2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
765
Okunma
Vakit gece yarısını çoktan geçmiş. Siyah pencereli jandarma minibüsündeyiz. Ben, bir kaç rütbeli rütbesiz asker ve bir çocuk.
Çocuğun canı yanmış. Ruhu kanayacak bütün ömrü boyunca. Hoyrat eller, koparıp almışlar inciliğini, inceliğini. Susmuş ilkin. Gömüldükçe gömülmüş içine. Fakat bir türlü bulamıyormuş gökkuşağının renklerini artık.
Konuşma çizgileri bırakıp kâğıt parçalarına, anlaşılmayı beklemiş. O parçalardan biri de benim elime geçmişti. Kelimelerin yalnızca söylendikleri gibi algılanmamalarından yana olduğumdan, derin derin irdelemiş, sonunda kavramıştım işaretlenen yönü, kelimelerin doğduğu kaynağın hacmini, sızlayışını.
Yine de zor oldu ikna süreci. Özellikle cinsel istismar vakalarında yasal prosedür çok ağır işlediğinden ülkemizde, bürokrasinin öğütücü dişleri keskin ya bir de; ahlâk diyecek birileri, bazıları suçu mağdurda arayacak, daha bir sürü nedenle susuluyor işte.
Yol yağmurun da yorması yüzünden epeyce nazlı. Gerçi trafik ile boğuşmak gerekmiyor bu saatlerde pek. Ama yine de uzadıkça uzuyor, kıvrıldıkca kıvrılıyor mesafenin bize yaklaşması.
Rütbeli askerlerden biri telefonu ile meşgul. Telefonunun yapabilirliklerini keşfettikce, bizimle de paylaşıyor. O sırada aklıma son günlerde dinleyip durduğum bir şarkı geliyor. Adı, Yarabbim. Ferhat Göçer söylüyor. Sözlerini dolamışım zaten dilime, yootube açılmış ve şarkıya erişmek için hiçbir engelimiz yok.
"kendimi feda ettim
Gözünüz aydın olsun
Usulca veda ettim
İlgilenen herkes duysun
Beklediğim aydınlık
Sayenizde kaybolurken
Keyfinize diyecek yok
Ben burada mahvolurken
Dünya size kalsın
Banane kader utansın
Verilmeyecek hesabım olmadı
Geldim gidiyorum
Halâ seviyorum
Ben hep başkaydım hiç sizden olmadım"
Aslında dünyanın dışında kalmışlığı anlatıyor şarkının sözleri. Yavaşça başlıyor, sonra hareketleniyor birden. Alışık olmadığım biçimde içiçe geçmişlik barındırıyor. Böyle duyguların daha farklı formlarda ifade edilmesi gerekmez miydi?
Şarkı bittikten sonra kimse konuşmuyor bir süre. Susuyoruz. Ama hepimiz farklı bir şeye susuyoruz. Çocuk başını arabanın camına dayamış uyuyor. Arabayı kullanan asker yorgun, uyuyamıyor. Ben uyumak istemiyorum çünkü son uykularımda hep aynı düşü görüyorum. Her defasında yüzümde aynı belirsiz ifade ile uyanıyorum. Çocuk duymuş muydu şarkıyı? Ya birazdan duyacağı sevimsiz sorulara hazırlıklı mıydı? Hepimiz korkuyorduk biraz. Sadece o korkmuyordu sanki. Kalmamıştı korkulacak hiçbir şeyi. Bedeniyle ruhu, yüzleşmişti en derin acılardan biriyle.
Öylesine fazla yapıldı ki aynı işlemler tarafımdan, malesef rutinleşti. Evraklar hazırlanacak, savcının talimatı dahilinde ya adli tıbba, ya bir hastahaneye gidilecek, raporlar alınacak, tutanaklar tutulacak. Sonra, sonra yine talimatlar takip edilecek. Eğer mağdur çocuğa yönelik koruma kararı var ise, çocuk ilk adım istasyonuna götürülecek. Neye ilk adım? Hayata mı? Hayatsızlığa mı? Çokluğu anlatmaya çalışıyorum genelde çocuklara. Yalnız olmadıklarını. Ama biliyorum, o demir ranzalar çelik dolaplar hangi dili bilmezkonuşamazlar ya da iyi konuşurlar. Çünkü çocukluğumun büyük bölümü o ranzaların çelik dolapların arasında tükendi gitti. yatılı okullarda merhaba dedimdi çünkü ben okuyup yazmalara.
Keşke başı pencereye yaslı çocuğun yaşadıkları bir düş olup bitseydi. Ve keşke, onu karanlığa terkeden siyah gölge şarkı biterken sönüp gitseydi...
Yazanın notu: Yukarıda yazılanlar ne yazık ki kurgu değil, gerçektir. Gündelik mesayimin kısa bir özetidir...