- 649 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
DAMLA DAMLA YAŞAMLAR-2
Küçük bir odaydı bundan sonra hayatını geçireceği yer. Kadının çocuklarının maddi imkânları iyiydi ve bakımevine oldukça yüklü bir bağış yapmışlar, odasını önceden hazırlattırmışlardı. Anneleri her şeyin, her yerin beyaz olmasını istemişti. Yanından ayırmadığı defteri gibi, tertemiz geçmiş hayatı gibi beyaz hakim olmalıydı oda da. Yatağını, elbise dolabını ve küçük kitaplığını önceden göndermişlerdi. Yatağının yanında bir masa üstünde de ömrünü kaydettiği bilgisayarı duruyordu. Duvarda da asılı bir ayna vardı.
Oturduğu yerden kitaplığına baktı. Kitaplar yerleştirilmişti ama yeniden düzenlemeliydi. Çünkü kadın için önemli olanların yeri ayrılmalıydı. Vakit hayli geç olmuştu, bakımevinin kuralları vardı ve uymak zorundaydı. Işığı kapattı, sadece masanın üstündeki gece lambası yanıyordu. Lambanın loş ışığında gölgeler iyice ürkekleşmiş gibi titreyip duruyordu duvarda. Bir anda geceyi yırtmak parçalamak geçti içinden. Yapabilir miydi, yapamayacağını biliyordu aslında. Sabahı bekliyordu, âşık olduğu geceden bir an önce kurtulup güneşin ışıklarıyla yaşadığını hissetmek istiyordu.
Uyuması gerekiyordu ama uyuyamıyordu bir türlü. “Yorgunluktandır belki, belki de yabancı bir yerdeyim ondan uykum gelmiyor” diye düşündü. Yerinden belini hafifçe dikleştirip aynaya baktı. Loşluktan göremiyordu yüzünü. Gülümsedi acı acı.
- Ben kendimi kaybetmişim yıllardır ayna nasıl göstersin ki? Hep başkası oldum, başka insanların ruhlarına büründüm onları yazabilmek için. Neydim sahi? Nasıl yaşadım değişik insanların kalıbında?
Sesli söylemişti son sözlerini. Yabancı birisi söylemiş gibi geldi. Tanıdık değildi sesi.
- Bu ses benim değil diyordu, bu ses boğuk, bu ses soğuk, nasıl akıyor geceye oluk oluk?
Aslında çok iyi duymazdı kulakları, belki de yıllardır duymamak için kötülüklere kulağını tıkamış olduğundandır. Ama yüzündeki kırışmaların sesini duyabiliyordu sanki her gün biraz daha çok.
İnsanlar yaşadıkça çok yenilgiye uğramışlardır. Yenilgi olarak kabul etmedikleri tek şey belki de uykuya yenik düşmekti. Uyuyamıyorum dese de kadın bir kez daha yenilmişti işte. Sabah koridordan gelen ayak sesleri, fısıltılı konuşmalar ile uyandı. Vakit gelmişti demek ki. Tanıyacaktı yeni komşularını, arkadaşlarını. Yorgun yüreği daha hızlı atmaya başlamıştı. Yaşından dolayı grileşen mavi gözlerinin içinde yepyeni ışıltılar belirmişti. Kalkıp yerinden öz bakımını yaptı, giyindi, saçlarını özenle tarayıp odasından çıktı.
Aslında gecikmişti kahvaltıya, hazırlanıp çıkana kadar huzurevinin misafirleri kahvaltı salonuna inmişlerdi. Heyecanlıydı, kenarlıklara tutunarak inmeye başladı. Salonun kapısını açıp girdiğinde yatağa mahkûm olanların haricinde hemen hemen 100 kişiyi gördü. “100 insan en az 50 hikâye” dedi kendi kendine.
Sonbaharın vurduğu yapraklar gibi vurulup en merhametli yerinden dökülüp çürümemek için direnen insanlardı hemen hepsi. Her şeye rağmen umutlarını kaybetmek istemeyen insanlar. Kimisi kurşun seslerini göğsünde barındırmış, kimisi dudaklarında yanık türküleri emzirmişti. Kimisinin gözleri sık sık kapıya takılıyordu, beklenen neydi şimdi anlayamazdı tabi ki. Görevliler fark edene kadar kısa da olsa göz atmıştı salondakilere.
