10
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1045
Okunma

Geçen gün berbat bir haber vardı televizyonda. Sınırlarımızdan içeri giren bir pkk lı yakalanıyor askerimiz tarafından, emniyete teslim ediliyor ama çok kısa süre içinde emniyetçe serbest bırakılıyor. Hani bu haber bir gazete ya da sosyal medya haberi olsa ‘’Yalandır olmaz öyle şey’’ diyeceğim de resmen Genel Kurmay Başkanlığının haberi. Yani yalan, provakasyon amaçlı bir düzmece haber’’ diyemiyoruz.
Demek ki çözüm süreci denen süreçte artık pkk lıları serbest bırakma aşamasına geldik.Yani adına ister Kürt sorunu, ister terör sorunu deyin işte bu sorunun çözümü için pkk nın ‘’Höt’’ bizim ise ‘’Al sana bir g.t’’ dediğimiz bir dönem başladı. Bu sorunu böyle çözeceğiz yani.
Neyse…Netice itibariyle oldukça önemli bir sorunumuz var ve bu sorunu çözmek için geçerli formüllerden birisi de ne isterlerse vermek olarak düşünülebilir. İyi de başka çözüm yolları yok mu?
Bizler maalesef bu sorunu insancıl, insana yakışır, insan onuru ile bağdaşacak bir şekilde çözelim derken olay artık pkklı teröristin salıverilmesi aşamasına gelmiş.Peki bizimle aynı sorunu yaşayan başka bir devlet bu sorunu nasıl çözmüş? Evet bizimle birlikte aynı sorunu yaşayan İran bu sorunu nasıl çözmüş ki İranda da Kürtler yaşamakta olduğu halde onların böyle otuz senede otuz bin insan kaybı gibi bir sorunları olmamış.
İran böyle bir sorunla 1945 den sonra karşı karşıya gelmiş. II. Dünya Savaşı yıllarında Sovyet Rusya’nın İran’ı işgal etmesi üzerine fırsattan istifade eden Azeriler ayaklanmışlar ve Rusya’nın desteği ile bağımsızlıklarını ilan etmişler. Azerilerin bağımsızlık ilan ettiğini gören Kürtler de ‘’Fırsat bu fırsat fırsattır’’ Diyerek ve Azerilerle bir dostluk ve saldırmazlık antlaşması yaptıktan sonra bağımsız bir Kürt devleti kurmuşlar. Bu Devleti İran’ın Mahabad şehri merkez olarak kurdukları için de devletin adı Mahabad Kürt Cumhuriyeti olmuş.(Komarî Mehabad)
Kadı Muhammed tarafından Mahabad’ın Çarçıra meydanında okunan bildiri ile kurulmuş olan bu tarihteki ilk ve tek Kürt Cumhuriyeti (Kürt devleti ) Senendec, Uşnu ve Miyandoab şehirlerini kapsadığı gibi başkenti Mahabad’dı ve doğal olarak Cumhurbaşkanı da Kadı Muhammed’di. Bir parlaemento oluşturmuşlar, on üç de bakan tayin etmişlerdi.Ayrıca çok tanıdık bir isim de Genel Kurmay Başkanı idi: Molla Mustafa Barzani.
Evet..Kasım 1945 de Azerbaycan Milli Hükümetinin hemen ardından 22 Ocak 1946 da Mahabad Cumhuriyeti kurulmuştu. Sovyet Rusya bu devlete vaad ettiği tank ve diğer ağır silahların hiç birini göndermemiş sadece 5000 tüfek göndermişti. Çünkü bölgede bağımsız veya özerk bir Kürt varlığına değil kendi emellerine uygun olarak Alman ve ingiliz çıkarlarına karşı savaşacak gönüllü maşalara ihtiyacı vardı. Nitekim Rusya 9 Mayıs 1946 da İrandan çekilince Mahabad Cumhuriyeti için tehlike çanları çalmaya başladı. Oysa kendilerince bir İstiklal marşı bestelemişlerdi( Ey Reqıp),bir bayrakları vardı her ne kadar başka hiçbir devlet Mahabad Cumhuriyetini bir devlet olarak sallamasa bile.
