Nasıl kıyıp gideriz bilmem öte tarafa
her sevincinde sonunda kış düşüyor
yeşil fistanlı fesleğende süren yaprak
şafakta düşen çiğ tanesi
gecesinde pembe düş
şu kiremitleri dağın yamaçlarına yaslanan kulübede
bacasında tüten duman
bahçesinde tel örgü çit
yeşil eteklerine
güneş doğmadan önce
çiğ içse kara lahana
meyvesi bitmiş zerdali ağacı
sonbahar sarmış meşe palamutları kavak dalları
duvar dibinde açmaya hazırlanan
beyaz kasım patları
bulutları sürüklüyor bak rüzgar
pencereye çarpıyor
zerdali dalının kızıl yaprakları
her yaprak ucunda billur bir tane şafaktan sonra
güneşin ışığında parlayan
duvar dibinde sönmüş akşamdan kalma ocak
içinde kül
ucu yanık odun parçası
tulumbanın yalağından su içen köpek
toprağa eşinen tavuklar
ağaçlarda şarkı söyleyen kuşlar
ve dağlar
baba gibi kollayıcı
göğün kapısına açılan demir parmaklık
koscaca
mavi boşluk gökyüzü
keşke! gönlümüze de kaplasa gökyüzü kadar
mavi sevinç
yerle gök kadar büyük olmasa bile
bozuk bağlar bahçeler gibi beynimin içi
ütüsüz gömlek gibi şehir
dağ bayır ova dememişler
dikmişler gökdelenleri
uzansalar tutacak kadar yakın
bulutlar
kalabalık içinde yapayalnız
selamsız sabahsız akşam gibi üzgün insanlar
bir + bir yalnızlığında umutlar
ve mutluluklar
bunca insan
neye
güler neye ağlar bilinmez..
Nurten Ak Aygen
yedi ekim ikibinonbeş