6
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
2558
Okunma

Yavaş yavaş zurnanın zort dediği yere gelelim.
’Bu topraklarda herhangi bir dönemde herhangi bir Ermeni katliamı yaşanmış mıdır ?’ sorusuna yani.
Yukarıdaki resimde iki silahlı kadın görmektesiniz. Bunlar Sivas Ermenileridir ve 1890 lı yıllarda böyle silahlanmışlardır. Sağdakinin adı da Yisabet Sultanyandır.
Peki bu kadınlar niçin böyle silahlanmışlardır?
Şimdi belki de bekliyorsunuz ki ’ Türklere karşı isyan etmek ve Türkleri öldürmek için’ Diyeyim ama değil. Bu kadınlar canlarını, mallarını ve namuslarını korumak için böyle silahlanmışlardır.
Tabii ki burada akla iki soru geliyor: 1- Bu kadınlar kimlere karşı böyle bir nefsi müdafaa durumuna gelmişlerdir? 2- İyi de bunlara bu silahları kim vermiştir ? ( Dikkat edilecek olursa o yıllara göre silahlar oldukça modern)
1. Sorunun cevabından başlayalım: Bu kadınlar ve bunun gibi daha binlercesi Hamidiye Alaylarına karşı böyle silahlanmışlardır.
Şimdi yeni bir sorun çıktı karşımıza değil mi? Hamidiye Alayları... Demek ki onu da anlatmamız lazım. Anlatacağız elbette
2. Soru: ’Bu kadınlar bu silahları nereden buldular’ dı değil mi? Tabii ki söylemeye bile gerek yok. Başta Rusya olmak üzere aşağı yukarı bütün Avrupa devletlerinden... Özellikle Rusya’nın parolası ’ Her eve bir silah’ idi zaten.
Evet...Bu topraklarda maalesef bir Ermeni katliamı yaşandı. Bu katliam da Hamidiye alayları tarafından yapıldı.
Peki Hamidiye Alayları neyin nesi neyin fesiydi ve niçin 1890 lı yıllara kadar ’ Millet-i Sadıka ’ Olan sadık Osmanlı tebaası Ermenileri katletmeye başlamıştı? Neden İstanbulda, İzmirde yani burunlarının dibinde daha çok Ermeni varken, hem de bu Ermeniler bolluk ve rafah içinde yüzerken Doğunun yoksul Ermenileri üzerine çullanmışlardı? Bu nasıl bir Ermeni katliamıydı ki elinin altındakini değil de kendisinden yüzlerce kilometre uzakta olan Ermenileri hedef almıştı?
Her şeyden önce Hamidiye Alayları özel olarak Ermenileri yok etmek amacıyla kurulmuş ve oluşturulmuş bir teşkilat mıydı? Bütün bunları irdelemeden Ermeni meselesini sadece 1915 de yaşanmış bir tehcir olayından ibaret sanmak son derece yanlıştır.
Görüleceği üzere olaylarda adeta bir zincirleme reaksiyon var.Hamidiye Alaylarını anlayabilmek ve anlatabilmek için tekrar biraz daha gerilere dönmek gerekiyor.
Fransız İhtilalinin yaydığı milliyetçilik akımı özellikle çok uluslu ülkeleri telaşa düşürmüş, Avrupanın kralları ve Rusya’nın Çarları bu ihtilalin kendi ülkelerine sıçramaması için ellerinden gelen gayreti göstermiş, bu arada ihtilalin çıktığı Fransa Avrupa’da artık diğer devletlerin kapılarını kapattıkları ve dostluk ilişkilerini kestikleri bir devlet olmuştu. İhtilalin çıktığı yıllarda Osmanlı Sultanı III. Selim ise gayet rahattı. Bir gün bu belanın kendi ülkesine sıçrayabileceği konusunda hiç bir endişesi yoktu o sebepledir ki Tüm Avrupa Fransa’ya kapılarını kapatırken III. Selim Fransa ile dostluk anlaşmaları yapıyordu.
Osmanlı Devletinin Fransa ile yakınlaşması tabii ki Rusya’nın büyük ideallerine tersti. Bu durumda yapılması gereken tek şey kalıyordu Rusya için : Çar Petro’nun vasiyetini gerçekleştirmek için daha canla başla gayret göstermek.
Rusya önce batıda kolları sıvadı. 1804 Yılında ilk kez Sırpları İsyan ettirdi. Osmanlı Devletine karşı. Ardından Yunan isyanı başladı. Osmanlı Devleti bu isyanları bastırmak için her müdahale ettiğinde de savaş açtı Osmanlı Devletine... 1806 da başlayan savaşlar 1812 de sona erdi ve Bükreş, Antlaşması ile Sırbistan lehine bir takım imtiyazlar elde edildi.
1827 de bu sefer de Yunan İsyanı dolayısıyla başlan Osmanlı - Rus savaşı sonucunda 1829 da imzalanan Edirne Antlaşması ile Yunanistan bağımsız devlet olurken Sırbistan’a da özerklik verildi.
