- 1249 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
MATMAZEL ELENİ
Ailelerini yitirmiş ve mevcut akrabaları, 6 Eylül olaylarından sonra İstanbul’u terk etmiş olan, Eleni ve Petro, Cihangir’in Çukurcuma semtinde, babadan kalma üç katlı evlerinde yaşıyorlardı.
Petro da normal bir çocuk gibi doğmuş, ilerleyen yıllarda ise, zihinsel engelli olduğu anlaşılmıştı. Bu yüzden Eleni hiç evlenmemiş ve kendini kardeşine ve onun bakımına adamıştı. Ama şahsını da hiç ihmal etmezdi.
İlerlemiş yaşına rağmen fiziki görünümünü korumasıyla, saçlarına, giyim kuşamına gösterdiği itinayla, komşu kadınlar tarafından da örnek alınıp sevilen bir kadındı. Hele hele, kendine özgü şivesiyle konuşmalarına ve anlattığı birbirinden güzel fıkraların tadına doyum olmazdı.
Kardeşi Petro’nun, kedilere olan düşkünlüğü yüzünden, ara sıra mahalleliyle başı derde girse de, Eleni tatlı diliyle kızgın komşularını yatıştırmayı iyi bilirdi.
Zorlanmadan yiyecek buldukları bu kapıdan ayrılmayan, her Mart ayı gelişinin ardından, sayıları artan kediler, Eleni için de bir sorundu.
Ama Petro’nun tek eğlencesi ve yaşam sevinci olduklarını bildiği için katlanır ve her gün ciğerle beslerdi onları.
Eleni’nin bu monoton geçen hayatının tek eğlencesi ise, Beyoğlu’nun sinemalarıydı. Geniş perde de film seyretmek, adeta bir tutkuydu onun için.
Filmin başlamasından bir saat önce, İstiklal Caddesine çıkar, ilk iş olarak gidip seçtiği filmin biletini alır, daha sonra da caddenin iki tarafına yan yana sıralanmış mağazaların vitrinlerine bilmem kaçıncı kez göz atmaya başlardı.
Genelde siyah renk giysiler giyerdi Eleni.
Bu onlar için matemin rengiydi ve kayıplarının ardından belirli bir süre baştan aşağı siyah giyinirlerdi mutlaka. Ancak Eleni, kayıp gitmiş hayatı yüzünden, siyah renkle adeta bütünleşmiş biriydi.
Üzerindeki tek göreceğiniz farklı renk, gri beyaz saçları olabilirdi ancak. Bazen, özenle yapılmış mizanplili saçlarına ve baştan aşağı siyah kıyafetine bakıp, “Madam” diye hitap edenler olduğu zaman, içinden çok kızsa da, kibarca “Matmazeldir” diye, düzeltmeden edemezdi.
Bir de gezinti için dışarı çıktığında, başında şapkası olmazsa olmazıydı.
***
Bir sabah uyandığında, daha geceden sarıp yattığı bigudili saçlarıyla, doğruca pencerenin önüne gitti Eleni. Sabaha kadar gök gürlemiş, şimşekler çakmış, ardından şiddetli bir yağmur gelmişti.
Penceresini açıp, sağa sola ve havaya bir bakarak durumunu kontrol etti. Kara bulutların dağıldığını, gökyüzünün oldukça berraklaştığını görünce “ Aman kale, hava mükemmeldir” diye sevindi.
Zira geçen hafta reklamını izlediği yeni oynayacak filmi gidip görmekti niyeti. Gerçi yağış devam etse de Eleni için fark etmezdi. Çünkü bir kez gitmeyi kafasına koydu mu, değil yağmur, kar fırtına olsa ona vız gelirdi.
Tek kaygısı saçlarına verdiği formun bozulması olurdu sadece.
Pencereyi kapatıp içeri girdi. Ağzında bir kanto şarkısı, sektire sektire neşeli bir biçimde gidip televizyonu açtı. Sonra gidip kahvaltıyı hazırladı ve Petro’yu kaldırdı.