Beyaz formasının içinde bir melek gibi görünüyordu kadının elinden tutarak diğer misafirlerin yanına götüren hemşire. Sarı saçları dalgalanıyordu, rüzgârlı havadaki deniz gibi. Saçı denize benzetmek pek de doğal değildi biliyordu kadın ama gözlerinin rengi o çağrışımı yapmıştı bir an. Dudaklarına bir tebessüm yapışmış gibiydi, sürekli gülümsüyordu. Konuşurken bile gülümseyebilen insanlara hep hayret etmişti kadın.
- Sevgili büyüklerim, aramıza bir arkadaş daha katıldı. Sizlere onu tanıtmak istiyorum. Aramızda olmasından onur duyduğumuz bir şair ablamız kendisi. Çok da ihtiyacı olmasa da böyle bir topluluğun arasında olmak için kendisi isteyerek katıldı aramıza. Duhter Hanım diyebilirsiniz kendisine. Sizleri de ona tanıtmak isterdim ama zaten her birinizin ismini aklında tutabilmesi zor olacak yavaş yavaş tanışacaksınız, birbirinizi seveceğinize inanıyorum.
Salonda bir uğultu yükseldi bir an, hemen herkes “Hoş geldiniz” diyordu. Kadın selam verip hemşirenin gösterdiği yere oturdu. Kendisine çivilenmiş bakışları hissedebiliyordu hepsini görmese de. Mutluydu.
Çayını yudumlarken ileride pencerenin karşısında birisine gözü takıldı birden. Tekerlekli sandalyede olması masada oturmasına engel değilken neden ayrı yiyordu ki yemeğini. Üstelik arkası dönüktü herkese. Yanında oturan bayana sordu;
- Neden o bey yalnız, bir sorunu mu var?
- O kimseyle konuşmaz.
- İşitme engeli de mi var?
- Hayır, o bir keman sanatçısı, İstanbul senfoni orkestrasında çalışıyormuş, bir konser için Mardin’e giderken araçları kaza yapmış. Birkaç arkadaşını kaybetmiş kendisi de sandalyeye bağlı kalmış. Ondan sonra dünyaya küsmüş. Konuşmaz kimseyle, sadece yemek zamanı görürüz onu, genelde odasında keman çalar.
Pencere önündeki adam sanki üstüne yoğunlaşan bakışları hissetmiş gibi döndü arkasını.
Tertemiz bir yüzü vardı. Gözlüklerinin arkasından donuk bakışları seziliyordu. Yuvarlak bir yüzü kıvırcık saçları vardı. Şimdi beyaz olsa bile kaşlarından saçlarının da açık renk olduğu belli oluyordu.
İlgisini çekmişti birden kadının pencere önündeki adam. Aslında tip olarak çok da çekici gelmezdi ama bir yakınlık hissetmişti ona karşı. “Belki sanatçı kimliğinden dolayıdır” diye düşündü. Çünkü kendisi de çok severdi müziği ve bir enstrüman sahibi olmak onunla vakit geçirmek istemişti. İstemekle olmuyormuş, yetenek gerekiyormuş. Aynı şiir gibi, yazmak isteyen değil yeteneği olabilen yazabiliyordu ya şiiri.
Adam bakışlardan rahatsız olmuş yeniden kendi dünyasına dönmüştü. Aralarında kalın bir duvar vardı sanki. Yıkılmalıydı bu duvar, yıkacaktı, aklına takılmıştı kadının. Şimdiye kadar ne engeller aşmamıştı ki, bunu da aşacaktı, kendisine inanıyordu.
Kadında döndü masaya, çatalında bir peynir parçası, gözlerinde meraklı bakışlar, aklında pencere önündeki adamla birlikte.
Not: Devamı var.
YORUMLAR
Dünkü yazının üslubundan çok farklı. roman havasına girmiş gibi ama dünkü şiirsel söyleyişler daha güzeldi. Bu "devamı var"lar daha ne kadar devam eder bilmem ama kısa hikayeler bir iki sayfalık ve çok güzel işlenmiş bir üslup daha iyi olur diye düşünüyorum.
Bu arada dünkü kurdele de gözümden kaçmadı :)