1853 yılında Rusya yine ortoksların hakları bahanesiyle ve Kutsal yerler sorunu denilen bir sorun icad ederek Osmanlı Devletine savaş açtı lakin Rusyanın emelleri artık İngiltere ve Fransayı da harekete geçirdi ve Osmanlı Devleti üzerindeki Rus Emellerinin önüne geçmek için Osmanlı Devleti’ne yardım ederek Kırım Savaşı adı verilen bu savaşta Rusya’nın yenilmesini sağladılar. Kırım Savaşından sonra yapılan Paris Antlaşması ile (1856 ) ’Osmanlı Devleti bir Avrupa Devleti’dir ve toprak bütünlüğü Avrupalı Devletlerin Garantisi altındadır’ dendi. Bu maddenin gerçek anlamı ’ Bundan böyle Osmanlı Devleti’nin iç işlerine burnunu sokma hakkı başta İngiltere olmak üzere Avrupalı devletlere aittir ’ İdi. [ Trajikomik değil mi..Şimdi girmek için kendiğimizi yırttığımız Avrupa Birliğine taa 1856 da girmişiz ))))))))]
Rusya bu antlaşmadan fena halde rahatsızdı tabii ki. Osmanlı devleti ise Antlaşmanın yapıldığı gün Islahat Fermanını yürürlüğe sokarak Osmanlı topraklarında yaşayan tüm tebanın yani halkın hak ve ödevler açısından eşit olduğunu resmen ilan etti. Böylece yabancı devletlerin - azılıkların hakları - bahanesiyle iç işlerimize burunlarını sokamayacaklarını umuyordu.
1870 yılında Avrupa’da yeni bir güç ortaya Çıktı: Almanya...O güne kadar Ruslardan, Fransızlardan ve İngilizlerden hep kazık yemiş olan Osmanlı Devleti bu yeni dosta(!) kollarını açmaya başladı.
Rusya 1877 de Osmanlı Devletine yeni bir savaş açtığında İngiltere artık Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumayı değil Osmanlı devleti üzerinde devamlı kendisine muhtaç küçük devletlerin olmasını çıkarlarına daha uygun görmeye başladı çünkü Türk- Alman yakınlaşmasından o da huylanmaya başlamıştı. Başlarda Rusyaya ses çıkarmadı ayrıca kendi sorunları vardı.
1877-1878 Osmanlı Rus savaşı ( Doksanüç Harbi ) dediğimiz ve batıda Gazi Osman Paşa’nın Plevne müdafaası, doğuda Gazi Ahmet Muhtar Paşa ve Nene Hatun’un Erzurum müdafaalarıyla hatırladığımız bu savaşın sonunda önce Ayestefanos Antlaşması imzalandı.
Efendim Ayestafanos dediğimiz zaman şu andaki Türkiye topraklarının çok dışında bir yer aklımıza gelmesin. Bildiğiniz bizim Atatürk ( Eski adıyla Yeşilköy ) Havaalanımızın bulunduğu Yeşilköy..Rus orduları oraya kadar ilerlemişler aşağı yukarı ve antlaşma da Yeşilköy de imzalanmıştır.
Daha önce de belirtmiştim: 1823te Başlayan Rus İran savaşında 1827’de General Paskeviç komutasında Rus ordusu Kafkaslarda ilerlemeye başlayınca Eçmiyadzin Katolikosu Nerses Asdarekes, Ermenilere, Ruslarla birlikte savaşmalarını emretmişti. Hatta kendisi de her taraftan kuvvet toplayarak on bin ya da kırk bin kişilik bir gönüllü ordusuyla Rusların bu savaşı kazanmasını sağlamıştı. 1878 de Rus Ordularının Yeşilköy’e kadar gelmesi yani Osmanlıların müthiş bir bozguna uğraması 1827 deki bu yardımın karşılığının alınması için en güzel fırsattı.
Ocak 1878’de kılıç artığı onbinlerce Rumeli Türk göçmeni , kar, buz, balçık, çamur içinde bata çıka Rus kuvvetleri önünde Trakya’da yol almaya, canlarını İstanbul’a Anadolu’ya atmaya çalışıyorlardı.Bozguna uğramış olan Rumeli boşalıyor, perişan Türk kitleleri Avrupa’dan Ön Asya’ya , Anadolu’ya dönüyorlardı. İşte Müslüman Türkler için böyle acıların yaşandığı o günlerde Ermeni Patriği Nerses Efendi, Rus Başkomutan Vekili Grandük Nikola’nın huzuruna çıktı.Ermeni cemaatinin Rus Çarı’na bağlılığını arzetti.
