Sat Chit Ananda
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir dostun paylaşımından sonra:
’’Konsantre Karanlık Madde
19 Aralık 2019 Perşembe 15:19:46
Ağaçların ruhunu görmeye başladığımdan beri, cenazede pide yiyen insanları, cesedin etini yiyecek olan mikroskobik mahlukatlardan ayırmakta güçlük çekiyorum.
Bir tanesi de espri yapıyor, öteki gülüyor filan. Umut Sarıkaya bir şeyler yapacağımıza düğüne gitmemizi salık veriyordu, cenaze de farksız değil Umut’çuğum...’’
Buzlu çayını pipetle karıştırdıkça çıkan ses tüylerimi diken diken ediyordu. Buzların bardağın kıyılarına her çarpışındaki ses büyüyor, büyüyor, devleşelerek önce kulaklarımı kemiriyor, daha sonra tüm sinir sistemimi ele geçiriyor gibiydi. ’’Kes şunu!’’, diye bağırdığımda pipeti elinden ani bir hareketle bırakırken yüzüne şaşkın bir ifade yerleştirmişti. Daha sonra gözlerinden başlayarak yüzündeki ifade yavaşça yerini anlayışa bıraktı. Sevecen bir anne gibi masanın üzerindeki tedirgin ellerime dokundu. ’’Zamana ihtiyacın var. İnan bana her şey yerini alışmaya bırakacak. Acı da alışılan bir şeydir,göreceksin.’’ , dedi. Bu sözleri boşlukta dönüp duruyordu ama benim anlayacağım bir şekle bir türlü giremiyordu. Ben daha önce de kayıp yaşadım ve alışmış olduğumu söyleyemem. Bu ’’alışmak’’ nasıl bir şey? İnsanların alışmaktan anladıkları nedir? Alışınca acımıyor mu? Kanıksamak, alışmak gibi bir şey mi? Bahsedilen zaman bunca akıp giderken daha ne kadarına mal olacak bir süreden bahsediyorlar? En alışamadığım şey ise insanların alışıyor olmaları sanırım.
Sahte bir dünyanın tek gerçek kahramanıymışım gibi hissediyorum. Bir bilgisayar oyununa bir büyücü tarafından hapsedilmiş gibi mesela. Yaşamacılık oynuyor etrafımdaki herkes. Oyunun kuralları belli ve kural dışı hareket eden piksellerine ayrılıyor sanki. Onları yeniden yapılandırıp oyuna dahil ediyorlardır. Böyle bir tahmin yapmamın sebebi, eskiden oldukça yüksek ideallerle ateşli konuşmalar yapan ne kadar aykırı arkadaşım varsa yıllar sonra karşılaştığımda ya yükünü tutmuş varsıl ağızları ile kapitalizmin uşağı ya da dürüstlükleri nedeni ile aldıkları darbeler yüzünden kaypağın önde gideni olarak dönüştürülmüşlerdi. Hepsi, herkes olmayan, dijital paralar için bir video oyununda göze göz, dişe diş kapışıyorlardı. Gözlerinde insana dair bir şeyler bulabilmek için her defasında denedim. Belki de benim ’’insana dair’’ dediğim şeyler sadece benim penceremde vardır. Belki de ’’insana dair’’ olanlar tam da bunlardı.
Gözlerim kapalı iken gördüklerim, gözlerim açıkken gördüklerimden çok daha fazlası. Yağmurlu bir günde bulunduğum yerdeki pencereyi açıp gözlerimi kapattığımda ilk önce yağmur sesini duyarım. Bu herkese olur. Sonra arabaların lastik sesleri,evlere servis yapan canları üç kuruşa, altlarındaki motorları kadar etmeyen çocukların o kıymetli tehlikelerinin gürültülü sesleri, ıslanmamak için koşuşturan insanların ayak sesleri, çocukların yağmur birikintilerine zıplayarak çıkardıkları sesler, sokak hayvanlarının zavallı ve ıslak tedirginlikleri... Gördüklerim o yağmurda çöpleri karıştıran ötekilerin sesleri ile yutkunmaya dönüştüğünden kendi nefes alış verişlerimi görmeye başlarım. Gittikçe hızlanan kaygı dolu soluklanmalarımdan neden rahatsız oluyorum? Vicdanın ötelemediği her şey, gözlerim kapalı ile gördüklerimle yağmurlu bir günün asla romantik bir tarafı olmadığını en çıplak hali ile önüme serer böylece.
