9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1016
Okunma

KEDİDİR O KEDİİİİ
Dersim isyanı konusu ele alındığında en çok üzerinde durulan husus şu olmuştur: ’’ İsyancılar devlete asker ve vergi vermek istemiyorlardı. İsyanın asıl sebebi buydu’’
Olaylara baktığımızda ise Genel Müfettiş Abdullah Alpdoğan Paşanın bölgeye gönderilmesi ve ileride yapılacak olan askeri harekatı kolaylaştırmak adına yeni karakolların yapılması, köprüler inşa edilmesi başta Seyid Rıza olmak üzere çeşitli Kürt aşiret reislerini kuşkulandırmıştı. Nitekim devletin askeri harekatı öncesinde verdikleri ültümatoma baktığımızda vergi vermemek gibi bir niyetleri olmadığını, bölgeden asker alınması konusuna ise hiç dokunmadıklarını görüyoruz.
İsteklerini bir ültümatom olarak şu şekilde iletmişlerdi hükümete:
’’ Karakol yapmayacaksınız, köprü kurmayacaksınız, kaza ve nahiye kurmayacaksınız, silahlarımıza dokunmayacaksınız, vergilerimizi pazarlık usulü vereceğiz.’’
Neticede ok yaydan çıkmış ve isyan başlamıştı artık. Seyid Rıza’nın önderliğinde başlayan bu isyanda Türk ordusunda da isyancıların tarafında da zaaflar vardı. Türk ordusunun zaafı bölgenin dağlık, taşlık arazisinde hareket ve manevra kabiliyetinin çok zayıf olması ve bölgeyi iyi tanımamaktı. İsyancı tarafının zaafı ise uğradıkları ihanetlerdi.Aşiretlererası ve içi çekişmeler had safhadaydı. Örneğin Ağustos’ta, isyanın önemli önderlerinden Bahtiyarlı Şahan, Pırçoğlu Hıdır tarafından öldürüldü, kafası kesildi ve Hozat’a götürüp kumandana teslim edildi. Çekişmenin hırçınlığını gösteren daha iyi bir örnek, isyanın lideri Seyid Rıza’nın kardeşinin oğlu Rayber’in (Rehber) yaptıklarıdır. Hareketin en önemli liderlerinden Alişer ve karısını o öldürdü, başlarını kesip askere teslim etti.
20-21 Mart 1937 Tarihinde başlayan bu isyan iki aşamalıdır aslında. I. Aşaması Seyid Rızanın idamına kadar olan dönemdir; ikinci aşaması ise Seyid Rıza’nın idamından sonra devam eden ayaklanmalar ve hükümetin aldığı sert tedbirlerdir.
Bu ayırımı şunun için yaptım: Bu gün gelinen noktada tartışılan en önemli konulardan biri bu isyanın bastırılmasının bir katliama dönüşmüş olması dolayısyla bu katliamdan kimin sorumlu olduğu konusudur. Bir grup insan bu sorumluluğu İsmet İnönü’ye yıkmaktadır çünkü hükümetin başında o vardır. Bir başka grup ise ’’ Hayır sorumlu olan Celal Bayardır hükümetin başında o vardı’’ demektedir.
İsyanın Seyid Rıza’nın teslim olup tutuklamasına kadar olan kısmında başbakan İsmet İnönüdür. İdam edildiği tarihte ve daha sonraki II. bölüm isyanların olduğu dönemde ise Celal Bayar... Yani eğer bir sorumlu aranması gerekiyorsa her ikisi de sorumludur.
Bu isyanla ilgili en önemli hususlardan birisini de ifade ettikten sonra isyanın nasıl bastırıldığına geçelim. O husus şudur: Seyid Rıza 30 Temmuz 1937 tarihinde İngiltere Kraliçesine bir mektup yazarak ondan yardım istemiş midir? Yani Seyid Rıza bir emperyalist uşağı mıdır?
Öyle bir mektup var mı sahiden? Evet var: Aynen şöyle:
“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,
Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor. Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930’da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.
Seyit Rıza Dersim Başkomutanı”
Böyle bir mektup var olmasına vardır ama kendini ifade edecek kadar bile Türkçe bilmeyen, okuma yazması bile olmayan birinin kaleminden çıkacak bir mektup değildir bu. Peki kendisi yazmasa bile birine yazdırmış ve altına imzasını atmış olamaz mı? Mümkündür elbette ama o zaman da mahkemesinde şu sözleri söylemezdi sanırım:
Seyit Rıza ve adamlarının 20/21 Mart 1937 gecesi Kahmut Köprüsü’nü yaktıklarını iddia eden şahit ifadesine Seyit Rıza “Allaha, devlete karşı gelmek için kudurmuş muyum ben!?” diye haykırarak itiraz etmişti.Görülüyor ki o köprünün yakılması olayını bile kabullenmiyor, yaptıklarının ise devlete karşı bir isyan olduğunun bilincinde değil.
Peki bu mektup? Mektubun var olduğu kesin ama bunun Suriye’den, Nuri Dersimi tarafından gönderildiği iddiaları bir hayli fazla. Böyle düzgün ifadelerle yazılmış olan bir mektubu ancak çok iyi bir eğitim görmüş ve o sırada Suriye’de yaşamakta olan Baytar Nuri yazmış olabilir deniliyor.
