8
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
8429
Okunma

Biz öğrenci olduğumuz yıllarda yani fî tarihinde, veya şimdiki neslin MÖÖÖÖÖÖÖ diye okuduğu M.Ö ( Milattan Önce ) yıllarda edebiyat derslerinde öğretmenlerimizin yazılı sınavlarda sorduğu sorulardan biri mutlaka ‘’ Bu yazının, ya da bu şiirin ana fikri nedir?’’ Sorusuydu. Biz de şiiri okur ona göre yanıtlardık.
Aslında o dönemlerde sınav değil imtihan yapılır, soru değil sual sorulur ve yanıt değil cevap verilirdi ya neyse. O kısma girmeyelim.
Bizler her ne kadar hoca desek de asıl mesleği öğretmenlik olan zât-ı muhteremler önümüze koyarlardı bir şiir ve derlerdi: ‘’ Ha bunun anasının fikri-zikri nedir bul bakalım ‘’ Yok…Şaka…Öyle demezlerdi tabii ki ‘’Aşağıdaki şiirin ana fikri nedir yazınız’’ Derlerdi.
Farz edelim şiir şu olsun:
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.
Ben böyle bir şiirin ana fikri olarak ( Ama doğru ama yanlış ) şunları yazardım : İstanbul, her türlü kargaşasına, gürültüsüne, değişik meslek ve değişik karakterde insanları içinde barındırmasına rağmen dünyanın en güzel ve yaşanılası şehridir.’’ Yani doğru ya da yanlış bir fikir yazardım.
Şiirin ana fikrini doğru ya da yanlış tespit etmek değil anlatmaya çalıştığım. Netice olarak bir fikir ortaya koyabilmek.
Şimdi gelin bir de günümüzde yapmış olalım bu sınavı ve aynı soruyu mini mini ilk okul, ergenlik sivilceleriyle başı dertte olan orta okul, ya da artık koca kazık olmaya başlamış lise öğrencilerine değil de doğrudan doğruya bu memleketin şair ve yazarlarına soralım. Evet…Şiir kitapları çıkaran, yazdıkları şiirlere besteler yapılan, şiir dendiği zaman burnundan kıl aldırmayan, çok sıkıştırırsanız ‘’ Ben şiirlerimi yüreğimle yazıyorum kardeşim.’’ diyen ( Biz g.tümüzle yazıyoruz ya ) bir şair ya da şaireye soralım bu şiirin ana fikrini.
E haydi Bismillah. Başlayalım.
-Sayın şairim/şairem sizce bu şiirin anafikri nedir?
-Oooooo işte bu şiire bayılırım. Büyük bir halk ozanı olan Ahmet Mete Işıkara’nın yedi nokta dört şiddetinde hece ölçüsüyle yazdığı muhteşem bir eserdir bu ‘’ İstambulu Dinliyorum Gözlerim Kapalı’’ ( İstanbul değil- İstambul )
Gözleriniz büyür, büyür, ‘’Faltaşı’’ benzetmesi artık sizin gözlerinizin o anki hali için yetersizdir. ‘’Vatandaşın Orhan Veli’yi halk ozanı yapmasına ‘’Eyvallah’’ deseniz de Orhan Veli’nin evrim geçirerek Deprem Dede Ahmet Mete Işıkara’ya evrilmesine siz de gözlerinizi kapatsanız da ve hatta bu serbest şiirin yedi nokta dört şiddetinde hece ölçüsüyle yazıldığı yolundaki suç isnadına itiraz etmesiniz de canım İstanbul’un İstambul yapılmasına dayanamazsınız’’ diyeceğimi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Tam aksine bu müthiş (!) tespit (!)karşısında bir alkış kopar.
-Eee. Şiirin ana fikri?
-Evet efendim gelelim şiirin ana fikrine:
Efendim burada bir adam var. Adam İstambul’u dinliyor gözlerini kapatarak. Gözleri kapalı ama kalp gözü açık olduğundan da her bi şeyi o açık olan kalp gözüyle görüyor. Önce bakıyor hafiften bir rüzgar esmiş, sonra yapraklar hışırdamaya başlamış, peşinden sucular bağırıyor… Şairimiz burada belirtmeyi unutmuş: Tabii ki sucular ‘’ Hayde Taşdelen, Kayışdağı, Hamidiye… Sucu geldi suuuuu’’ diye bağırıyorlar.
-Çene Suyunu unuttunuz üstadım.