İran ordusu 15 Aralık 1946da Mahabad’a girdi. 31 Mart 1947de ise kendi Kürt sorununu öyle çok da kan dökmeden halletti. Asıl hedef olarak belirlediği Molla Mustafa Barzani çoktan Irak’a kaçmış olduğu için Mahabad’dan kaçmayan üç önemli lideri idam etti. Evet…Mahabad Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Kadı Muhammed, Savunma bakanı Kadı Seyfi ve Başbakan Kadı Sadrî ( Hacı baba şeyh ) İdam edildi. Hem de nerede? Kadı Muhammed’in bağımsızlık bildirisini okuduğu Çarçıra Meydanında… Fazla kan dökmeden bu on bir aylık Kürt rüyasına son verdi İran. Ortada ne Mahabad Cumhuriyetinin bayrağı ne de Mahabad Cumhuriyeti diye bir şey kaldı.
Aradan geçen zaman içinde İran kendi Kürt sorununu genelde bu yolla halletti: İbret-i Alem için oldukça kalabalık meydanlarda idam etmek...
İran’ın hiç bir zaman ‘’ Şehitler ölmez, vatan bölünmez’’ diye bir sloganı olmadı. Dağlıca, Hantepe, Bigöl,Başbağlar ve benzeri gibi katliamlar yaşadıklarını da duymadık hiç.
Gelelim bize: Biz ne yaptık?
Biz öncelikle teröristlerimizi milletvekili olarak TBMM ye soktuk. Şimdiki genç nesil her ne kadar bu gün teröristlerin TBMM de oluşunu mevcut iktidara bağlasalar da bu olayın, mevcut iktidarın henüz bir siyasi parti bile olmadığı 1991 yılında olduğunu ve üstelik bu teröristlerin bu günkü gibi kendi partilerinden değil de Atatürkçü(!) Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı(!) bir siyasi partinin milletvekili olarak meclise girdiklerini bilmezler tabii ki.
Başka ne yaptık?
Pkk nın ikinci adamı Parmaksız Zeki’yi( Şemdin Sakık) yakaladık. Henüz idam kalkmadığı halde idam edemedik.
1999 da ABD bize pkk nın başını paket servis olarak teslim etti. Onu da asamadık. Hatta bırakın asmayı İmralı Adasında beş yıldızlı otel konforunda konuk ettik. Adam masalların zümrüd-ü anka kuşu gibi gak dedi et verdik, guk dedi su verdik.
İmralı’ya girerken g.tünün korkusundan it gibi titreyip ‘’ Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hizmetindeyim’’ diyen ve o günlerde hain başı, bebek katili, terörist başı olarak isimlendirilen bu herif-i na şerif çok geçmeden ‘’Hayın’’ mertebesinden ‘’Sayın’’ mertebesine yükseldi.
‘’Aman aman bir tatsızlık olmasın ‘’ diye işe önce Kürtçe yayın yapan bir tv kanalı kurmakla başladık.Özel kanallarda da Kürtçe şarkılar, türküler gırla gitmeye başladı: Ne olduğuna hâla karar verememiş olan bir sanatçımız bile Afşar Türklüğünden Kürtlüğe yatay geçiş yaptı. Kürtçe olarak ‘’Heri vara minne’’ ( gel beni becer ) den başka bir b.k bilmeyen bazı meltemlerimiz esmer tenli, karayağız Kürt erkeklerinin altına yatmanın sırrına ermek için kuyruğa girdiler. Ama böyle ufak tefek şeyler adamları kesmiyordu. ‘’ Operasyonlar kaldırılsın’’ dediler. Kaldırdık. ‘’Biz T.C. den de uyuz kapıyoruz’’ dediler, yavaş yavaş resmi kuruluşlardan ‘’T.C.’’ ifadesini kaldırmaya başladık.