Bir bebek gibi besledi kardeşini. Kahvaltı bittikten sonra da, sofrayı toplayıp, ellerinde ciğer torbası, birlikte bahçeye indiler. Şimdi sıra Petro’nun kediciklerini beslemekteydi.
Eleni onun minik kedi yavruları yakalamak için peşlerinden koşturmasına bakarken, dolu dolu oldu gözleri. Otuz yaşını geçmişti Petro, ama akıl yaşı, hala beş altı yaşında bir çocuğun ki kadardı. Derin bir iç geçirdi Eleni.
-Ah! Ah!.. Ya bana bir şey olursa Petro’ma kim bakar?
***
Az sonra Eleni merak ettiği filmi görmek için hazırlanmıştı bile. Genelde sinemaya giderken, Petro’yu yanında götüremeyeceği için ona doğruyu söylemezdi.
Alışverişe gidorum, bankaya gidorum ya da Eminönü’ne çarşıya gidorum, gibi bahaneler uydurup çıkardı evden.
O yokken Petro kapıyı açıp, gitmesin diye de kapıyı üstüne kitler ve anahtarını, alt katın parmaklıklı penceresinde duran, saksının dibine bırakırdı. Bunu mahalledeki bütün komşuları bilirdi.
Petro, ablası döndüğünde elinde mutlaka bir paket çikolata veya bir kese kâğıdı şekerlemenin olacağını bildiği için, Eleni’nin bu gidişlerden mutsuz olmazdı hiç.
O gelene kadar ya arka bahçede kedilerle oyalanır yâda orta katta televizyondan çizgi film seyrederek vakit geçirirdi.
Eleni’nin matine tercihi ucuz ve tenha olduğu için daima ilk seanslar olurdu. O gün yine tam vaktinde sinema salonundan içeri girdi, sıra başındaki yerini bulup oturdu.
On dakika sonra da ışıklar sönüp, perde aydınlandı. Her zaman ki gibi, zamanlamasını mükemmel ayarladığı için kendini tebrik etti Eleni. Çünkü salona girdikten sonra filmin başlaması için araya sıkıştırılan reklamları beklemeyi hiç sevmezdi.
Bir de film başladıktan sonra salona girip, karanlıkta yerlerini bulmaya çalışanlara çok kızardı. Tam rahat pozisyonu alıp filme yoğunlaştırılmış olacak iken, birinin gelip, geçmek için müsaade istemesine, bazen de ayağa kalkmak durumunda bırakılmasına illet olurdu.
Aksi gibi bu tür insanlarda nedense, hep gelip onu bulurdu. İşte böyle biri daha ışıklar söndükten sonra yanına dikilmiş, geçmek için izin istiyordu. Eleni içinden söylenerek
-Buyurunuz, geçiniz efendim, deyip, ayaklarını yan tarafa doğru büktü.
Ama adam öyle iriydi ki, bu aralık ona yetmemiş Eleni mecburen ayağa kalkmak zorunda kalmıştı. O da yetmemiş, sıradan dışarı çıkması gerekmişti.
-Amman kale… Buna eziyet denmez de, ne denir sankim?
O böyle söylenirken, başı kasketli iri yarı adam, hiç sesini çıkartmadan, arada bir iki koltuk boş bırakarak, geçip yerine oturdu.
Eleni’nin siniri geçmemiş, hala söylenmesine devam ediyordu.
-Salon zaten boşudur… Getirip, ta dibime neden adam oturtorlar böyle bilmorum?
***
Film başlayalı bir süre geçmiş, Eleni kendini çoktan filme kaptırmışken, bu kez de kulağına “tık, tıkı, tık… Tık tıkı tık…” diye bir takım sesler gelmeye başlamaz mı?
Her nedir bu diye kulak kabarttığında da ses kesiliveriyordu. Eleni” Bana öyle gelor herhalde “ diye düşünürken “tık… Tık..”lar yeniden başlıyordu.
Bir süre sonra ara ara devam eden “ Tık, tıkı, tık, tık tıkı tık…” diye senkronize bir şekilde sesler devam etmeye başlayınca, Eleni’nin keyfi iyice kaçtı.
