14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1985
Okunma

Kumruları dışarı attığımdan beri bana küskündü. Epeydir konuşmuyor, ara sıra tesadüfen karşılaştığımızda soğuk bir ’ Merhaba ’ ile geçiştiriyordu ’ Nur-u aynım nasılsın ? ’ sorularımı. ’ Niçin attın o kumruları? Demek ki sen benim sana huu huuu diye seslenmemden hoşlanmıyorsun ki kumruları attın evden. ’ diyor da başka bir şey demiyordu.
Anlatamadım ona bir türlü evde kumru besleyemeyeceğimi. O, ’ Bana verseydin ben onlara güzel bir kafes alıp orada bakardım zavallılara ’ Diyordu. Benim tüm itirazlarıma, ’ Abla kumru bir kafes kuşu değildir. Onu ha kafese sokmuşsun, ha kedinin önüne atmışsın farketmez ’ Demelerime aldırmıyordu.
Sözün özü bir kaç gün önce mutfak penceremden içeri iki kumru girmişti. Girmesine girmişlerdi ama bir türlü çıkamıyorlardı dışarı. Uzun uğraşlardan sonra birini yakalayıp dışarı saldım. Öteki çok uğraştırdı beni. Yakalayım derken kuyruğu olduğu gibi elimde kaldı. Kanatlarından da baya tüy döküldü. Sonunda yakaladım. Onu da saldım. Uçtu gitti.
Kumruların ikisi de özgürlüklerine kavuşmuşlardı lakin Nurhayat ablam kapının önünde kuş tüyleri ve kan gördükten sonra bir de benim mutfağımdaki kuş tüylerini görünce onu dışarı saldığım kumruları kedininin yemediğine inandıramadım bir türlü. Bana resmen ’ Kumru katili ’ demeye başladı ve artık yüzüme bakmaz oldu. O dışarıdaki kuş tüyleri, yerdeki kan neydi hiç bilmiyorum ama Nurhayat ablam bana inanmadı nedense.Sanki bana olan tüm inancı ve güveni yıkılıp gitmişti bir anda.
Nurhayat Ablamı küstürdüğümden beri bana da bir haller oldu. Belki arkadaşlarım da farkettiler bunu. Kaç gündür yazı yazamıyorum, arkadaşların şiirlerini, yazılarını okuyup yorum yazamıyorum. Bunun aslında iki sebebi vardı: Birincisi artık ilham gelmiyordu. O olmayınca perilerim de gitmişti. Zaten en büyük perim hep o değil miydi? İkinci sebep de önemliydi. Kaç gündür sol kolumda bir uyuşma var. Resmen sol koluma felç geldi adeta. Parmaklarım hissizleşmiş veziyette.Bunu balkona çamaşır asarken anladım. Bir çamaşırı ipe mandallayacak kadar bile takat yok sol kolumda. Eh ne de olsa yaşlanıyoruz. Her şeyin bir sırası var. Var da aslında şimdi şu anda hiç de sırası değildi.
Oldumolası doktora gitmem. Sevmem hastane mastene işlerini. O benzol kokusuna hiç tahammülüm yoktur lakin kolumdaki uyuşma tedirgin ediyor beni. Yapacak tek şey var. Bana ne kadar kırgın olursa olsun Nurhayat Ablamın kapısını çalmalıydım. Şu kavanoz dipli dünyada başka kimim vardı ki?
Zili çaldım, baktım gelen giden yok. Kapıyı tıklatayım dedim. Kapıya dokunmamla birlikte açıldı. İçeriden bir inleme sesi gelince artık telaşlandım. Daldım içeriye.
Nurhayat Ablam yine kanepesinde boylu boyunca uzanıyordu ama elinde tablet bilgisayarı yoktu bu sefer. Rengi adeta odasının duvarı gibi bembeyzadı. Heyecanla sordum:
-Ne oldu Abla hasta mısın?
Zorlukla gözlerini açtı:
-Beni bir şey soktu Sami.
Cam çerve kapalı, böyle temiz ve bakımlı bir evde ne sokmuş olabilir ki?
-Abla arı filan mı?
Cevap vermedi ama hali hal değil. Komidinin üzerinde duran kolonyayı alarak bileklerini, şakaklarını ovmaya başladım ki ne göreyim. Yerde bir akrep...Hani kırk yıl düşünsem aklımın ucundan geçmezdi böyle bir memlekette, böyle bir apartmanda, ikinci katta bir akrep gelip de Nurhayat ablamı soksun ama olmuştu demek. Akrep orada öylece hareketsiz duruyordu yerde.
’ Abla seni akrep sokmuş ’ Diye bir çığlık atarak hemen terliği elime aldım o şaşkınlıkla.
Usulca gözlerini açtı yine:
-Akrep de olsa Allah’ın yarattıklarına karşı böyle hunhar davranma.
’ Hay Allah’m ya..Ölüp gidiyor, hala işin felsefesinde ’ Dedim acı acı gülerek. Sonra derhal 112 yi aradım. Direkt ’ Akrep sokması ’ diyerek bir ambulans istedim.