Artık meydanlara Kürdistan bayrakları ile inmeye başladılar, ‘’Aman aman bir tatsızlık olmasın’’ diyerek ses etmedik. ‘’ Biji Apo, Biji serok’’ sloganları artık sıradan şeyler oldu. Polisimiz tokatlandı, askerimiz taşlandı ‘’Aman aman bir tatsızlık olmasın ‘’ dedik. Bir kışlada bayrağımız gönderden indirildi yine ‘’Aman aman bir tatsızlık olmasın’’ dedik. Kışlalarımıza saldırıldı; askerimiz kışladan dışarı adımını atmadan savunma vaziyetinde bekledi.
İmralı adasına heyetler gönderildi.İmralıdan ayrı Kandil Dağından ayrı talimatlar geldi. Biz hâla ‘’Aman aman bir tatsızlık olmasın ‘’ demeye devam ettik. Maksat sorunu kan dökmeden çözmek. Hani kan dökülmese eyvallah da sokak ortasında askerimizi, subayımızı, polisimizi infaz ettiler.Yani kan döküldü aslında ama biz yine ‘’ Aman aman bir tatsızlık olmasın’’ demeye devam ettik.
Şehir ve kasabalardaki resmi kurumların tabelaları değişti. Türkçe tabelalar yerine Kürtçe olanlar kondu. Sokak ve cadde isimleri Kürtçeleşti. Biz yine ‘’Aman aman bir tatsızlık olmasın’’Demeye devam ettik. 6-7 Ekim 2013 tarihinde tüm Türkiye’yi yakıp yıktılar. Kurban eti dağıtmaya çıkmış on altı yaşında bir çocuğu linç ettiler ama bunca olaya rağmen darağacında sallandırılandan vaz geçtim bir tane tutuklanıp içeri alınan olmadı.
Yol kesip kimlik kontrolleri yapmaya başladılar, şehirlere vali tayin ettiler. Mahkemeler kurdular, halktan vergi toplamaya başladılar. İstiklal Marşı ıslıklanırken, İstiklal Marşı yerine Ey Reqıp marşı okunurken yine ‘’ Aman aman bir tatsızlık çıkmasın da ‘’ dedik.
Kısacası resmen ayrı bir devlet kurdular biz hâla ‘’ Aman aman bir tatsızlık olmasın ‘’ Demeye devam ediyoruz.
Evet..Oldukça önemli ve kangren olmuş bir meseleyi kan dökmeden, şehit cenazesi gelmeden halledelim derken gelinen nokta bu.
Bu gün itibariyle (04.01.2015) Selahattin Demirtaş ‘’ Geldiğimiz nokta artık bu mücadelede dananın kuyruğunun kopacağı noktadır. Dananın kuyruğu kopacaksa bugün, 100 yıl önceki gibi, kuyruk değil dana bizde kalacak.’’ Dedi.
Dananın kuyruğunun kimin elinde kalacağı hiç belli olmaz da asıl soru şu: ‘’Neden 100 yıl önce olduğu gibi?’’ Yüzyıl önce? Yani 1915te Kürtlere ne oldu ki?
İmralıdan ‘’ Size beş ay müddet veriyorum. Sabrımın son noktasındayım’’ diyen Abdullah Öcalan, bu sözü sarfettiğinde bir hesap yaptım beş ay sonrası 24 Nisan 2015 e denk geliyordu. Yani Ermenilerin soykırım diye adlandırdıkları 24 Nisan 1915 in( Ermeni Tehcirinin ) 100. Yıldönümüne…Bunun sadece bir tesadüf ve dil sürçmesi olduğunu hiç sanmıyorum. Hep aynı tarihi işaret ediyorlar. Mesela neden Koçgiri İsyanının tarihi olan 1920-21, Şeyh Sait İsyanının tarihi olan 1925, Ağrı İsyanlarının tarihi olan 1926-1930, Dersim İsyanının tarihi olan 1937-1938 değil de Ermeni Tehcirinin tarihi olan 1915?
Evet…24 Nisan 2015 te yani sözde Ermeni Soykırımının 100. Yıldönümünde dananın kuyruğu kopacağa benziyor. Hatta kesin gibi… Bakalım o kuyruk kimin, kimlerin elinde kalacak? Onu da o zaman göreceğiz. Danayı bir de kuyruksuz görelim bakalım.