Bugünlerde gözlerim kapalı ilken en çok babamı görüyorum. Ne tuhaf! Daha bir kaç ay öncesinde gözlerimi kapattığımda en çok sevgilimin turkuaz gözlerini görürdüm. ’’Gözlerindeki gökyüzü benim gizli mabedim’’, işte anlatmak istediğim... Değişiyorum, dönüşüyorum. Bay Samsa’nın küçük odasında geziniyorum kimi zaman. Dönüşürken pek çoğunuzun aklına gelenleri sıralıyorum böylece. Oysa dönüşmek sağlam bir şeyden eskiyen, yıpranan, kırılan şeylere evrilmekten başka bir şey olmadı benim için. İnsan; önce kendimden başlayarak küçülen, eriyen, kendi içini dolduramadığı koca koca anlamların yüklendiği zavallı bir kelimeden başka bir şeye dönüşmeliydin.
Bir cenaze evinde pide yiyenleri görünce sinirlenen beyefendi; o pideye babasını kaybetmiş olandan pul biber isteyeni, yanık olmayan bir başka pide ile değiştirmek isteyeni, ayran yerine gazlı içecek olup olmadığını soranları da gördünüz mü? Hatta kağıt bardakta çay servisini beğenmeyerek cam bardak soranların olduğunu söylesem inanmazsınız sanırım. Böyle durumdalar da kızdığım şey insanların umursamazlıkları değil de bu duygusuz umursamazlıklarını gizleyemeyecek kadar aptal olmaları oluyor daha çok. Biraz farkındalık için bir araba laf etmeye hiç gerek görmüyorum. Sadece bu kadar aptal olmasalar insandan çevre kirliliğine katkı sağlamış olurlardı. Akraba kavramı da bir cenaze ile birlikte gömülür. İnanmıyorsanız bir cenaze evine taziyeye gidiniz. Oradan kaç ölü çıktığını gözleriniz kapalı iken sayabilirsiniz. Sizin acınız ve kasvetiniz onları rahatsız eder. Yanlarından uzaklaştığınızda derin bir nefes aldıklarını duyabilirsiniz. Gözlerinizi hiç açmayın. Oturduğunuz yerden sesleri dinleyin. Kısık sesle aralarındaki günlük sohbetleri, hiçbir şey olmamış gibi yaşadıkları komik veya kendilerine göre can sıkıcı olayları büyük bir iştahla yanlarındakilere anlattıklarını dinleyin. Sizinle göz göze gelmemek için sürekli başka tarafa bakmaya çalıştıklarını görmemek için gözlerinizi hiç açmayın. Siz onlara bakmazken sizin acınası halinizi dudaklarını ısırarak izlediklerini görmezden gelin. Odalara sığmayan onca kalabalığın aslında sadece insandan bir çöp yığını olduğunu görmek istemiyorsanız gözlerinizi hiç açmayın. Size acınızı anladıklarını söylediklerinde toplumsal kurallar nedeni ile yüzlerine tüküremediğiniz için kendinizden de nefret etmek istemiyorsanız onların sizinle konuşmasına fırsat vermeyin.
Bir cenaze evinden bir dolap dolusu giysi çıkar. Bu kıyafetlerle ne yapacağınızı bilemezsiniz. Onları poşetlere bir an önce doldurmak isteyen yardımsever akrabalarınız o kıyafetleri giyen kişinin hiç yaşamamış gibi olması için büyük çaba sarf ederler. Onlar sizin babanızın dolabını talan ederken pencereden baktığınızda zamansız açan bir ağacın çiçeğine gözünüz takılır. Sert esen poyraza direnişini kendinizle özdeşleştirirsiniz. Yabancılaştığınız bir mekandan sıyrılıp doğanın sıradan bir parçası olduğunuzu hissetmek istersiniz. İzin vermezler! Sebebini duymadığınız bir nedenden gülüşen kadınlara tahammül edemeyerek onların terk etmediği odayı siz terk edersiniz. Boğazınızdaki lanet yumru ile ne yapacağınızı bilemez bir halde saatlerce yazarsınız, sabaha dek yazarsınız, günlerce yazarsınız. Yazdıklarınızı okuduğunuzda bu yazılanları okumak hakkının sadece bir kişiye ait olduğunu görürsünüz. Sabahın köründe o taze mezarın başında bulursunuz kendinizi. Taze toprak kokusu ilk kez midenizi bulandırır. İlk defa elinizdeki çiçek buketinin bu kadar acıtan bir şey olduğunu fark edersiniz. Ellerinizin yandığını sanırsınız. Cebinizde buruşmuş kağıt tomarını ellerinizle düzeltip okumaya başlarsınız. İşte böyle bir yerde zamanın anlamsızlığını, uzayda kapladığınız boşluğun gereksizliğini, bir avuç kadar edişinizin sahip olduğunuz insan kibrinin manasızlığının farkına varırsınız. Bahçedeki çalı eden Buda ile konuşur gibi bir mezara gömülmüş babanızın cesedi ile yazdıklarınızla konuşursunuz. Bir cesetle konuşmak kadar aptalca bir şey yapıyor olmak o anda size hiç de saçma gelmez. Onun için anlamını bilmediğiniz Arapçayı okursunuz. Bir ihtimal ’’ya gerçekse’’ diye onun kabir azabından kurtulması için Tanrıya yalvarırsınız. Yalvardıkça daha bir zavallı olursunuz. Bunca zaman sizin için iyi hiçbir şey vermemiş olan Tanrıdan başka çıkar yolunuzun kalmayışının ne büyük bir çaresizlik olduğunu Tanrı size o büyük kibri ile bir kez daha sunarken yaşıyor olmaktan nefret edersiniz.
