum adeta.
Heyecan içinde sabahı zor ettim ve sabahleyin kahvaltı bile etmeden fırlayıp okula gittim. Daha kapıdan içeri girer girmez tabii ki ‘’Günaydın Hocam’’ faslı başladı öğrencilerden. Ama pas vermiyorum hiç birisine. ‘’ Hocam’’ diyorlar dönüp bakmıyorum bile…Bundan sonra artık ‘’ Hocam’’ diye bir kavram olmayacaktı. Benim Robin Williams’tan ne eksiğim vardı ki? O Robin Williams ise ben de bundan sonra artık Sami Williams idim. O madem ki kendisine albay olmadığı halde ‘’Albayım’’ dedirtmişti o halde ben dört çocuk babası biri olarak niçin ‘’ Baba’’ dedirtmeyeydim ki?
İstiklal Marşını söyleyecektik ama henüz toplan zili çalmamıştı. Ben bağırarak öğrencilere toplanmalarını söyledim. Herkes sıraya girdikten sonra , henüz diğer öğretmenler ve idareciler gelmeden ilk talimatı verdim: ‘’ Bundan sonra bana baba diyeceksiniz. Hocam öldü. Unutun hocamı’’Çocuklar saf saf bakıyorlar suratıma. Bağırdım. ‘’Hocam öldü…Bundan sonra bana baba diyeceksiniz’’ Yine bakıyorlar mel mel ‘’ Anlaşıldı mı beyler, anlaşıldı mı bayanlar?’’ diye gürleyince toplu halde cevap verdiler ‘’ Anlaşıldı baba’’
Filmdeki en etkilendiğim sahnelerden birini halletmiştim. Artık bundan sonra öğrenciler bana baba diyeceklerdi.Zaten öğretmenlere lakap takmaya bayılıyorlardı. Buna da bayılmışlardı aslında.
Şimdi diyeceksiniz ki madem Robin Williams kendisine ‘’ Albayım’’ dedirtmiş sen niye ‘’ Albayım ‘’ dedirtmedin? Ah ahhh sormayın. Okulda ben yaşta bir matematik öğretmeni vardı. Ahmet Bey… Çocuklar ona Paşa diyorlardı. ( Sandıklı İHL Öğrencileri çok iyi bilir Ispartalı Paşa Ahmet’i. Pek çakmazdı ama çakınca da bir paşa gibi çakardı silleyi.) E şimdi okulda bir paşa varken ‘’Albayım’’ olmazdı herhalde değil mi? O yüzden baba daha uygun geldi bana. Canım hem bir öğretmen aynı zamanda öğrencilerinin babası değil midir? ‘’Albayım’’ dan daha anlamlı değil mi baba?
İstiklal Marşını okuttum ( Tüm görev yaptığım okullarda yirmi sekiz sene boyunca her Pazartesi sabahı ve her Cuma son dersten sonra hep ben okutmuşumdur . En büyük gururum da budur ) Sınıfa girdim. Tüm öğrenciler ayağa kalktı tabii ki
-Günaydın çocuklar
- Günaydınnnnn
-Olmadı. Günaydın ne?
Köftehorlar çaktılar anında köfteyi.
-Günaydın çocuklar
-Günaydın baba
-Çok güzeeelllll….
Bir de İmam-Hatip usulü selam verelim bakalım…..
-Selamün aleyküm çocuklar…
-Aleyküm selam baba…
Helal benim yavrularıma. Mesajı anında almışlar.
Huzur ve huşu içinde derse başlayabilirdim artık ve de filmdeki en etkilendiğim ikinci sahnedeydi sıra. Ancak bir mesele daha vardı halledilecek. Bu mekana artık sınıf diyemezdik. Gerçi filmde dernek tamamen okulun dışında bir mağaraydı ama biz nereden bulacaktık şimdi ilçenin göbeğindeki bir okulda mağarayı? Gerçi okulun çok yakınlarında olup bizim çocukların bahar aylarında çağla arakladığı ( Evet imam adayları resmen hırsızlık yapar, hatta -Allah affetsin- bizi de bu suça iştirak ettirirlerdi ‘’Hocam buyurun…Kütür kütür çağla’’ diyerek ) o tepelerde bir kaç mağara varmış ama bu sakat ayakla o tepelerde ne işim var değil mi ama? Bundan böyle artık sınıflar dernek olacaktı.
