- 625 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
NEDEN Mİ YAZIYORUM?-3
Babamı koridordan yolcu etmiştik ki, öğretmenler beni bir odaya aldılar, önce diplomama baktılar, sonra beni yeniden süzdüler..Aralarında; İngilizce, Fransızca’dan bahsettiler; sonra; A mı, B mi, C mi? olsun diye verileceğim sınıfı tartıştılar ve öğrenci sayısı en az olduğu için A sınıfında karar kıldıklarını ben düşündüm o an. Zaman ilerleyince gördüm ki A sınıfına bir tür ben tesadüfen düşmüşüm. Şimdi aleni olarak iyi sınıf, kötü sınıf; başarılı öğretmen, başarısız öğretmen; dershanelerde seçilmiş sınıflar oluyor ya, meğer bu ayırım ta o zamanlarda varmış. A-B-C sınıflarının mevcudu otuzlu sayılarda dolaşırken, diğer sınıflarda okuyan arkadaşlarım, sınıflarının ellili rakamlarda olduğunu söylediklerini hatırlıyorum. Yani şanslıydım..Hem de bu alfabenin ilk harflerini oluşturan sınıflar genelde yabancı dili İngilizce olan sınıflardı ve bu da bir imtiyazdı. Sınıfımızın öğrencileri, genelde subay çocukları, esnaf ve eşraf çocukları, bir bölümü de küçük şehir için bürokrat diyeceğimiz velilerin çocuklarıydı. Hasılı sonunda gördük ki, sınıfta iki köyden gelme çocuk vardık ve ikimizde bu sınıfa sonradan bir tür ilave olarak takılmıştık. Diğer arkadaşım benden yaşça biraz büyüktü. Sınıf öğretmenimiz gelince, sınıfımıza atama yolu ile arkadaşımı başkan, beni de yardımcısı yaptı. Bunun bir işlevi yoktu aslında, sadece tahtanın sağ köşesine teneffüslerde yaramazlık yapan çocukların numaralarını yazmak, sınıf defterini ilk öğretmenden önce sınıfta hazır etmek, bir görevi de, herhangi bir öğretmen sopa atacağı zaman ona bahçedeki ağaçlardan sopa (Yaş) kesmekti. Benden yaşlıca olan başkan arkadaşım bu durumu tabi benim tahmin etmediğim bir kanaldan değerlendirerek, bana bir soru yöneltti; bizi neden başkan seçtiler? diye; ben de bilmem dedim. Ama ben biliyorum ! dedi; biz köylü olduğumuz için, ben biraz kaba ve cüsseli olduğumdan, şehirli çocuklar korksunlar diye bizi seçtiler. Bense şehirli, köylü kavramlarının bile ne anlama geldiğini gerçekten çok bilmiyordum, zaten gördüğüm bir şehir de yoktu ama kafamın bir kenarına kayıt düştüğüm de doğru.
Benden iki sınıf ileride olan teyzemin oğlu ve ağabeyim çok eski, tek bir odası bulunan toprak damlı bir evi kiralamış, okul hayatlarını oradan sürdürmekteydiler ki, bütün köyden gelen (Talebe) öğrencilerin de yaşadığı doğal hayat buydu. Doğal olarak ben de onlara ilave olacaktım ve oldum da..E bir evde küçük olunca da bütün angarya işler sizden sorulur; soba kurmak, kap-kaçak yıkamak, şubatın ayazında fırından ekmek almak, evi süpürmek, bir de tekmil vermek. Lanet olası sigaraya arkada bıraktığımız yaz, bir, iki sigara ile başlamıştım; okul önünü her teneffüs mesken tutan, ayakları da felçli olan, Binali amca; bakın adını bile unutmadığım çok az insandan biri, küçücük çekmecelere bölünmüş dört tekerli bir arabası vardı, aslında dondurma satardı, sigara işini de kaçak yürütürdü ve tek sigara satardı, paket değil. Her marka sigaranın gözeneği ayrıydı, paramıza göre marka seçerdik, aldığımız sigara ikiyi pek geçmezdi, sinemalı günler hariç. Demem o ki, şimdi esrar filan satıldığı söylenir ya okulların önünde, bunun nüveleri ta o yıllardan gelir. Durum bu olunca da, sigaradan aşırı nefret eden ağabeyim ve teyzemin oğlu, ne kadar camları açıp yelleme operasyonları yapsam da anlar ve böyle akşamları sigaya çekerlerdi, galiba bir akşam da sopa yemiştim...
Hayrettin YAZICI
Ah..Sinemalı günler..Gel de yazma...
...Devam edecek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.