Önümde uzanan devasa mezarlığın Juan Gris imzalı bir tablo olduğunu hayal ettim. Kübizmin mezar taşlarına dokunuşunu hayal ederken gördüklerimi göremeyecek olanlar için çok üzgünüm. Kainatın ötesine taşındığım bir yoğunluğun anlamını aktaramadığım o an da iyi resim çizemiyor oluşuma bir kez daha hayıflandım. Meskalin almadan böyle bir algılayışa ulaşabilmenin tek bir nedeni vardı. Zihnimi yoğun şekilde dolduran boşluğun apaçık önümde uzayışıydı o. Zihnimin baskısı altında canlanıp önümde diz çöken mezar taşlarının her biri için yeniden doğruldum. İçimin yıkanışı hakkında söylenecek onca şey varken yıkılışından bahsetmek daha kolaydı. Acı, insanların empati yapmaya can atıyormuş gibi göründükleri ender kavramlardan biridir. Bir o kadar da uzaklarına attıkları aslında. Buda’nın Darma-gövdesi hakkında yazılıp çizilenlerin Chit Ananda içinde darmadağın olduğu o devasa mezarlık içimin tüm yıkanmış boşluklarını doldurdu. İnsan, önemsenmeyecek kadar sıradan bir yüklenişmiş. Sırtımda taşıdığım onca imgeyi bir kamyonun yükünü boşalttığı gibi mezar çukurlarına bıraktım o gün. Bomboş bir izbeyim artık. Her şey önümde kendi ışığıyla yanıyor ve ben asla özgür olamayacağımın bilincindeyim. Onlara sahip olmadıkları ışığı yüklemek renklerin olmadıkları şekilde görünmelerine sebep oluyor.
Gözlerim kapalı iken gördüklerimi, gözlerim açıkken asla göremedim. Bir bardak buzlu çayla bir dostluğun ölüşünü de gözlerim kapalı iken izledim.
Deniz...
YORUMLAR
Geçen gün kısacık ama, içi tıka basa acı dolu bir şiir paylaşmıştın. Elim, gidip gidip dönmüştü “beğen”e... “Beğenmek”; bir acıya, bir anıya hatta bir yaşama saygısızlık gibi gelmişti. Dünya kadar şey söylemek istemiştim, onu da yapamadım. Susmamı ve sadece beğenmemi; “yanındayım, anlıyorum” olarak algılayıp hoş göreceğini umut ettim.
O şiirin de bu yazının da hiç yazılmamış olmasını dilerdim! Bu aralar her sözün, her teselli çabasının, sana boş ve anlamsız geldiğini, hatta kızdırabileceğini biliyorum. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşündüğünü de... Evet, olmayacak, olmuyor ne yazık ki! O boşluk, kesik bir uzuv gibi, bulduğu her fırsatta sızlıyor. Ama sen, o sızıyla yaşamaya alışıyorsun zamanla.
Yukarda anlattığın, içini acıtan her şeyi anlayabiliyorum. Kimse konuşmasın, kimse gülmesin istiyor insan. “Tüm dünya neden benimle yas tutmuyor” diyor. Kaybınla aynı yaşta olup da hala yaşayan insanlara öfke duyduğun bile oluyor. Herkes senden; “hepimiz bir gün öleceğiz” gibi sadistçe bir cümleyle avunmanı bekliyor. Ve daha bir sürü anlamsız şey!
