Hayattan hızla geçip giderken
Dedemin kucağında oturup dinlediğim hikayelere benzemiyor hayat. Ense kökümden tutuyor acılar beni, içine dahil ediyor yaşanmışlıkların. Yaşanmadan öğretisi olan tek şey zamandır diyor bir bilge. Yaşanacak neyim kaldı ki, sorusu ise bir yumruk gibi iniyor karın boşluğuna yakın yere.
Biliyorum ki çok kısa ömür. Nefesimin ardı arkası varmı bilmiyorum, anlaşmam yok Tanrı ile ya da dostu değilim meleklerin bana o anı fısıldasınlar diye. Bir kalp krizinin göğüs yakan sıcaklığında gizli ecel, araba lastiğinin can hıraş, duruş miliminde. Bir yazı okumuştum yaşanmışlıklar ile ilgili yıllar önce;
*’Bir gezgin gidiyor ülkenin birine. Mezarlığın önünden geçiyor yolu, takılıyor gözleri soğuk mermerdeki sayılara. Rakamların garipliği şaşırtıyor onu. Kimi isimlerin altında 5, 30, 90 kimilerininde 1050, 3500, 189653... rakamları. Doğum tarihleri, ölüm tarihleri yada yaşları olamaz diye düşünüyor. Peki ama nedir bu sayılar? Derken bir bilge geçiyor yoldan. Merakla sorusunı yöneltiyor gezgin ve diyor ki bilgin; ’bizim memlekette insanların beline doğdukları anda ip bağlanır, kişi ne kadar gülerse o ipe düğüm atar, öldükten sonra biz o iplikteki düğümleri sayarız ve işte o zaman o kişinin ne kadar yaşadığını anlarız’
Ne çok şeye takılıyor akıllarımız. Gereksiz ne çok şeye akıyor gözyaşlarımız. Sağlığın huzurun, ne denli zenginlik olduklarını anlayabilmek için kaybetme ihtiyacı duyuyoruz. Sürekli koşuşturmaların içerisinde geçiveriyor ömür. Sonra bir de bakmışız ki yaşlanmışız. Oysa daha yapılacak ne çok şeyimiz vardı öyle değil mi? Eğlenmeyi, gülmeyi ıskalamışız.
Bahar geldiğinde erguvanları kaç kişi görüyor? Kaçımız farkındayız mayıs güllerinin, yağmurdan sonra ki toprağın gizeminin, soğuk bir havada eve gelip sıcacık yatağa gömülmenin, dostlarla kedersiz uzun uzun sohbetlerin... Kaçımız farkındayız, hiç bir yerimizin ağrımamasının o gün için en güzel şey olduğunun? Kafamızı yastığa koyduğumuzda vicdan sesimizin suskunluğunun?
Ne kadar zamandır öylesine hediyeler alıp sevindirmiyoruz sevdiklerimizi, kaç zamandır bayram seyran beklemeyip çalıyoruz kapısını, o en güzel kır çiçekleri elimizdeyken, yaşlıların? Kaç zamandır ıslanmaktan korkmadan ve bir yerlere yetişme telaşesinde değilken üstelik ağır ağır adımlarla derimizden süzdürmüyoruz yağmurları? Biz kaç zamandır cep telefonlarını evde bırakıp çıkmıyoruz. Herkesten çok daha önemli olanla, kendimizle kaç zamandır baş başa kalıp konuşmuyoruz?
Hikaye içerisinde hikayeler olur mu bilmem ama bir yazıyıda paylaşmadan geçemeyeceğim sizinle.
** ’Uzun zamandır istediği işi aramış en sonunda da nihayet bulmuştu. O gün işte ilk günü olacaktı. Özenle giyindi, son model arabasını bir oto yıkamada temizlettirdi. Geç kalmasın diye son gaz yüklendi pedala. Kestirme olsun diye bir sokağa saptı. O hızla giderken arabasına birşeyin çarptığını hissetti. Önce kuşun çarpmış olabileceğini düşündü ama camında kan lekesi yoktu. Acaba birşeye mi çarptım diye düşünüp arabasını hızla geri vitese taktı. Ve yere oturmuş arabalara taş atan çocuğu fark etti. Demek taştı arabasına çarpan şey. Sinirle indi arabadan. Çocuğu yakasından tutup havaya kaldırdı,
-’Sen ne yaptığını sanıyorsun, kaç para bu araba sen biliyormusun? Bak çizmişsin yan tarafını’ diye hiddetle bağırıyor bir taraftan da sarsıyordu. Çocuk gözleri yaşlı şekilde adama hiç sesini çıkartmadan bakıyordu. Adam bunu neden yaptığını sordu. Çocuk ancak o zaman konuşabildi.
-’Durmanız için’ dedi. Adam daha da çok sinirlendi bu yanıt karşısında,
-’Durmam için mi? Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Pekala beni önüme geçip durdurabilirdin neden arabama taş atıyorsun ki? Hem beni neden durdurmak istedin, bak senin yüzünden işe geç kaldım hemde bugün benim ilk günümdü’
Çocuk yutkundu
-’Ama çok hızlı gidiyordunuz, önünüze geçemezdim, hem eğer taş atmasaydım durmayacaktınız. Özür dilerim ama bunu yapmak zorundaydım. Abim... Abim düştü. Tekerlekli sandalyesini itiyordum ama bir an ellerimden kaydı, yokuştan aşağıya doğru hızla inmeye başladı sandalye, sonra abim duran bir arabaya çarpıp ancak durabildi, sandalye yere devrildi ve abim yere düştü, onu yerinden kaldırmak istiyorum ama çok ağır. Sokaktan geçen kimse bana yardım etmiyor. Onu kaldırıp eve götürmem lazım. Bende bu yüzden arabadaki insanlardan yardım isteme kararı aldım. Fakat sizden başka duran olmadı’
Adamın kalbine saplandı bu sözler. Gözleri doldu. Acı bir şekilde yutkundu.
-’Nerede abin?’ diye sordu. Çocuk adamın elinden tutarak abisinin olduğu yere götürdü. Abisi yerde öylece yatıyordu. Kucaklayıp sandalyeye oturttu. Çocuk minnet dolu gözlerle adama bakıp gidene kadar teşekkür etti. Adam tek bir kelime etmedi, çocuğun saçını okşadı ve arabasına yöneldi. Kendisine kızdı. Eğer o kadar hızla gitmeseydi, çevresine baksaydı belki de o çocuğu farkedip yardım edecek, arabasını da çizdirmeyecekti. Adam arabasında taşın çizdiği yeri hiç tamir ettirmedi, öylece kaldı, ne zaman birşeylerin yanından hızla geçecek olsa durup o taşın çizdiği yeri okşadı. ’
Dilerim hiç birimiz yanımızdan kayıp gidenleri, olup bitenleri göremeyecek kadar hızlı yaşamayız hayatı...
Saygılarımla...
Elif SEZGİN
* / ** : Kaynağını hatırlayamadığım alıntılardır.