- 1045 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Zaman Yürüyor Kendi Yolunda
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yine yeniliyorum hayata… Cansız güneş, solgun gökyüzü kaybolmanın arifesinde… Parmaklarımın arasından kayıp giden bir cumartesi gününde doğruları zorlayan sözcüklerimden de vazgeçtim. Bir oyun parkında “günaydın” derken çocukluğum bu günü yazmaktan vazgeçtim. Hem ne işim vardı burada benim.
Çocukluğumun elinden tutup geçmişe geldim…
Küçük bir kızdım ben; beyaz çoraplarım, örgülü saçlarım ve annemin elleriyle diktiği çiçekli elbisemle… Çocukluğumun geçtiği o çıkmaz sokakta Bergama kültürü ile yankılanmış adım… Tek Ayşe olmaz demiş anneciğim, gül de olmalı… Ayşegül… Sevgi, muhabbet ve aşk olmuş hamurum. Tarıma, toprağa ve nimete saygıyı mekanı cennet olan o güzel kadından öğrenmişim. Anneanneciğimden dinlediğim tanrısal söylencelerle büyülenmişim, yaşamı kendi avuçlarıma dolduruncaya kadar… Tek övüncüm doğuşumla birlikte çekirdek aileme getirdiğim şans olmuş. Anneciğimin sevgi dolu gözleri ile umutlanmış, sevgiyle sarıldığım babamın güçlü kolları ile güveni öğrenmiş ve alın teri ile beslenmişim.
Homeros’un İlyada’sında uzun uzun anlatılan Truva savaşları sırasında kentimin denize kıyı olduğu günleri görememişim tıpkı Zeus sunağını, temelleri üzerinde göremediğim gibi…
Ne zaman gök gürlese Bergama da Medusa’nın saçlarına yılanlar dolanır mitolojinin gizemli yollarında. Evimizin bahçesi buram buram tarih kokar ve rüzgarla oynaşan asmalarımızın yaprakları bile ölümsüz sevda öykülerini fısıldar kentimde. Güzeller güzeli Kleopatra yıkanır her mehtapta… Henüz yazılmamış yarınlarımda karşılaştığım her engelde içimdeki küçük kız, cesur Amazon kraliçesi Smyrna’ya dönüşür.
Ölümü ilk Asklepionun kapısından okumuş dedem kulaklarıma. “Bu kapıdan ölüm giremez” sözü ile büyülenmişim. Biliyorsunuz belki tıbbın simgesi olan yılanlı sütun’un hikayesini…
Kaledeki dilek kuyusunda kalmış kim bilir kaç dileğim. Ve ben her seferinde gözyaşı şişelerinde sevdiği uğruna döktüğü yaşları biriktiren, o zamanın genç kızları gibi ölümüne bir sevda dilemişim. Gözyaşı şişelerinde demlenirken ıssız yüreğim, her gece cebimde kalan metal paralarla bir sonraki dilek kuyusu ziyaretim için düşler biriktirmişim.
Hüzünlü gözyaşı şişelerinin ne olduğunu bilir misiniz…
Çok eskiden birbirinden ayrı düşen insanlar, özellikle de sevgililer, duydukları acıdan dolayı ağladıklarında, gözyaşlarını bu minik şişeciklerde biriktirirler ve sevdiklerine bu şişeyi gönderirlermiş. Gözyaşı ile dolu olan şişe, sevginin, özlemin, hasretin bir göstergesiymiş. Adeta "seni o kadar çok özledim, o kadar çok seviyorum ki, işte canlı göstergesi, senin için bu kadar ağladım, bu kadar gözyaşı döktüm" derlermiş. Hasretle dökülen gözyaşlarıyla dolu minicik bir şişe... Binlerce sözden, sayfalarca şiirden, uzun mektuplardan çok daha can alıcı değil mi… Hatta ölüler için dökülen göz yaşları da bu şişeciklerde biriktirilerek mezarlara da konurmuş.
Bir Pazar günü akşam üzeri çocukluğum bıraktığında ellerimi hava kararmak üzere. Yine cansız güneş, solgun gözyüzü ve ben tıpkı o günlerdeki gibi hala yazıyorum. Tek farkım yazdıklarımı kendime okumuyorum artık ve korkmuyorum yarınlara bakarken, tatlı bir karanlık içinde de olsa umudum var ne de olsa… Lakin değişen bir şeyler var şu tadı alınmış hayatta. Ama ney… Zaman yürüyor kendi yolunda. Günler anlamsız bir biçimde birbirine eklenip duruyor şimdilerde. Vitrinlerin eski çekiciliği kalmadı sanki. Hali vakti yerinde olmayan insanlar günden güne çoğalıyor. Ve ülkemin tüm sokaklarını kara taburlu umutsuzluk askerleri kuşatıyor yavaş yavaş.
Yoksa değişen ben miyim…
Bilmiyorum…
Bir şeyler olacak gibi geliyor bana
Şu köşeyi bir dönebilsem…
Çocukluğum orada…
Nisan 2008
Ayşegül TEZCAN
-Gözyaşı şişelerinin öyküsü mitolojiden bir alıntıdır.-
YORUMLAR
Güneş kavruğu dudaklarımızdaki anı yolllarını ve göğsümüzdeki çocukluk tozlarını ezgili bir anlatıda buluşturarak bir ilkyazın coşkularıyla harman edip ve yaşam sepetine yerleştirip farklı bir kurguyla bizlere sunmuşsunuz.
Sevinçlerimizin asla eskimediği ve anımsadıkça yüzümüzden gülücüklerin eksilmediği o çağlara yeniden dönüş yaptık sayenizde.
Her insanın kendinden çok şeyler bulduğu bir slayt olmuş.
Şairesini kutlamak da bize mutluluğun en özelini sunmuş.
Tebriklerimle Ayşegül Tezcan. Seni okumak farklı, her zaman farklı.
yaş 40 diyelim.. bir çocukluğa kaç saatte gidiliyor ki.. sizinki fazla sürmemiş.. hemen gitmişsiniz..
tebrikler hocam..
çocukluğunuza duyduğunuz özlemler gerçekleşir umarım, yada çocuklarınızın özlemlerini umutlarını gerçekleştirirsiniz umarım..
yazın güzeldi.. yormadı..
Çocukluğumun elinden tutup geçmişe geldim…
Küçük bir kızdım ben; beyaz çoraplarım, örgülü saçlarım ve annemin elleriyle diktiği çiçekli elbisemle… Çocukluğumun geçtiği o çıkmaz sokakta Bergama kültürü ile yankılanmış adım…
Ne güzel bir duygudur çocukluğun geçtiği yerlerdeki kültürüe sahip çıkmak ve o kültürü dile getirip ona sarılmak.
Beraber Büyüdük Çocukluğumuza....adlı yazımı anımsattı değerli yazarın '' Zaman Yürüyor Kendi Yolunda'' adlı çocukluğuna dair bir kesit.
Yoksa değişen ben miyim…
Bilmiyorum…
Bir şeyler olacak gibi geliyor bana
Şu köşeyi bir dönebilsem…
Çocukluğum orada…
Ve değişen biz miydik? hiç bilemedik ama hep sorguladık.
Gün yazısı seçtim ve keyifler ötesi okudum.
Kutlarım yazarı.