Aslında sadece şunu söylemek istiyordum;
Senin babana hissettiklerini, sana karşı hisseden, seni kaybetmekten korkan insanların gözlerinin içine bak Deniz. Sana, yaşama ve dayanma gücü verecek şey orada.
Bir an önce iyileşebilmeni diliyorum...
Sevgilerimle
Den(iz)
https://www.youtube.com/watch?v=QEdPe1SxitI
Sevgilerimle...
"Sahte bir dünyanın tek gerçek kahramanıymışım gibi hissediyorum. Bir bilgisayar oyununa bir büyücü tarafından hapsedilmiş gibi mesela. Yaşamacılık oynuyor etrafımdaki herkes. Oyunun kuralları belli ve kural dışı hareket eden piksellerine ayrılıyor sanki. Onları yeniden yapılandırıp oyuna dahil ediyorlardır."
Kalemine yüreğine sağlık.
Tebrik ederim.
Saygılar
Den(iz)
Sevgilerimle...
Bir yanım serin bir yanım fırın, okudum yazılanları.Belki cahilliğim sebebiyle finali çokta anlamadım. Evet toplumun iğdiş edilmiş hatta iğrençleştirilmiş örf ve ananeleri olduğu kesin.Ama bu Bizim çürümüşlüğümüzden. Yoksa taziye evinin dolup taşmasından değil.Şimdi bir aklı evvel dese ki. Yahu Annen ,Baban ,Kardeşin.Ya da bir yakının ölmüş.Sen hala Pilav mı yapsam, hazır pide mi ısmarlasam hani yoksul da demesinler ama masrafta olmasın derdindesin. İnanın şu yazdıklarınızı tersinden yine yaşardınız. Rencide ederek mutmain olunmaz. Aynı yaradan ağlamanın bir kolayını bulmak lazım.neredeyse her satırında hak verdiğim yazınıza ve insan yanınıza hayranlıkla demesem olmaz.İnsan da irdelendiğinde, güzelden eser kalmaz.İpek saçlar kıl.badem gözler yağ tabakası.Ten deri vücut kan ve irin olur. Kılı saç yapan ona verdiği özendir kişinin.Ve sevgiyle kurduğu bağ sevgili kılar kişiyi ki İnsan insanı sevemez Ancak insan kendini sevdirebilir.
Kaleminizin mahir olduğuna şahitlik ediyor yazdıklarımı yazdığım yerden anlamanızı diliyor kabalık sayılırsa özür diliyorum.Dünya bizim istediğimiz den daha güzel yada daha çirkin değildir.
Sevgi saygı ve Selam.
İnsani duyguların dışa vurumu olarak tezahür emiş bir yazı olmuş. Saygılarımla
Den(iz)
Sevgilerimle...
SENİ ÇOK SEVİYORUM
Ruhunu sessizce teslim ettiğin
O; vakurca gidişinden beridir
Bir közdür yüreğim sönmeyen
Kederlerimle baş başa hiç dinmeyen
Mahşeri andıran sevimli kalabalıklar
Hatırlıyorum… Bir toz bulutu gibi dağıldılar
Herkesten sakladığım gözdeki yaşlar
Saplanmış bir ok! Çıkmıyor ki ağıtlar
Mırıltı halinde dildeki şarkılarım
Nağmeler gelişigüzel savruluyor
Zemzem suyu mudur? Damla gözyaşlarım
Katılaşmış yüreğim nasılda yumuşuyor
Açtım ellerimi mezarının başında
Yüreğim gibi sanki katılaşmış toprağın
Kazıyorum… Tırnaklarımı kanatırcasına
Dualarımla toprağına gül dikiyorum
Artık ağlamayı da öğrendim anne
Gözyaşlarımla suluyorum toprağını
Çocukken söyleyemediğim o sihirli sözcüğü
Haykırıyorum işte duy! Seni çok seviyorum.
Not: Babamı ilkokul 4. sınıfta, Annemi ise Ortaokulun ilk ders gününde kaybettim
Bu şiiri Annemin Mezarı başında yazdım geçen sene
Şu anlattıklarının çok daha ötesinden de öte şeyler var canı acıtan, memleket hali deyip geçtik maalesef kardeşim
acınıza saygılarımla....
Den(iz)
Sevgilerimle...
Giriş yapmadan okudum ve gerildim. 2019 Ocak ayının 1de eşimi kaybedeli bir yıl oluyor, anlattığınız bir çok şeyi yaşadım okurken yazınızı bir daha yasadım.