-Zo… Nedir bu tık, tıkılar? Nedereden gelor? diye söylendi.
Anlamak için sağa sola bakınırken, bir de ne görsün?
Yanına geçip oturmuş olan iri yarı kasketli adamın şalvarının önünden, bir şey, arada bir dışarı çıkıyor ve avucundan bir şeyler yemeye çalışmıyor mu?
Bunu gören Eleni neye uğradığını şaşırdı. Daha önce böyle bir şey ne görmüş, ne de duymuştur.
O heyecanla kendini tutamayıp, çığlık çığlığa bağırarak yerinden fırlayınca, sinemada herkes da ayaklanır. Film durdurulur, salonun ışıkları yakılır.
İlk akla gelen Eleni’nin tacize uğradığının sanılması olmuştur. Hemen sonra da İki görevli ve diğer seyirciler, merakla Eleni’nin yanına koştur.
Eleni, iki eliyle yanaklarını tutmuş ayakta öylece dikilmekteydi. Yanına gelen görevlilerden biri, heyecan içinde sordu.
-Ne oldu Madam? Problem nedir?
Eleni, böyle heyecan içindeyken bile, unvanını düzeltmeyi ihmal etmedi.
-Zo, Bir kerem Madam değil, Matmazeldir!
Diğer görevli, eliyle yanında oturan adamı işaret ederek sordu.
-Yoksa bu adam size bir şey mi yaptı Madam?
Eleni, bir ayağını hırsla yere vurarak tekrarladı.
-Zo neden anlamorsunuz? Madam değil Matmazeldir!
İki görevli birbirlerine bakıp, bıyık altından gülmekten kendini alamadılar.
-Tamam, efendim, dediğiniz gibi olsun da, mesele nedir? Siz onu söyleyin lütfen.
Eleni ne desin bilemez bir süre.
Evet, ortada uygunsuz bir durum söz konusudur da, nasıl anlatsın bir türlü beceremedi. Kasketli iri yarı adam ise, gözlerinde şimdi ne olacak bakışı, hala olduğu yerde öylece şaşkın bir vaziyetti kıpırdamadan oturmaktaydı.
Eleni, bir adama bir yanındaki görevlilere bakıp “Hayatımda böyle şey görmemişim! Dedi. Bu yanımda oturan adamın şeyini mısırla beslordu.”
Görevliler ne demek istediğini tam olarak anlayamamışlardı. Ancak, adamın kadına bir şey yaptığını düşünerek, hemen sıranın arasına dalıp yakasına yapıştılar.
-Kalk ulan ayağa!
Adam, iriliğine rağmen, ceketinin yakasından tutup çekiştirmeye başladıklarında, kuvvetli bir rüzgâra tutulmuş, kuru bir yaprak gibi titremeye başlamıştı.
-More suçluysak o kadan da kötü bir şey yapmamışımdır! Ne çekiştirirsiniz bire? Diye, söylendi.
Görevli hala yakasından tutmaktaydılar.
-Vay, vay vay!!! Suçunu kabul ediyorsun demek ki! Seni ırz düşmanı seni!
Adam itilip, kakılmaktan bıkıp, istemeyerek de olsa yerinden kalkınca, kucağında tuttuğu kesekâğıdı yere düştü ve içinden taneli mısırlar saçıldı etrafa.
Görevliler şaşkın bakınırken üstüne bir de adamın şalvarının içinden “Gulu. guluuu!” diye sesler gelmez mi?
Görevliler bunu duyar duymaz, adamı bıraktıkları gibi korkuyla kendilerini sıranın dışına zor attılar. Gerçekten de çok tuhaf bir durum vardı ortada.
Eleni hemen atıldı “İste… Siz de gördünüz kale… Adamın seyisi hem konusor, hem de mısır yiyor!”
Bunun üzerine, iri yarı kasketli adam, güçlükle yürüyerek sıradan dışarı çıkartıldı ve herkesin şaşkın bakışları arasında, elini siyah şalvarının içine daldırarak, kocaman siyah bir hindi çıkartı dışarıya.
Milletin şaşkınlığı bununla beraber bir kat daha artmıştı. Görevlilerden biri komik duruma düşmüş olmanın siniriyle bağırdı.
