23
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2128
Okunma

Birden fazla kılığa bürünüp yürüyor insanın üzerine kederler. Farkında değiliz belki ama mutlulukta öyle. Gelmeye başladığında peşpeşe takılıyorlar. Daha birinin tadını yahut acısını çıkartamadan onu unutturacak bir diğeri giriveriyor kapıdan pencereden. Abartmayı sevmiyorsanız yani özetle yaş almışsanız ömrünüzde ve aklınız başınızdaysa daha ilkinin gelişinden anlıyor ve gücü kuvveti toplayıp savunma hatlarınızı güçlendiriyorsunuz. Gelen ilk mutlulukla “hayra çıkar inşallah” demeye başlıyorsunuz bile.
…işte bu yüzden “yaşlanmak” pek de güzel bir şey.
“Keşke” lafını kullanmayı sevmeyen bir ekolün, kıyısı köşesinden geçen biri olarak yine de aklımdan geçiriyorum; “Keşke hayatımı 40 yaşımdaki kadar aklı başımda olarak yaşayabilse idim!”.
Pek çoklarına göre şanslı insanlardan olduğumuza inanıyorum. Gözlemleyebilmek, o gözlemlerinin neticesinde kendi payına çıkarımlar yapabilmek yeteneğine sahip olmak bir şans çünkü. Doğrusu ya, iyi bir aile kurabilmek, kavga dövüş tartışma yerine güle oynaya arkadaşını büyütür gibi bir çocuğun sorumluluğunu alıp onu yetiştirebilmek sandığımdan daha da önemli bir işmiş.
Günümüzde “bir imza değil mi, olursa olur olmazsa boşanırız” düşüncesiyle kurulan evlilikler gözümü korkutmuyor desem yalan olur. Aile yapımızın bozulmasını üzüntüyle izliyorum. Amasyanın barda, biri olmazsa biri daha sözünün iyi gitmeyen evlilikler için kullanılıyor olduğunu görmekse düpedüz fecaat bana kalırsa. Kendilerini herkesin ve her şeyin doğrusu diye gören bir bakış açısının, kendinden başkasını önemsemeyen bireylerin tahammül sınırlarının ve "ben ne dersem o olur" yaklaşımının boşanmalara öncelikli olarak sebep teşkil ettiğini gözlemliyorum.
Elbet, kişilik bozukluğu yahut fikri uyuşmazlıklarda sebep oluyor olabilir ayrılıklara. Adı konulmuş “şiddetli geçimsizlik” gerekçesinin içerisini dolduran o sebep nedir, bunu yalnızca çiftler ve her şeyi bilenin dışında kimse bilemez. Öyle ya bugünlerde boşananların hangisine sorsanız hep bir diğeri suçlu, muhakkak.
Her ne olursa olsun boşanan çiftlerin boşanmalarının faturasını çocuklarından başka hiç kimse ödemiyor aslına bakılırsa. Genç yaşta ebeveyn olan çiftler belki de onlara yaşatılmayan anne ya da babasızlığı bilmediklerinden kendi çocuklarını anlayışlı olmaya mecbur ederken, “ne var bunda” diyecek kadar kalplerini soğutuyorlar çocuklarının yaşadıkları üzüntüyle alakalı.
Ekonomik olarak çok da iyi şartları olmayan bir yakınımın anlattığı bir anı yankılanıyor zihnimde uzun zamandır. Şöyle söylemişti sohbetimiz arasında: “Dün akşam oğlumla konuşurken “seni özel okullarda okutmak isterdim ama başaramadım dediğimde oğlum bana: “anne, deli misin sen? Pek çok arkadaşım bana imreniyor ve ne kadar şanslı olduğumu söylüyorlar. Onlara büyük babaları bayramda harçlık diye altı yüz bin lira veriyor ama anne babaları ayrı. Haftada bir gün babalarıyla olabiliyorlar. Ben yaşayabileceğim en güzel hayatı yaşıyorum. Yorma kendini daha fazlası için, ihtiyacım olan huzur ve sevgiyle büyümek en büyük lüks bu zamanda…””
Sahi… Bu günlerde çocukların en büyük lüksü bu belki de! Yazık! Daha iyi bir neslin aile huzurunda yetişeceğini kaçırmışız, birkaç dil öğreten kolejlerin taksitlerini düşünürken!