15.11.2025 12:23:22
Zan, nihayetin dilsiz kardeşi,
Ağacın tepesinde düğümlenmiş kör bir yemin uçurtma,
gözyaşı döküyor gövdeden gövdeye.
Hıçkırık, rüzgârın göğsüne işlenmiş yarım bir nakış şimdi,
Kanadı kırık söz,
kaldırımda mahzun bir ölüm sergisi.
Gölgelere sinmiş fısıltıda şehir,
Kandiller solgun bir ağıt,
Ki bu, yarım kalmış Adak kadar ölgün.
Gecenin alnına düşmüş sessizliğin boğuk zili,
duvarlar rüzgârın son evi.
Yüz çökeliyor,
Kuytusunda geceyi katlayarak,
kahvesi ılık, yalnızlığı demli.
Sabah; perde ucundan sızan gri bir küf,
Sokaktan çarpan bir inilti,
Zebun bir mıh kadar soğuk, bir o kadar diri.
İhanetler sarkıyor zindan ağından,
sevda, diken yuvası gibi dönüyor yüreğinde.
İşte…
işte susmuyor o gizli zelzele,
yeniliyor
bir yaradır içten içe, tekrar tekrar açılan
Bir isyan gibi kabaran teninde
Siyah çökeliyor,
nemli duvarlarda yorgunluk,
çelimsiz nefeslerle sarıyor Zifiri.
Uçuruma uzanan kızıl damarlar
Viran Yer'den tırmanıyor.
Ah,
Bir ağaç dibinde, dallarında Kahr'ın unuttuğu,
kıpırtısız, soluksuz bekleyen çocuk...
Dudağından yırtılmış bir sessizlik taşıyor avuçlarıma
yalnızlık sarkar koyu suya,
hiçlik daire daire büyüyor
kent sağırlığı sırtlanıyor
adım adım kararıyor sabahın ihtimali
....