-Ne lan bu böyle? Sihirbaz bozuntusu, seni!.. Hindinin şalvarında ne işi var lan söylesene?
İri yarı adam hindiyi göğsüne bastırmış bir eliyle durun işareti yaparken “Bire, bağırıp çağırmayı kesin de dedi, anlatayım nedenini.”
Görevliler çaresiz, olayın aydınlanması için, seyircilerin hayretle bakışları arasında, adamı ve Matmazel Eleni’yi de alıp, tuttular müdüriyetin yolunu.
***
Meğerse bu iri yarı siyah şalvarlı adam, ta Çorlu’dan, bir doktora muayene olmak için gelmiş İstanbul’a. Elindeki hindiyi de hediye olarak getirmiş doktoruna.
Randevu saatinin gelmesine daha çok olduğundan, sinemaya girip vakit geçirmek istemiş. Ancak gişedeki bayan elindeki hindiyle onu içeri alamayacağını söyleyince, o da çareyi hindiyi şalvarına gizleyerek, içeri girmekte bulmuş.
-More suçluysak o kadan da kötü bir şey yapmamışım… Demesinin sebebi de buymuş garibin.
Olay anlaşılıp herkes kahkahalara boğulduğunda Eleni, gülmekten gözlerinden gelen yaşları silerken "Ah kale! … Bunu asla unutmayacayim. Böyle şey ne gördüm simdiye kadar ne duymuşumdur" deyip, yeniden basıyordu kahkahayı.
İzlediği film yalan olmuştu ancak, Eleni’nin bu kez de komşularına anlatacak gerçek bir hikayesi vardı artık. Üstelik bizzat kendisinin yaşadığı eğlenceli bir hikâye.
***
YORUMLAR
-Zo, Bir kerem Madam değil, Matmazeldir!
Gülümseten sıcacık bir öykü ve o kocaman beyaz perdeli sinemalar. Şimdi cep oldu hepsi birazcık da cepken.
Girişte ufak da olsa 6 Eylül olaylarına atıf yapmanız öyküye ayrı bir zenginlik katmış.
Özellikle sinemadaki bölüm çok komik idi.
Tebriklerimle yazar
Billur T. Phelps
Teşekkür ederim,
Beğendiğinize memnun oldum .
Merhaba Billur Hanım,
Bilgisayarda bir sorun vardı. Ancak bugün okuyabildim. Anlatımın yine her zaman olduğu gibi akıcıydı.
Başarılarınızın devamını dilerim. Saygılarımla.
Sevgili Billur, tabiki Eleni güzel bir fikir. Aksanına bayıldım:) Benim günümün öyküsü Eleni...
Yalnız bir şey hatırlatmak istiyorum, öykü "di'li" geçmiş zamanla başlayıp, ortalardan sonra geniş zamanlı anlatıma dönüyor. Matmazel Elen'i bunu duyarsa vallahi üzülür. Derki benim öykümde nazarlık falan olmasın:))
Hadi bakalım, Eleni'nin gülen yüzlü maceralarını bekliyoruz...
Günümün öyüsüne ve öykücüsüne sevgiler.
Billur T. Phelps
Eleştirini çok yerinde buldum ve hemen gerekli düzeltmeleri de yaptım.
Çok teşekkürler uyarın için. Eleni ve kardeşi Petro bizim mahallemizin maskotlarıydı. İsimler ve konuşma tarzı onlardan esinlenme ama hikaye kurgu tabi.. :))
Sevgiler
Aynur Engindeniz
Madem Pedro ve Eleni komşunuzdu, o zaman desene sende bu konuda iyi malzeme var:) Am Eleniyi daha sık konuştur lütfen:)) Çok tatlı.
Dediğim gibi seri öykülerinin devamını heyecanla beklediğim nadir yazarlardan birisin...
Sevgiler.
Kelimelere adeta dansettirerek yaşamın içinden herkesin duygu dunyasına ve yaşam anlayışlarına farklı bakış açısı getiren güzel bir yazı ...
Kutlarım...
Saygılarımla