13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2126
Okunma


Çocuklarına kıyan ülkelerin geleceği, çocuklarını yüce tutan ülkelerin elinde kalır.
( Hacı Bektaşi Veli )
Siz üzerlerine giydirmedikçe, çocukların ırkçı zırhları yoktur!
Çocukluğum boyunca içimi sızlatan bir resimdi Büyükada’daki yetim yetimhane. O binayı ilk kez ne zaman gördüğümü tam olarak hatırlamasam da, yıkılmamak için direnen o yaşlı ve yaslı mimariyi, ilk olarak ne zaman keşfettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Serin bir yaz sabahında, adanın; o zamanın ırksız, şimdiki zamanın zırhlı, müslüman, yahudi ve ermeni çocukları bisiklet turuna çıkmıştık. Sabah evden çıkarken asıl niyetimiz Yörük Ali Plajına gitmekti ama, nasılsa gün uzun, bütün zamanlar bizimdi. Biz çocuktuk ve büyüklerin telaşları, günlük kaygıları ile hiç işimiz yoktu.
Güneş henüz yakıcı etkisini göstermediğinden olsa gerek, turu uzattık. Pedallara sözümüz geçmeyecek kadar yorulduğumuzda, o terk edilmiş hüzün yığınının önündeydik. Bisikletlerden indik ve annelerimizin ısrarla yanımıza almamızı istediği su mataralarını ve ada kokulu francalı ekmeklerimizi çıkarttık. Kıyafetlerimizin kirlenmesi her ne kadar ailelerimiz için sorun olsa bile ( nitekim o zamanlar tam otomatik çamaşır makinaları fazlaca yoktu ) , biz çocukları zerrece ilgilendirmiyordu. Toprak zemine rahatça yerleştik. Ekmeklerimizi yemeğe başladık. Bir yandan gülüşüyor, bir yandan didişiyorduk ama ben gözümü tam karşımda kalan o terkedilmiş yapıdan alamıyordum.
Bina, oldukça büyük ahşap bir yapıydı. Dış cephesi kabarmış, yer yer dökülmüş, üzerinden süzülen sabah nemi, gözyaşı gibi parlıyordu. O yöne baktıkça keyfim kaçıyor, içimden bir ses burada gördüğümden daha fazla gözyaşı aktığını söylüyordu. Arkadaşlarıma döndüm ve sordum. ’’ Burasının kimin evi olduğunu bilen var mı? ’’ Benden iki yaş daha büyük olan Maria cevapladı. ’’ Burası ev değil, bir yetimhane. Rum yetimhanesi, daha doğrusu öyleymiş. Rumlar İstanbul’dan sürüldüğü zamandan beri boşmuş. Babam öyle anlattı. ’’ Bu cevap bana hiç mantıklı gelmemişti. Rumlar neden İstanbul’dan sürülsünler ki? Hem onlar İstanbul’dan sürüldülerse, Maria, onun ailesi ve tanıdığım bir çok Rum aile adada nasıl kalmışlardı ki? Bu düşündüklerimi sormakta gecikmedim. Maria ’’ Biz Türk vatandaşıyız, senin kadar bizim de burada yaşamaya hakkımız var! ’’ diye cevapladı. Aslında benim niyetim bu hakkı sorgulamak değildi ve hatta Maria’nın milliyetini sorgulamak hiç değildi. Tek isteğim bu sürgünü ve hedefini anlamaktı, gelin görün ki, çocukluk bunu yeterince ifade etmeme izin vermedi. O gün arkadaşımı kırmış, üzmüş olmam ihtimali, beni düşündükçe bugün bile sarsar. Maria’ya cevabım mahcup bir özür oldu. Şükür kalabalıktık, konu çabuk dağıldı. Ekmeklerimizi yedik, mataralarımızı boşalttık ve plaja doğru bastık pedallara. Yüzdük, güldük, oynadık bütün gün. Yanımda ise hep hüzün vardı.
Akşam eve döndüğümüzde Rum Yetimhanesi hâlâ aklımdaydı. Nedenler, nasıl olurlar beynimin içinde dönüp duruyorlardı. Babama sorsaydım bilir miydi? Bilirdi elbet, o her şeyi bilirdi. Anneme, babamı karşılamak için iskeleye gidip gidemeyeceğimi sordum. Vapura on dakika kaldığı ve yetişebileceğim cevabını aldığım anda tokyolarımı ayağıma geçirdiğim gibi evden fırladım. Vapurun sireni duyulduğunda iskeleye varmış, koştuğum için doğal ritmini kaybeden kalbimi sakinleştirmiştim bile. Vapurdan akan akşam selinin arasında babamı görmek pek kolay olmadı ama o beni kırmızı elbisemden tanıyıp, yanıma gelmişti bile.