-Evet doğru. Hay çenene-----sağlık şairim. Çok mersi bokubiyen. Devam ediyorum.
Sonra kuşlar geçiyor…Şair burada da yuvarlak bir ifade kullanmış. Milyonlarca çeşit kuş var, hangi kuş onu atlamış. Neyse efendim sonra balıkçılar ağlarını çekiyorlar. Bi bakıyorlar ağda bir kadın vücudu. Kadının ayakları suya değiyor.
Artık bu müthişten de öte dehşet ana fikir olayına siz de kendinizi kaptırıyorsunuz.
-Üstadım. Emin misiniz? Kadın ve sudan çekilen ağlar bana sanki ayrı ayrı olaylar gibi geldi de.
-Yok yok aynen böyle. Böyle olmasa niçin ağlarla çekilen balıktan bahsederken birdenbire ayakları suya değen kadından bahsetsin ki di mi ama?
-Di ama…
Üstad sazı ele aldı ya. Devam ediyor.
-Sonra efendim adam Kapalıçarşıya gidiyor
Dedim ya artık siz de kaptırmışsınızdır bu eşsiz ana fikir izahına. Tamamen istem dışı bir harekettir ama mutlaka yaparsınız. Yani o meş’um soruyu sorarsınız.
-Pardon üstadım..Adam ağa takılı vaziyette sudan çıkarılan kadını merak etmiyor mu? Öyle ya insan bi merak eder öldü mü kaldı mı? Bi yardıma ihtiyacı var mı filan diye.
-Evet haklısınız. Şairin buradaki vurdumduymazlığı benim de nazar-ın dikkatimden kaçmadı. Ama kesinlikle insanların böyle toplumsal olaylar karşısındaki duyarsızlığını dile getirmiştir şairimiz.
-Haaa ondan diyorsunuz yani. Yoksa hiç zavallı kadını orada öyle balıkçıların insaf ve merhametine bırakıp da Kapalıçarşıya gider miydi? Harikasınız valla üstadım. Eeee sonra?
-Sonra efendim Kapalıçarşıda dolaşırken kimi görse iyi?
-Fatih Sultan Mehmet’i deme şak diye düşüp bayılırım valla.
-Yok be yahu. Ne Fatih’i. Fatih öleli bir asır olmuş. O değil elbette.
-Eeee…Kim o zaman?
-Mahmut Paşa’yı görüyor.
-Fatih’in Sadrazamı Mahmut Paşa?
-Offff Taktınız Fatih’e şairim. Elbette o değil. Bu Mahmut Paşa ‘’ Cıvıl cıvıl Mahmut Paşa ‘’ Namıyla maruf olan Mahmut Paşa… Şairimiz şiirinde diyor zaten ‘’Cıvıl cıvıl Mahmut Paşa’’ diye.
-Anaaaa..Doğru…Bak ona hiç dikkat etmemiştim. Demek bizim tarihimizde ‘’Cıvıl cıvıl Mahmut Paşa’’ diye bir paşamız da varmış.
-Elbette var. Olmasa şairimiz yazar mıydı hiç? Neyse efendim. Cıvıl cıvıl Mahmut Paşa bir bakıyor Kapalı Çarşının avluları güvercin dolmuş. Kızıyor tabii ki bu laubaliliğe. Bir işaret ediyor, hemen uzaklardan çekiç sesleri geliyor. Çekiç sesleri gelince de güvercinler pırrr diye uçup gidiyorlar. Cıvıl cıvıl Mahmut Paşa bir de o ter kokularına çok sinirleniyor. ‘’ Bu güzelim bahar gününde ne bu ter kokuları, pis herifler. Sizin yüzünüzden çarşıya turist gelmez oldu’’ diye Kapalıçarşı esnafını fena şekilde haşlıyor.
-Allah başımızdan eksik etmesin Cıvıl cıvıl Mahmut Paşa gibi azimli ve gayretşeş paşalarımızı değil mi üstadım.
-Amin şairim…Eveeeettt. Bir sonraki bölüme geçiyoruz. Bu bölümde bakıyoruz ki adam İstambul’u dinlerken iyice kafayı çekmiş. Baya sarhoş. Belli ki evsiz barksız. Gitmiş bir kayıkhanede sızmış. E mevsim de kış tabi. Lodos var. Adamcağız üşüyor doğal olarak.
-Üstadım o bölümde bir de yalı vardı o ne oldu peki?
