27.4.2017 14:10:12
İş yeri pencerem önünde ki saha betonunun, birleşim aralığı derzinden çıkan
cılız bir fide, önünden geçerken sanki bana yalvarıyor ne olur beni bu
daracık alandan kurtar toprağa suya ihtiyacım var diyordu. İnanın bu sesi
duyar gibiydim. Ne yapmam gerektiğini düşünüyor planlar yapıyordum.
İçinde bulunduğumuz mevsim, bulunduğu yerden söküp başka bir yere
taşımamıza uygun değildi. Müsait olduğu zaman bulunduğu yerden onu
kurtarmayı kafama koymuştum.
Serviste çalışan işçilerden kullanma yetkisi olan birine, hava basıncıyla
çalışan kırıcı ile, fidenin etrafında bulunan betonun kırılarak açılması ve fidenin
toprakla beslenmesi talimatını verdim. O gün kırıcıyla etrafındaki betonlar
kırılıp kökü ortaya çıkartıldı. Beton aralığında yassılan gövdesi, sanki
hürriyetine kavuşmuşçasına esen mayıs rüzgarında mutluluktan efil efil
sallanıyordu. Etrafı toprakla doldurup, çıta desteğiyle koruma altına alındı. O
yaz gelişip serpilmesi için işçiler suyunu gübresini eksik etmediler.
Bir yıl sonra;
Nisan başında sanki hasta, yatağından sedyeye alınıyormuşçasına,
itina ile yerinden söküldü. Atölyeler önünde, meydanı ikiye bölen bordür
taşları ile çevrili refüje dikildi. Dualarla can suyu verildi ve kaderine terk
edildi. Gözümüz tabi ki çekirdekten yetişme bu dut fidesinin üzerindeydi.
Aşılanma zamanı geldiğinde iyi cins dut filizleriyle bir kaç yerinden aşısı
yapıldı.
Beş yıl sonra;
Yapılan aşılardan ikisi tutmuştu. Gövde çatalından boylanan filizlerden
birinin beyaz, diğerinin mor dut vereceğini aşıyı yapan aşıcı söylemişti.
İşçiler çay molalarında, yıllar sonra dalına çıkıp yiyecekleri mor ve beyaz
dutun hayalini kuruyor umutla o günleri bekliyorlardı. Beşinci yılın haziranında
ağacımız az da olsa meyve vermeye başlamıştı. Bir sonra ki yılın meyvesini
bolca yemeyi hayal ederken, yılın sonunda başka bir fabrikaya tayinim çıktı
ve karlı bir günde fabrikamdan ayrıldım.
On yıl sonra;
Emekli olmuştum, aylardan haziran ortalarıydı. Tayinimden evel çalışmış
olduğum iş yerini ziyaret etmek, tanıdıklarımla görüşmek geldi içimden.
Gittim de, ama tanıdığım hiç kimseyi göremedim. Zira aradan uzun seneler
geçmiş, kimi tayinle, kimi benim gibi emekli olmuş yerlerini yeni nesil
memurlar işçiler almıştı. Görüştüğüm kişiler de nezaketen beni gıyaben
tanıyormuş gibi davrandılar. Yemek vaktiydi, yemeğe davet edildim. Davete
icabet etmemek olmazdı, beraberce yemeğe çıktık. Yemek salonu birinci
kattaydı, cam kenarında hazırlanan misafir masasına oturduk. Bir an gözüm
dışarıda, yemek haneye doğru uzanmış dal üzerinde dalı silkeliyen bir işçiye
takıldı.
Yemeğimizi bitirdikten sonra garsonlar masayı temizleyip yeniden
servis açtılar. Tatlı servisi açıldığını düşündüm. Geçmiş dönemlerde çalışmış
iş amirlerini yad ederken garsonlar tabaklarımıza mor ve beyaz karışımı dut
servis ettiler. Yemeğe davet eden kıdemli memur, ürün kendi ürünümüzdür
. Biraz evvel işçinin dalından silkelediği ağacın ürünüdür. Yıllar önce bir servis
müdürü işi gücü yokmuş bu dut ağacını dikmiş. Buyurun afiyetle yiyin efendim
dedi ve sözüne devam etti.
Ağaç yüzünden kuşlar atölyelere giriyor, çelik makaslar üzerinde
tünerken zemine pisliyorlar bu yüzden hat safhada şikayetçiyiz. Dut
mevsiminde işçileri çalıştıramıyoruz, molalarda ağacın tepesindeler. İnanın
içimizden ağacı dikene rahmet okumak geliyor. Marangoz hane yukarıdan
gelen emir üzerine kapatılmamış olsaydı çoktan kestirmiştik. yemek için
teşekkür ederim dedim. Buruk bir tebessümle yüzlerine bakarak müsade
istedim ve yanlarından ayrıldım.
İçimden bir ses hadi onunla da vedalaş diyordu. Gidip gövdesine
yaslanandım. Geçmişi, o işçilerin gayretle bir can kurtarırcasına çalışmalarını
gözü gibi bakarken keyiflendiklerini anımsarken gölgesinde soluklandım.
Başımı kaldırdığımda atlas yeşili geniş yaprakları arasından sızan güneşin
parıltısında, dalından sarkan mor beyaz dutlar aldırma dercesine sanki
gülümsüyorlardı. 100216 mcicek