Evet..İsyana dönelim tekrar.
Genel Müfettiş Abdullah Alpdoğan Paşanın 20.000 kişilik tam teçhizatlı ordusu 6.000 kişilik isyancı ordusu karşısında neredeyse hiç bir şey yapamıyor. Dağlara sığınan isyancıları bu mağaralarda yakalamak ve isyanı bastırmak mümkün değil. Çaresiz hükümetten yardım istiyor.( İstekleri arasında gaz bombası da var ) Dersim’e , yeni adıyla Tunceli’ye bir hava harekatı yapılacaktır.
Bu hava harekatı 1 Mayıs 1937 başlıyor. Hava harekatına katılanlardan birisi de Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçendir.
Hava harekatının başlamasıyla birlikte çatışmalarda üstünlük Türk Ordusuna geçiyor tabii ki.
İsmet İnönü’nün Başbakan olduğu dönemdeki o kara ve hava harekatıyla ilgili bir iki hatırayı nakledelim ki isyanın nasıl bastırıldığı ve ’’Dersim İsyanı ’’ Denilince niçin ’’ Katliam ’’ sözcüğüyle birlikte anıldığı daha net anlaşılsın.
Sabiha Gökçen bizzat kendisi anlatıyor:
Sabiha Gökçen, 21 Ağustos 1937’de dönemin Tan gazetesi yazarı Ahmet Emin Yalman’a verdiği röportajda 1937 Harekatı deneyimini şu sözlerle ifade etmiştir: "...Dersim’deki uçuşlarım daha heyecanlı olmuştur. Bir iki defa pilot, fakat ekseriyetle rasıt (gözlemci) olarak uçtum. Böyle vaziyetlerde insan harp heyecanını rasıt mevkiinden daha iyi duyuyor. İnsan evvelâ bombalarını atıyor, bunlar bittikten sonra canlı hedefler görürse, makineli tüfeğe müracaat ediyor. Dersimde ilk bombardımanımın heyecanını unutmam... Muhasama [çarpışma] meydanında canlı hedef üzerine bomba atmak insana hiç bir acımak hissi vermiyor. İnsan yalnız vazifesini görmek için aramayı, vurmayı düşünüyor". Yine Sabiha Gökçen, 1956’da Milliyet gazetesinden Halit Kıvanç’a verdiği röportajda ise Dersim anılarını şöyle aktarmıştır: ".Canlı ne görürseniz ateş edin emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk
İhsan Sabri Çağlayangil ise şunları diyor:
Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti...”
Dersim isyanına günümüzün tabiriyle Özel harekatçı olarak katılan Muhsin Batur ise bir röportajında aynen şunları söylüyordu:
’’...Günlerden bir gün Alayımıza emir geldi... tren yolu ile Elazığ’a intikal edilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz 40 kişinin paylaştığı kapalı yük vagonlarında pek ilkel ve zor koşullar altında gerçekleşti, Elazığ’ın biraz uzağında Harput’un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.’’
Yaşantısının bu bölümünü anlatmaktan niçin kaçınmıştı Muhsin Batur? Neler yaşamışti ki anlatması bu kadar zor olan?
Tamamen iftira, bir kara propaganda da olabilir ama acaba Muhsin Batur şunları mı görmüş ve yaşamıştı?
Dersim İsyanına Türk ordusunun bir eri olarak katılan Kars’lı A. Demirtaş şunları anlatıyordu isyanın bastırılmasının üzerinden yıllar geçtikten sonra:
“Köylüleri topluyorduk bir araya, ‘Sizleri kurtaracağız’ diyerek uygun gördüğümüz yerlere götürüp makineli tüfeklerle tarıyorduk. Kadın, bebe, ihtiyar, genç demeden hepsini öldürüyorduk. Subaylar ‘Hiçbir Alevi’yi sağ koymayın öldürün’ diyorlardı. Daha sonra cesetlerin başına erler kurtlar gibi üşüşüyorlardı, kollarını sıvazlayıp altınları kapmak için hırsla bir yarış başlıyordu. Kolları parçalayarak, keserek altınlar kapışılıyordu. Hatta altın dişler bile sökülüyordu. Velhasıl bu tür şeyler yapıldı. Bugün Kars’ta Dersim zenginleri var. Bunların zenginlikleri oradan kalma.”
Sabiha Gökçen, İhsan Sabri Çağlayangil ve Muhsin Batur’un anlattıklarına bakılırsa Tunceli’de çok kötü şeyler yaşanmıştı. Bunlara rağmen ben yine de A. Demirtaş’ın anlattığı gibi bir vahşetin yaşandığına inanmıyorum ama Atatürk’ün Diyap Ağa’ya söylediği "Git, aşiretini kedisine kadar al, Dersim’den çık. Çık ama Malatya’yı geç," sözleri de hep mideme oturan bir yumruk olarak kalıyor. ’’Kedisine varıncaya kadar al git ?’’
Kedi...Kedi...Kediii...’’ Kedidir o kedi ’’ Deyip de geçelim mi ? Ne dersiniz?
Seyid Rıza’nın asılması, Asılmadan bir saat kadar önce Atatürk’le görüşüp görüşmediği, “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu, ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun!” sözlerini - varsa- böyle bir görüşmeden sonra mı söylediği gelecek bölümde inşallah.