Patrik Narses Efendi, Grandük tarafından kabul edilir. Genel teamüllerin ( eğilimlerin ) tamamen aksine olarak Patrik , Grandük’ün elini “Türkiye’deki Ermeni vatandaşları adına” öper ve der ki;
“Size bir harita ve talep listesi sunuyorum.Türkiye’de Ermeniler’in çoğunlukta olmalarına rağmen, devlet kuramadıkları, kendi vatanlarının sınırlarını belirleyen bu haritayı inceleyiniz.Hakkımızı veriniz.Burada derhal bir Ermeni Devleti kurunuz. Size İsa ve Ermeni halkı adına teminat veriyorum ki, bu devlet Rusya’nın sadık bir parçası ve kölesi olacaktır.” [ İlhan Bardakı- İmparatorluğa Veda ]
Tabii ki kendilerine köle bir Ermeni toplumun varlığı Rusya’nın işine geliyordu ama henüz o günler için bağımsız bir Ermenistan düşüncesi yoktu Rusya’nın kafasında. O yüzden de Narses Efendinin bağımsızlık, hiç olmazsa özerklik istekleri değil de bir başka şekilde yer aldı istekleri Ayestefanos Antlaşmasında:
Ayestefanos Antlaşmasının 16. Maddesi: Ermenistan’da (Doğu Anadolu’da) Rus işgalinde bulunan ve Türkiye’ye geri verilecek olan toprakların Rus askerince boşaltılması, oralarda , iki devletin (Türkiye ve Rusya’nın) iyi ilişkilerine zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Bab-ı Ali (Osmanlı Hükümeti), Ermeniler’in yaşadığı vilayetlerde yerel durumun gerektirdiği iyileştirmeleri ve reformları zaman yitirmeden gerçekleştirmeyi ve Kürtler ile Çerkesler’e karşı Ermeniler’in güvenliğini sağlamayı üzerine alır.”
Kürtler ile Çerkeslere karşı Ermenilerin güvenliğinin sağlanması? Altını çizelim. İleride yine ele alacağız.
Ayestefanos Antlaşması İngilterenin çıkarlarına tamamen aykırı olduğu için derhal harekete geçti ve baskıları sonucu bu antlaşmanın pek çok maddesi Berlin Antlaşması olarak değişti ama Ayestefanos Antlaşmasının 16. Maddesinde pek bir değişiklik yapılmadı.
Berlin Antlaşmasının 61. Maddesi : Bab-ı Ali (Osmanlı Devleti) Ermeniler’in yaşadığı eyaletlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformları geciktirmeden yapmayı ve Çerkes ve Kürtlere karşı Ermeniler’in huzur ve güvenliğini sağlamayı taahhüt eder.Bu hususta alınacak önlemleri büyük devletlere bildirecektir ve devletler de alınan önlemlerin uygulamasını gözetleyeceklerdir” [ Ayestafons Antlaşmasında Osmanlıların yapacağı iyileştirmelerinin takibi Rusya tarafından yapılacakken Berlin Antlaşmasında Ermenileri koruma sorumluluğu sadece Osmanlı Devleti’ne bırakılıyor, bunun takibi ise Avrupalı devletlerce yapılacaktır deniliyordu ]
Bir kez daha ’Çerkes ve Kürtlere karşı Ermeniler’in huzur ve güvenliğini sağlamayı’... ifadesine dikkat çekmek isterim.Bilmem bir takım çağrışımlar yapıyor mu?
Bu antlaşma hem Sırbistan’a hem de Romanya’ya bağımsız bir devlet olma hakkı kazandırmış dolayısıyla da Ermenileri oldukça umutlandırmıştı ama Patrik Narses Efendi umduğunu bulamadı. Bu durumda yapılacak tek şey kalmıştı: Madem ki Yunanlılar, Sırplar, Romanyalılar yaptıkları silahlı mücadeleler ve isyanlar sonucu bağımsız bir devlet olmuşlardı o halde Ermeniler de isyan ederek, direnerek, savaşarak, kan dökerek, kanları dökülmek suretiyle bağımsız bir devlet kuracaklardı.
DEVAM EDECEK.
Not 1- Gelecek bölümde etkiye tepki: Taşnaksütyun ve Hınçak Komitalarına Karşı Hamidiye Alayları...Türk Katliamları ve Ermeni Katliamları...Yani kızılca kıyamet kopacak artık.
Not 2- İngiltere, Ayastefanos Antlaşması’nı değiştirmek için hemen harekete geçti. 4 Haziran 1878 günü İngiltere ile Osmanlı hükümeti arasında ikili bir antlaşma imzalandı.”Kıbrıs Antlaşması” olarak ta bilenen bu antlaşmaya göre ,eğer Rusya , ilerde Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarından bir bölümünü ele geçirmeye kalkarsa , İngiltere Osmanlı Devleti’nin yardımına koşacaktı.Bu olası yardıma karşılık Osmanlı Devleti Kıbrıs adasının yönetimini İngiltere’ye bırakıyordu. ( Kıbrıs’ın elimizden çıkma süreci böylece başlamıştır )
Berlin Antlaşması da 18 Temmuz 1878de imzalanmıştır.