Tüm sevimliliğimi takınarak tane tane konuşmaya devam ettim.
-Çocuklar bundan böyle artık sınıfsızız.
Anlamadılar tabii ki önce. Açıkladım:
- Çocuklar…Bundan sonra artık bir sınıfınız yok...Sınıfsız bir topluma ilk adımımızı atıyoruz. Bundan sonra hiç kimse size gariban dokuzuncu sınıf diyemeyecek. Kaldırıyoruz bu sınıf farkını.
Resmen devrim yapıyordum ki Castro yanımda halt etmiş. Küba’da devrim yapmak kolaydı. Sıkıysa gelsin de Sandıklı İmam-Hatip ve Anadolu İmam-Hatip Lisesinde yapsındı o devrimi.
Sordu biri?
-Hocam…Pardon Baba ! Dokuzuncu sınıf olmayacağımıza göre ne olacağız?
Güzel soruydu aslında ama buna hazırlıklı değildim. Zira filmde öğrenciler ile öğretmen arasında böyle bir muhabbet olmamıştı. Çocukların suratlarına baktım. Hiç birisi ozana benzemiyordu. O halde ‘’ Ölü Ozanlar Derneği olamazdı’’ Bir daha baktım çocuklara ve buldum: ‘’ Ölü Sazanlar Derneği’’ Sevinçle haykırdım:
-Bundan sonra sınıfımız değil artık bir derneğimiz var. O derneğin adı da ‘’Ölü Sazanlar Derneği.’’
Derneğin adını bulmuştuk. Tüzüğünü hazırlamak da kolaydı ama tabii ki -Can Yücel’in de dediği gibi ‘’ Mesele aslında tüzük değil, büzük meselesiydi’’ O tüzüğü nasıl hayata geçirirdik , işte orası oldukça zordu. Gerçi azmin elinden hiç bir şey kurtulmazdı ama Azmi’nin elinden de bir şey kurtulmuyordu Sandıklı İ.H.L de ( Azmi, Okulun Müdür baş yardımcısıydı o zamanlar...Biraz sonra daha iyi tanıyacaksınız )
Artık bu kokuşmuş, bu köhne müfredata son vererek, zavallı çocuklarımı bir sürü işe yaramaz bilgi yığınından kurtarmaya gelmişti sıra. Derhal emrettim:
-Açın bakayım kitaplarınızı
Herkes kitaplarını açtı
-Şimdi sayfa on sekizden sayfa kırka kadar olan tüm sayfaları yırtın.
Çocuklar şokta. Nereden bilsinler Robin Williamsın ‘’ Ölü Ozanlar Derneği ‘’ Filminde böyle bir sahne olduğunu ve benim bu sahneden çok etkilendiğimi.? Öğrencilerin çoğu yatılı zaten.Onların film seyretmesi ancak hafta sonlarında. Yatılı olmayanlar da yabancı film seyretmez pek… Eşşek sıpaları ‘’ Temel İç Güdü’’yü seyreder de ( Bunun hikayesini yazdığım için o konuya girmiyorum artık. Yalnız o gün ağızlarının suyu akarak o filmi seyredenlerin şimdi imamlık yaptığını görmek hep gülümsememe sebep olur…Gençlik işte. Bunun imam Hatiplisi, düz liselisi olmuyor. Genç gençtir ) Evet Temel İç Güdüyü seyrederlerdi ama Ölü Ozanlar Derneğini seyretmezlerdi. Seyreden olsa zaten derdi ‘’Aaa ben bu sahneyi dünkü filmde görmüştüm’’ diye
Önce şaşırdılar tabii ki. Mecburen on sekiz numaralı bakışımı fırlattım. Bu, ‘’ İsterseniz sözlüye kaldırayım ha?’’ Bakışıydı . Çok zeki çocuklardı benim kuzucuklarım. Anında alırlardı mesajı. Kitap sayfaları yırtılmaya başlandı ( Gerçekten de -sayfa numaralarını unutmuş olsam da o sayfalardaki bilgiler hiçbir işe yarayacak şeyler değildi. )
-Aferiiinnnn..Şimdi de yetmiş beş ile yüz ikinci sayfalar arasını yırtıyoruz.
