5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
693
Okunma
Strasbourg’u ziyaret edenler “Önce orayı gör, sonra öl.” derler. Tren garından çıkıp da Temple Neuf sokağında yürürken kendi kendime “Niye öleceksin ki?” diyordum. “Yaşayacaksan burada yaşa.” Quai Saint Nicholas civarında ise ölüm fikri çoktan aklımdan uçup gitmişti. Sekiz numaranın önüne geldiğimde cebimden çıkardığım not defterini bir daha kontrol ettim. Doğru yerdeydim.
...
Mösyö Lagarde-Michard yavaşça kremayı kahvesine döktü, sonra gümüş bir kaşıkla porselen fincanı karıştırdı. Gözleri kendi eliyle yarattığı küçük girdapta bir süre kaldı. Sonra başını kaldırıp ağır ağır, ingilizceyi elinden geldiğince doğru telaffuz etmeye çalışarak konuşmaya başladı:
“İzninizle söylediklerinizi tekrar edeceğim çünkü yanlış anlamadığımdan emin olmak istiyorum. Sizin benimle hiç bir akrabalığınız yok, değil mi?”
Tam olarak doğru değildi.
“Aslında var. Küçük oğlunuz Claude benim baldızımla beraber yaşıyor. Yakınlarda da bir çocukları olacak. Ama bunu zaten biliyorsunuz.”
“Evet, biliyorum.” derken bu durumdan pek memnun olmadığı anlaşılıyordu.
“Yine de benim sizi ziyaretim bahsi geçen ilişkiye dayanmıyor.”
“Böyle söylüyorsunuz ama bundan o kadar da emin değilim. Dediğinize bakılırsa siz de Lagarde-Michard adını almak istiyorsunuz. Bu arada tam adınız neydi?”
Elindeki fincanı aramızdaki sehpanın üzerine baktı. Fazla içmemişti.
“Hatırlamıyor olmanız çok doğal. Adım Yorgo Yorgiadis. Ama önümüzdeki sene Amerikan vatandaşı olduğumda bana ismimi değiştirme hakkı tanınacak. O zaman Lagarde-Michard soyadını almak istiyorum.”
“Adınızı Yorgo Lagarde-Michard’a mı çevireceksiniz?”
“Yo hayır. İlk adımı da değiştireceğim. Tam olarak Gaston Lagarde-Michard yapmayı düşünüyorum.”
Bir şey demeden yüzüme baktı. Bir olasılıkla akıl sağlığımdan şüphe ediyordu.
“Bunu niçin yapmak istiyorsunuz Bay Yorgiadis?”
“Kanunlar bana vatandaşlıkla beraber ismimi değiştirme hakkını da tanıyor. Göçmen bürosuna bakılırsa adımı Donald Duck bile yapabilirmişim. Ben de havalı, sıradışı bir isim düşündüm ve aklıma oğlunuz Claude’un adını alabileceğim fikri geldi.”
Mösyö Lagarde-Michard tekrar kahvesine uzandı.
“Böyle bir değişiklik olsa bile bunun bizi akraba yapmayacağının farkındasınız değil mi? Bir günde Lagarde-Michard olup, ertesi gün mirastan pay istemeyezsiniz.”
Güldüm. O ise niye güldüğümü anlamadı.
“Sizi temin ederim, malvarlığınız umurumda bile değil. Gelir düzeyim gayet iyi durumda. Hatta Virginia’da bir malikanem bile var. İsmimi değiştirince oranın da adını Lagarde-Michard malikanesine çevirmeyi düşünüyorum.”
Mösyö öksürmeye başladı. Kahve boğazına kaçmış, sıvı nefes borusundan aşağı inmeyi denemişti. Güç bela fincanı elinden bıraktı, bir süre daha öksürdü. Pembe yüzü kızarmıştı. Sabırla sakinleşmesini bekledim.
“Doğru anladığımdan emin olmak istiyorum. Mirastan pay istemiyorsunuz. Zaten kendiniz de zenginsiniz. İsminizi ben karşı koysam da Lagarde-Michard’a çevirme hakkına sahipsiniz. O zaman ne demeye buraya geldiniz? Zamanı geldiğinde isminizi Gaston Lagarde-Michard’a değiştirin ve malikanenizde dilediğinizi yapın. Ne benim, ne de başka birinin buna karışmaya hakkı olmaz.”
Bana herhangi bir içecek teklif edilmediği için boş kalan ellerimi oğuşturdum:
“Aynen dediğinizi yapacağım. Ama olay kendimi Lagarde-Michard ilan etmekle bitmiyor. Ben gerçekten bu ismin bir parçası olmak istiyorum. Lagarde-Michard ailesinin beni aralarından biri olarak kabul etmesini istiyorum. Onlardan, yani sizden, bir şey talep etmiyorum. Hatta zamanı gelip de bu dünyadan ayrıldığımda mal varlığımın ailenize kalmasını arzuluyorum. Tek dileğim beni aranıza almanız...”
Mösyö Lagarde-Michard birden ayağa kalktı. Sarsıntıdan fincanındaki kahve halıya damladı ama adam bunu farketmedi.
“Mösyö, siz ne istediğinizin farkında değilsiniz.”
Fincanı arkasındaki çalışma masasının üzerine bırakıp hızlı adımlarla kütüphaneden çıktı.
...
Dokuzuncu yüzyılda Kel Charles ile Alman Louis Strasbourg’da anlaşmaya varıp bunu kağıda döktüklerinde Fransızca’nın da ilk yazılı metni ortaya çıkmış oldu. Bir çok kişi Louis’nin yeminini Latince yerine bu kaba dille yapmasını eleştirdi. Ama zamanla alıştılar. Öylesine alıştılar ki Paris üniversitesindeki bir kaç bilirbilmez dışında kimse Latince’ye geri dönülmesini istemedi. Mösyö de benim Lagarde-Michard olmama alışacak. Hatta ilk çocuğuma onun adını verdiğimde vaftiz babası kendisi olacak. Gün gelecek, benim onun öteden beri onun oğlu olduğumu düşünecek. Niye kapısını daha önce çalmadığımı soracak.
Alışacak... Eninde sonunda herkes alışır.
Bu gerçek bir hikayedir. Sadece zamanından önce söylenmiştir.