Babamı kaybettiğimizde babannem taziyeye gelen misafirlerimize ne kahve nede çay yaptırmadı, 42 yaşında oğlumu kaybettim asla ikram yok dedi. Babam da ölmeden sakın helva pide falan yapmayın derdi.Gittiği cenaze evlerinde asla hiçbir ikramı kabul etmezdi. Ağrıma gidiyor ölenin ardından birşeyler yemek derdi hep.
2005 yılında kardeşimin 17 yaşında olan kızını motosiklet kazasında kaybettik , bir gece evvel iş dönüşü uğrayıp gördüğüm yeğenim ertesi gece vefat etmişti çıldırmıştım. Anne babanın yanması ailece perişanlığımız. Öyle bir yaktı ki içimi o ateş, bir yudum yemek ağzıma süremiyordum. Sigaranın biri yakıp diğerini söndürüyordum. Miğdemin ağrısı ölüm acısı , boş miğdeye ilaçta alamıyordum, açlıktan başım dönmeye başlamıştı ,yakınlarımız börek getirmişlerdi zorladılar mutfağa girip ayak üstü bir iki lokma yemeğe başladım gelen misafirleri görünce öyle utandım ,öyle mahcup oldum ki ifadem yetmez. Cenaze evlerinde ikram edilen yemekler beni derin yaralıyor. Sevgili Deniz ölüm tesellisiz ,emir büyük yerden, acınıza saygımla...
Den(iz)
Sevgilerimle...
Kısa ve epik sonatlar değil yaşamak
Çoğu zaman trajedi
Ve bazen kıyamet
Herkesin kıyameti sevdiklerinin üzerine
Ve bittabi
Ebeveyn acısı geçen birşey değildir ( sevgi var olma şartı ile)
İnsan ilk göz ağrısı ilk güvenlik hissi nasıl unutulur.
Pidecilere bakarsak sahnenin seyircileri hep var olacak malesef.
''Nasıl ayırmalı onları; insanlar ve saçmalıkları!''
Diyordu Camus.
Alıntı için teşekkür manasızlığına girmeyeceğim.
''Acı da alışılan bir şeydir,göreceksin.’’
Diyen de kusura bakma da çapsızlık etmiş. Acı akışkan bir şeydir!
Mekanı uçmağ olsun!
Üzgünüm Deniz, büyüdüğümüz için gerçekten üzgünüm...
Den(iz)
Sevgilerimle...
Ben görmezden geliyorum. Hep gerçek "acı"nın çevresinden dolaşıyorum. Ruhum bile kaşarlandı acı çekmekten.
Ya sabır diyorum, Evrene.... Ya sabır diyorum, Tanrı'ya. Ya sabır diyorum kendime.
İnsan olmak ne zor birçok insan bilmez bunu.
Sabırlar olsun.
Den(iz)
Sevgilerimle...
Her duygunun her zaman sözcüğü yoktur ve bazı şeyler yaşanmadan anlaşılamaz.
Şu anki ruh halinin yansıması ile başlıktaki mertebe vurgusu çok uyumlu. Her acı, insanı olgunlaştırır... hele çıkarım yapabiliyor ve sebep / sonuç ilişikisini kurabiliyorsa insan birkaç satte bile birkaç yaş büyüyebilir.
Yaşadıklarımın yıllar sonra başkasının kaleminden aktarılması gibiydi yazı. 'Ben bu acıyla ölürüm' diyordum. İnsanların neşelenmesi ve gülüşmesinin ne kadar gereksiz ve benim durumumu anlamamalarından kaynaklandığını düşünürdüm, daha önce benzerini kimlere yaşattığımın muhakemesini yapmadan... yaşım 19'du.
Birkaç yıl sonra âşık oldum, gelin oldum, sonra oğluma kavuşmanın mutluluğunu yaşadım. Bütün bu güzelliklere rağmen hep bir tarafım eksik gibi geldi bana, her mutlu günümde gözlerim hep bulutluydu.
Şimdi karşı çıktığın zaman... Acılarını yok sayacak zannettiğin zaman... Gün gelecek, inan sonra fikrin değişecek, kaybettiğine üzüldüğün canlarınla sonsuzluk olamayacağına göre yaşadığın yıllara ve onlarla paylaştıklarına minnettar olacaksın.
Mertebe, mertebe... başlık çok manidar....
Acına saygım sonsuz Deniz.
Sevgilerimle...
Den(iz)
Sevgilerimle...