Kitaplar resmen Nasrettin Hoca’nın kuşuna döndü ama bu arada ben emretmediğim halde sınıfta bir kağıttan uçak savaşı başladı. Sınıf resmen kontrolden çıkmak üzere. Oysa filmde böyle bir şey yoktu.( Hatırlamıyordum doğrusu) Elin gavurlarının evlatları uslu uslu yırtmışlar ve yerlerinde uslu uslu oturmuşlardı. Bizim Müslüman evlatları ise kağıttan uçak savaşı yapıyordu. Diğer taraftan ders neredeyse bitecekti oysa daha üçüncü sahne vardı.
Robin Williams’a ayıp olacaktı ama artık dizginleri ele almam gerektiği için bağırdım
-Hooooppp. Ne oluyor yahu? Burası dernek mi dingonun ahırı mı? Hemen oturun yerlerinize yoksa topluca disiplin kuruluna veririm hepinizi?
Disiplin kurulu deyince hepsini buz kesti adeta. Çünkü okulun Müdür Başyardımcısı Azmi Bey kurul başkanıydı ve bizim disiplin kurulu 2. Şubeye rahmet okuturdu o yıllarda. Sağ girip de hasarsız çıkmak mümkün değildi. Öyle kınamaymış, mahrumiyetmiş, uzaklaştırmaymış gibi cezalar çok nadir verilir, genel olarak… Sandıklılı Azmi, Ispartalı( Uluborlulu ) Cemil ve Muğlalı( Milaslı ) Hasan Ali Bey üçlüsü tarafından toz silkeleme cezası uygulanırdı.Hele de Hasan Ali… ‘’Seni Hasan Ali Bey’e şikayet edeceğim’’ Dediğim bir öğrencinin ‘’Hocam kulun, köpeğin olayım. Sen istersen kes beni ama ne olur onun ellerine teslim etme’’ diye yalvardığını çok iyi hatırlarım.
Böyle yazınca şimdi okuyanlar bizim okulu Auschwitz toplama kampı sanacaklar ama tabii ki uzaktan yakından alakası yoktu. Yani en azından o kadar da değildi.
Bir tek can yoldaşım Sandıklılı İbrahim Bey dokkandırmazdı öğrencilere o sadece ‘’ ne ayıp, hiç yakışıyor mu size?’’ der salardı karşısına gelen öğrencileri. Okul Müdürü Amasyalı ( Gümüşhacıköy) Cevdet Bey, en kızdığı zaman bile en fazla ‘’ Vay hain vay’’ derdi. O kıyamazdı öğrenci kısmına. İlle velakin Çakırcalı Mehmet Efe gibiydi uygulaması.
Çakırcalı Mehmet Efe her hangi biri cezalandırılacağında yoldaşlarından ve çetenin ikinci adamı olan Hacı’ya ‘’ Ben namazımı kılıncaya kadar sen de vatandaşla yakından ilgilen ‘’ dermiş lakin üç rekatlık akşam namazının farzını otuz- kırk rekat olarak kılarmış ya işte o hesaptı Cevdet Müdür… Kendisi asla dokkanmaz ama dokkandırana da ‘’ neden dokkandırıyorsun çocuklara ?‘’ demezdi.
Neyse…Disiplini ele aldıktan ve tüm öğrenciler yerlerine oturduktan sonra artık üçüncü etkilendiğim sahneye geçebilirdim:
- Çocuklar ! Şimdi kalkıyoruz ve hep birlikte sıraların üstüne çıkıyoruz.
Çocuklar yine aptal aptal birbirlerine bakıyorlar.
Bağırdım.
-Alooooo kime diyorum?
Anında kızlı erkekli hepsi sıraların üzerinde. Şamata için bahane arıyorlar zaten. Oysa ben çok ciddiyim. Bir şeyleri protesto edeceğiz. Çocuklar soruyor tabii ki ‘’ Hocam niçin sıraların üzerine çıkıyoruz? ‘’ diye. Aslında köhne eğitim anlayışını protesto ediyoruz da bunu öğrencilere söyleyip daha sonra da Milli Eğitim müdürlüğünün kulağına giderse işten atılma korkusu var. Hiç der miyim ‘’ Köhne eğitim sistemini protesto ediyoruz’’ diye. ‘’ Ulan evladım kırk yılın başı bir şey istedim sizden, bin tane soru sordunuz. Öyle gerektiği için öyle’’ deyip kapattım konuyu.