-Haa o yalıyı bilirim. Sait Halim Paşa yalısı… Yaktılar o yalıyı namussuzlar yerine otel yapıcam diye.
-Otel YAPICAM diye?
-Evet otel yapıcam diye yaktılar.
-Üstadım boş verin… Ana fikir diyorduk .
-E biz ne diyoruz. Ana fikri anlatıyoruz ana hatlarıyla di mi?
-Allah razı olsun üstadım aslında hani vaktiniz olsaydı da ana hatlarıyla değil daha dataylı olarak anlatsaydınız keşke. Sayenizde öylesine mütevennir oluyoruz ki ( aydınlanıyoruz ki) en parlak neon ışıkları bile bizleri bu kadar münevver eyleyemezdi ( Nurlandıramazdı-Aydınlatamazdı )
-Ha?
-Siz devam edin üstadım. Bakmayın bana.
Zaten ben ‘’Devam edin ‘’ demesem de devam edecek ve maalesef devam ediyor:
-Efendim daha sonra bir yosma geçiyor sokaktan. Hemen kadına sulanmaya başlıyorlar. Arkasından laf atanlar mı dersiniz,şarkı türkü söyleyenler mi dersiniz, küfür eden, kavga eden mi dersiniz? Kızılca kıyamet kopuyor. İşte şair burada bizim milletin ne kadar görmemiş olduğunu vurgulamaya çalışmış. ‘’Ayıptır böyle şeyler, sizin ananız, bacınız, karınız yok mu? Onlara biri böyle davransa hoşunuza gider miydi?’’ Demek istemiş.
-Diyorsun?
-Evet aynen öyle…Sonra ne demiş şair ‘’ Bir gül düşüyor yere’’ Demek ki kadının adı Birgül. O kadar çok sataşmaya dayanamıyor ve yere düşüyor.
-Üstadım ben de dayanamıyorum artık. Ana fikir?
-Yahu biz burada iki saattir baba fikri mi anlatıyoruz. Ana fikir bu işte.
-Ne?
-Birgül yere düştükten sonra ölür gibi oluyor.
-Allah Allah…Bak hele şimdi durup dururken olan işe. Peki bunu nereden anlıyoruz?
-Birgül yere düşünce şairimiz ‘’ Öldü mü acaba?’’ diye yokluyor ama alnı sıcak mı, soğuk mu, dudakları ıslak mı değil mi anlayamıyor.
-Eee ölmüş mü ölmemiş mi Birgül? Kesin bir teşhis ve tanı konulamıyor mu yani? Hay Allah. Şiirin yazıldığı yıllarda öyle emar, tomografi filan da yok. Eee ne olacak şimdi?
-Yok…Anlaşılıyor. Sonra kalbini dinliyor. Kalbinin sesini duyunca ‘’ Oh Ya Rabbi şükür yaşıyormuş’’ diyor.
-Oh Ya Rabbi şükür. Ben de bayağı endişe etmiştim ‘’Gitti zavallı kadın.’’ Diye. Eeee sonra?
-Sonra adam yine gözleri kapalı olaraktan İstambul’u dinlemeye devam ediyor.
Biliyorum çok çok abarttım lakin inanın bana günümüzde artık ‘’ Bu şiirin ana fikri nedir?’’ diye sorduğunuzda alacağınız cevaplar bu yazdıklarımdan çok da farklı olmayacaktır. Deneyin isterseniz.
Peki çok mu önemlidir bir şiirin ya da yazının, bir tiyatro eserinin, bir resmin, bir bestenin ana fikri? İşin orasını bilemem lakin biz öğrenciyken öğretmenlerimiz anamızı ağlatırdı ‘’ Bu şiirin ya da yazının ana fikri?’’ diye.
Bir diğer soru da şu: Her şiirin bir ana fikri var mıdır? İşte bu konuda şüpheliyim. Şimdi şöyle bir şey şiir diye karşınıza gelse bundan nasıl bir ana fikir çıkarırsınız?
Bu aşkın çarkı feleğinin akvaryumundan uçtu bir kuş.
Uçurtmanın kuyruğunda yorgun argın bir yokuş.
Eee sonra?
Beni sana bırak
Seni de bana bırak.
Nerde tırak
Orda bırak.
Haydi bakalım. Bulun bunun ana fikrini bulabirseniz. Yok yani mutlaka vardır da onu oradan söküp çıkarmak her kula nasip olacak iş değil.