’’ Kızım babasını karşılamaya mı gelmiş? ’’ dedi gülümseyerek. Babam gülümseyince, sanki her sorun çözülecekmiş gibi gelirdi bana. ’’ Evet. ’’ dedim, ben de gülümsedim. Eve doğru yönlendik. ’’ Şimdi sen dondurma da istersin ama yemekten önce olmaz’’ dedi. İstemediğimi söyledim. Sonra babam elini elime uzattı. Küçük kızının elini tutarak eve gitmek istiyordu. Ben ise artık büyüdüğüm için(!) babasının elinden tutan küçük kız görüntüsü vermekten nefret ediyordum. Elimi çektim. Babam sanırım beni anladı. Güldü... ’’ Söyle bakalım’’ dedi, ’’ yemekten önce dondurma da istemiyorsan, beni neden karşıladın? ’’
Babama o gün sabah yaşadıklarımı anlattım. O yetim yetimhaneyi, sürülen Rumları, burada kalan Türkleri ve bunlardan bir anlam çıkartamadığımı...
İşte o gün, politikanın, politik çıkarların, devletlerin ve hükümetlerin, yetim çocuklardan önde geldiğini öğrendim. Dinsel ve milletsel kimliklerin, biz çocukların bildiğinden öte bir şey olduğunu, bu kimlikler yüzünden toprakların, ailelerin, insanların bölündüğünü , öldüğünü ve bugün arkadaşım dediğimin, yarın düşman devlet vatandaşı, hatta düşmanım olabileceğini öğrendim. Bugün aynı mataradan su içtiğim, francalalımı paylaştığım arkadaşımın yarın elinden, evini barkını, kabını kacağını alabileceğimi öğrendim. Devletler için çocuklarının geleceğinden çok, milliyetinin önemli olduğunu öğrendim. Öğrendim ama anlamadım. Anladığım tek şey benim için tek doğrunun insanlık ve sevgi olduğuydu.
Yıllar sonra o yetimhaneyi bugünki aklımla araştırdım. İçinde yaşanan hikâyeler, tarihi, haksızlıklar, iade edilen haklar. Bu yapı bugün birinci dereceden tarihi eserdir. Avrupa’nın ilk, Dünya’nın ikinci en büyük ahşap binasıdır. Bu binanın hangi milliyetin ya da dinin mülkü olması değil, ayakta durması önemlidir. Yazık ki, bunca sene bunun için bir çaba gösterilmemiştir. 1964 senesinde tapusuna el konulan Rum Yetimhanesi, senelerce yıkılmaya terk edilmiş, 2008 yılında mahkeme kararı ile Rum Patrikhanesine teslim edilmiştir. Beni düşündüren; böylesi kıymetli bir yapıyı, hüznünden soyundurabilmek mümkün olacak mıdır? Benim isteğim, başka çocuklar da o yetimhanenin yetimliğini hissetmesinler. Benim dileğim, sürgünler, el koymalar, çatışmalar olmasın.
Düşünüyorum. Neden koca Dünya’ya sığamıyoruz, neden elimizdekilerle yetinmiyoruz. Toprağı bırakıp, toprağa gitmek değil mi neticemiz. Geçmişe bakıyorum. Ülkemde, Balkanlar’da, orada, burada... her yerde sürgün...
Ardında evini bırakmak son dert olsun. Ailesini, çocuğunu, eşini bırakıp gitmek zorunda bırakılan insanlarla dolu tarih.
Bugün ben de vatandaşı olmadığım bir ülkede, o ülkenin vatandaşı olan çocuklarımla yaşıyorum. Gün gelir de, tarih tekerrür ederse, benim çocuklarımın Maria’nın bana verdiği cevabı bir başkasına vermesini istemiyorum. Evimdeki anıların, bir başkasının hüznü olmasını istemiyorum.Milliyetinden dolayı kendinden vazgeçmek zorunda kalmak! Haksızlık bu! Ben yetimliği ve haksızlığı sevmiyorum.
O yüzden...
Çocuklarınıza kıymayın ülkeler! Dinleri ve ırkları ne olursa olsun, onlar sizin geleceğinizdir. Bir yetimhanenin öğretisine gerek kalmadan sevmeyi öğrenin insanlar. Sevgi barışın, barış refahın, refah ise mutluluğun garantisidir.
Yalnızca insanlığın önemli olduğu o güzel günün gelmesi umuduyla...