Çocuklar sıraların üzerinde ayakta…Birden sınıfın…Pardon, derneğimizin kapısı önce çalındı sonra ben daha ‘’ Geeelll’’ demeden, içeri Müdür Baş yardımcısı Azmi Bey girdi. Sadece öğrencileri değil, öğretmenleri de titreten Azmi Bey yani…
- Hocam bu ne hal böyle?
Suçu çocukların üzerine atsam olmayacak. Zaten onların hiç bir suçu yok… Aslında ortada bir suç da yok. Gayet legal ve demokratik bir eylem yapıyoruz.
O bir kaç saniyelik kıvırma payında beynim tıkır tıkır düşünüyor ‘’ Filmde böyle bir sahne var mıydı? Vardıysa Robin kardeş ne yapmıştı? ‘’ I ıh…Filmde böyle bir sahne yoktu. Ya da Azmi Hocayı gördüğüm andan itibaren o sahne tamamen çıktı hafızamdan. Bilgisayar tabiriyle delete oldu.
Ben susunca çocuklara döndü Azmi Hoca ve gürledi
- Ne işiniz var sizin sıraların üzerinde?
Hainler…Hepsi birden parmaklarını bana uzattılar.
- Baba çıkmamızı emretti
Azmi Beyin zaten esmer olan yüzü daha da esmerleşti.
- Baba mı?
Hep birden cevap verdi hain öğrencilerim
-Evet hocam . Kendisine bundan böyle baba dememizi de o istedi.
Yok arkadaş…Resmen vatan haini bunlar. Hani askere filan gitseler, bir savaş olsa, düşman eline esir düşseler hiç bir işkence görmeden tüm sırları bülbül gibi öter bunlar…Aaaah ahhhh. Lise Coğrafya öğretmenim rahmetli Köfte Nuri, öğretmen olacağımı öğrendiğinde demişti ‘’ Evladım çok dikkatli ol, öğrenci kısmına güvenilmez’’ diye de dinlememiştim onu. Meğer ne kadar haklıymış.
Azmi Bey yine gürledi.
-İnin aşağı ve çıkın sınıftan.
Çocuklar sınıftan çıktı. Bu süre içinde ben kara kara düşünüyorum bu duruma nasıl mantıklı bir açıklama yapacağımı.
Azmi Bey tekrar sordu:
-Hocam nedir bu olayın aslı astarı anlat bakalım.
Kısaca ‘’ Şeyyy… Film ‘’ dedim. Başladı gülmeye. ‘’ Desene sen dün akşam Ölü Ozanlar Derneği filmini seyrettin? ‘’ Hayret bir şeydi ama Azmi Bey de seyretmişti o filmi. ‘’ Evet’’ dedim. Bu sefer daha da gülmeye başladı ve kapıyı açıp hizmetliyi çağırdı.
-Mustafa acele ıslak bir bez al gel.
‘’Yok artık ‘’ dedim içimden. İz kalmasın diye ıslak bezle mi dövecekti beni? Koskoca okulun koskoca öğretmenini? Buna asla müsaade etmeyecek, gerekirse kanımın son damlasına kadar vuruşacaktım. ‘’Oğlum Sami , Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ‘’ dedim içimden ve tüm organlarıma önce seferberlik, sonra taarruza hazırlık emri verdim. ( Bedri abim , Tacettin Abim, gazi binbaşı Eyüp Yaşar abim ve gazi yarbay Hüseyin kardeşim[ Hepsi bu sitenin yazarlarıdır] daha iyi bilirler o anda nasıl bir vaziyet aldığımı ) Ölmek var, ricat asla yoktu. Yer demir, gök bakırdı o andan itibaren. Gerekirse gök girip kızıl çıkacaktı. İçimden ‘’ Allah Allah İllallah, Baş üryan, sine püryan, kılıç al kan, bu meydanda nice başlar kesilir, hiç olmaz soran, kahrımız kılcımız düşmana ziyan, kulluğumuz padişahımıza ayan. Üçler, yediler, kırklar, pirimiz üstadımız Hacı Bektaş Veli demine devranına hu diyeli huuuu’’ diyerek yeniçeri gülbankımı da okudum bir güzelce
Mustafa bir dakika geçmeden ıslak bir bezle geldi. Onu gönderdikten sonra Azmi Bey bezi bana uzattı.
