12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
814
Okunma

Yaprakları seyrediyordu: Tek tük kalan yeşilleri, çoğunlukta olan sarıları, sayıca az olsalar da manzaraya hakimiyetlerinden ödün vermeyen turuncuları ve benim en çok sevdiğim kızılları... Bakışları yere doğru süzülen bir yaprağın üzerine kitleniyor, onun havada çizdiği figürleri takip ediyor, sonra da beraber çimlerin üzerine konuyordu. Yaprak hareketsizleşince bir diğerine geçiyor, bu sefer onun maceralarına eşlik ediyordu.
Pencere kenarındaki kanepenin üzerine yayılmış, zamanı ve sol elinde tuttuğu kitabı unutmuş gibiydi. Hatta öylesine dalmıştı ki ona kahve getirdiğimi bile duymadı; ya da ben öyle sandım. Bu yüzden fincanı onun yanındaki sehpaya bırakıp mutfağa dönerken arkamdan seslendiğinde ister istemez irkildim.
“Bir daha ne zaman çıkacaklar?”
“Ne, ne zaman çıkacak?”
“Yapraklar... Ağaçların hangi mevsimde yeşilleneceğini biliyor musun?”
“Buralarda Mart’ın ikinci haftasında... Biraz daha batıya gidersen Nisan başını bile bulabilir.”
“Oh! Ben göremeyeceğim demek ki.”
“Doğrusunu söylemek gerekirse, bilmiyorum.”
“Yapma! Sen de, ben de, doktorlar da biliyor Nisan’ı göremeyeceğimi.”
Nisan’ı göremeyecekti. O kadar zamanı yoktu. Onun dünyasında ağaçlar bir daha yeşillenmeyecekti.
“Yeni Zelanda’da doğa canlanıyordur şimdi.”
Hala başını çevirip bana bakmamıştı.
“Herhalde.”
“Mutludurlar mı?”
“Kimler?”
“Yeni Zelandalılar. Bahar başlamıştır ya; o yüzden içleri içlerine sığmıyordur.”
Öyle midir? Geçen bahar ben ne hissediyordum? Farketmiş miydim baharın gelişini ve gidişini?
“Şiirler yazıp, aşık oluyorlardır.” gibi saçma bir cümleden başkası gelmedi dilime.
İlk defa bana baktı.
“Öyle olur, değil mi? İnsanlar baharda aşık olur.”
“Kesin bir kural yok. Annenle birbirimize aşık olduğumuzda kışın ortasıydı.”
“Ben anne-baba aşkı demiyorum; sevgililerin arasındakinden bahsediyorum.”
“Biz de o zaman sevgiliydik.”
“Hadi canım...”
Onu gülümsetmiştim. Tekrar cama döndü. Bir yaprağı daha gözleriyle yakaladı ve peşine takıldı. Benimle ilgilenmediğini farkedince mutfağa döndüm. Bulaşık makinesini dolduruyordum ki telefon çaldı.
“Bugün nasıl?”
“Pek bir değişiklik yok. Dışarıyı seyrediyor. Yaprakların dökülüşü onu oyalıyor.”
“Kemal? Yapraklar bitince ne olacak?”
“Bilmiyorum.”
Bilmiyordum. Belki bu sefer de yağmuru seyretmeye başlardı. Ya da bu sene karın erken yağması için dua etmemiz gerekirdi. Bize borçluydu gökyüzü. Aylardır onun için ettiklerimize kulak tıkadıktan sonra, bize epey borçluydu.