On beş dakika sonra geldi ambulans...Ambulansatan inen görevli sanki en acil soruymuş gibi direkt ’ Kocası mısınız ?’ Diye sormaz mı? Kızcağızı yere çarpmamak için kendimi zor tuttum.
-Hayır kocası değilim. Kocası bir iş için şehir dışında. Ben komşusuyum.
-Akrep sokması dediniz telefonda. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz.
-Akrepi gördüm de ondan.
-Hımm nerede o akrep?
-Dışarı attım.
-Beyefendi ne diye dışarı attınız. Zehirli mi zehirsiz mi nereden bileceğiz?
-Sen de haklısın da bu evde akreplere yer yok. Onun için attım.
Derken Yarım saat sonra hastanedeydik. Muayene, tahlil derken Nurhayat Abla’yı yatırdılar.
Onu bazen yatarken görmüştüm ama ilk kez böyle üzgün, kırgın adeta hayata küsmüş vaziyetteydi. Bir akrebin bile öldürülmesine gönlü razı olmayacak kadar gönül ehli ama aynı zamanda koskoca bir şehirde - özel olarak arasan bulamayacağın- bir akrebin bula bula kendisini bulmasını Allah’ın bir uyarısı olarak görüyordu.
Serumun etkisiyle biraz kendine gelip tekrar gözlerini açtı ve konuşmaya başladı benimle.
-Sami ben gidiyorum...Beni bir daha göremeyeceksin. Artık rahat rahat kumruları dışarı atarsın.
-Abla nereye gidiyorsun? Öyle kolay mı benden kurtulmak?
-Görmüyor musun? Koskoca memlekette -hiç olmaması gereken- bir akrep geldi beni buldu. Bu bir uyarıdır. Demek ki vaktim geldi artık.
-Abla..Basit bir akrep alt tarafı...Onların fıtratında var sokmak. Bu güne kadar beni ne akrepler soktu bir bilsen.
-Aaaa seni de mi akrep soktu?
-Sokmaz mı be ablam. Beni akrepler sokmasaydı bu kalabalık dünyada bu kadar yapayalnız yaşar mıydım hiç?
-Bir şey anlamadım...Sahi sen bana niçin gelmiştin?
-Gideceğim başka kapı olmadığı için.
-Yine başladın salak salak konuşmaya..Neyse.Bizimkilere haber verdin mi?
-Verdim abla..Gelirler birazdan
-İyi o zaman..Sen git evine. Kangallar seni bekler. Onların yemeklerini yap ( Kangallar, benim iki oğluma verdiğimiz ad ) Selam söylemeyi unutma ikisine de.
-Başüstüne abla...Ama bak sakın bir yerlere gideyim deme. Öldürürüm seni yoksa.
-Allah iyiliğini versin e mi? O gittiğim yerde bana hiç bir şey yapamazsın salak.
-Olsun...Sen gitme yine de tamam mı?
-Belli olmaz...Haydi git şimdi...Allah’a emanet ol.. Bu arada unutmadan..Hakkını helal et.
-Abla...
-Haydi git artık.
-Abla..Biliyor musun sen her zaman ’ Gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses ve içimde bir nefes olarak kalacaksın ’
-Sami...Biliyor musun? Sen her zaman çok iyi bir dost oldun .
-Sen de öyle abla...Sen de öyle...Bak...Bir akrebe yenik düşersen beni çok üzersin biliyor musun?
-Belli olmaz Sami...Haydi şimdi git çocuklarının yanına...Hakkını helal etmeyi unutma.
-Bir hakkım varsa helal olsun ablam. Sen de hakkını helal et. Ne olur ne olmaz.
-Niye..Senin neyin var ki?
-Boş ver abla...Haaa sana bir şarkı söyleyeyim mi gitmeden önce?
-Söyle ama kısa kes..Gözlerim ha kapandı ha kapanacak..Uykum var.
-Tamam abla.
Kim bilir bu gidişin dönüşü olacak mı?
Ah nasıl yollarına bakacağım kim bilir
Ufkumda batan güneş bu sabah doğacak mı?
Kalben ne kadar dertli olacağım kim bilir?
Kim bilir?
-Hoşçakal abla.
Duymadı beni...Çıktım evime geldim. Kangallarımı besledim ve şimdi oturdum bu hikayeyi yazdım sağ elimle...Sol tarafımdaki uyuşma giderek artıyor. Kim bilir benim gitme vaktim de gelmiştir. Şair boşuna dememiş:
Artık demir almak günü gelmişse zamandan.
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Bizim geminin kalkma saati de gelmiştir.
Kim bilir ?
Evet..Belki benim geminin de kalkma saati gelmiştir ama şimdi farkettim. Bu güne kadar ne Nurhayat ablam bana, ne de ben ona ’ Seni çok ama çok seviyorum ’ Demedik...İhtiyaç duymadık belki . Hay benim salak kafam...Bunu anlamak için ille de onu bir akrebin sokması, benim de sol yanımın yavaş yavaş alarm vermesi gerekiyormuş.