-Hocam o filmde bir sahne vardı. Hani öğrenciler sıraların üstüne çıkmıştı ya?
- Eeeee?
-Hatırlamıyor musunuz hocam? Daha sonra onları sıraların üstüne çıkaran öğretmen tüm sıralardaki ayak izlerini ıslak bezle silmişti
-Allah Allah öyle bir sahne var mıydı? Hiç hatırlamıyorum
-Vardı vardı...Unutmuşsunuz sanırım. Buyurun başlayın haydi de film eksik kalmasın.
Ben bir taraftan sıraları silerken bir taraftan Düşünüp duruyordum ‘’ Ya böyle bir sahne var mıydı o filmde?’’ diye.
Kitap sayfalarını yırttırma olayı sebebiyle bazı öğrenci velilerinin adeta okulu basması, o velilere okul idaresinin makul ve mantıklı bir açıklama yapabilmek için nasıl ter döktüğünü filan anlatmama gerek yok sanırım. Hele hele öğrencilerin daha sonra gaza gelip özellikle matematik ders kitabını kuşa çevirmeleri ve Paşa Ahmet’in gazabını ise hiç anlatmayayım daha iyi.
Peki o anıdan kala kala ne kaldı geriye?
Tabii ki şimdi her şey unutuldu. Belki de o günü hatırlayan bile olmaz ama bir şey unutulmadı. O gün bu gün o okuldan mezun ettiğim öğrenciler, en azından o sınıfın öğrencileri hâla bana ‘’BABA’’ derler.
Bir de Avrupa’ın ya da Amerika’nın diktiği gömleğin bize her zaman ya çok dar, ya da çok bol geldiğini örneği ile yaşamış olmak kaldı o anıdan kala kala.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kısmen kurgu kısmen gerçek olan bu anı yazım için gerçek isimlerini zikrettiğim tüm öğretmen arkadaşlarımın ve okul hizmetlimizin engin hoşgörüsüne sığınıyor hepsini çok çok sevdiğimi ve özlediğimi bilmelerini rica ediyorum ( Zaten biliyorlar ama olsun. Onları ve tüm öğrencilerimi çok çok sevdiğimi söylemek hoşuma gidiyor….SİZİ ÇOK SEVİYORUM DEĞERLİ MESLEKTAŞLARIM VE CANIM ÖĞRENCİLERİM…SENİ DE ÇOK SEVİYORUM SEVGİLİ MUSTAFA. )
Bu arada…Sırf şu Patch Adams filminde canlandırdığın karakter için - Ölüm sebebin ne olursa olsun, dinin ne olursa olsun - Allahtan sana rahmet ve merhamet diliyorum sevgili Robin Williams…Dualarım kabul olur mu olmaz mı o Allah’ın bileceği iş ama niçin sana dua ettiğimi ancak ve ancak hem ‘’Patch Adams’’ Filmini seyreden, hem de engelli bir evladı olan anne ve babalar çok iyi anlayacaklardır. Eminim.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
OKUYUCU NOTU: Değerli kalem dostum İlhan Kemal’den....
’İçiniz rahat olsun, Robin Williams kendisini kemeriyle asarak öldürdü. Adli tıp raporunda alkol yada uyuşturucu etkisi altında olmadığı belirlendi. Parkinson hastalığı yüzünden meydana gelen depresyonun onu intihara süreklediği belirlendi.
Alkol ve uyuşturucu tüketimine gelince: Seksenlerin başında John Belushi’nin ölümünden sonra alkolü ve kokaini bırakmış. Ama 2003 te tekrar alkol kullanmaya başladı (Uyuşturucuya asla geri dönmediğini belirtiyor), çeşitli kereler de rehabilitasyona yattı.
KENDİSİNE ÇOK ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUM.