12
Yorum
0
Beğeni
4,0
Puan
1386
Okunma
ben hangi şehrin güneye döndüğünde
gözyaşlarından çiçekler yağdığını
gördüm
gördüm ve eskimiş bir defterle yola çıktım
defterimde satılık ve peşin
dağa bakan alınları vardı ölümlerin
ölüm, kadınların rüzgarla yarıştıklarından beri ölüm değildi
bir saat evde deli üç saat sokakta zakkum yaşamak
eve kaçıyordu elleri
ben hangi şehrin kasıklarında güneş batarken
ürkek ve aç bir karganın paylanacağını bilirdim
sonra esir kuş seslerinden örülmüş ağları gördüm
bire bölünen ve küçülen ekmeği
şehir ortadan ikiye bölünmüş gözleriyle
zehrini kusmuş yılanın yarasını sarmakta
fakat rüyalar satılmıştı sarı ten kokulu pazarlarda
bir ısırışta kopartılıyordu aynada elma toplayan kızların dudakları
ki eskiyince değiştirilen imzasız bir caddeye kapatılmıştı
ceketlerinin üstündeki sıyrıklar
bacadan çıkan adamın alnından denize dökülüyordu
deniz oysa şehre sokulmuyordu
kadınlar saatlere vuruyorlardı damarlarındaki yaprak yaprak ilençleri
mevsimlerin günahkar şeritleri boğuyordu çocukları
ve çocuk ağlamasından yapılmış evlerin duvarlarından
güneşte şehre sokulmuyordu
ben çocukların upuzun bacaklarıyla
ağlayış salıncaklarından kaçan
şehirler gördüm
babasının koltuk altından bakan gözleri yeşildi
annenin kaşlarna yapışmış elleri ise kara
çocuk kısa ve hırçın saçlarının dibine gömülmüştü.
baba kement, anne kırbaç ve yorgun
ve çocuk kravat vesairdi
kuzey rüzgarının eteklerinde kuşatmıştı yaranın dört yanını
onun için kimsenin babası tuz değildi
herkes kendine razıyken uzuyordu gölgeleri
4.0
100% (1)