(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Bu "çatı" cıların nasıl "KUŞ" avladıklarını müsaadenizle burada / sayfanızda bu vesileyle paylaşmak isterim ;
***
Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler.
___Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır.
Ve ona sorar ;
<<< “Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın ?..” >>>
___Derviş kendini savunur ;
<<< “Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.” >>>
___Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve der ki ;
<<< “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun ?..” >>>
___Kuş kendini savunur.
<<< “Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.” >>>
___Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
<<< “Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın !..” diye emreder. >>>
___Kuş o anda;
<<< “Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın !..” diyerek öne atılır. >>>
<<< “Neden ?..” diye sorar Hz. Süleyman. >>>
___Kuş sebebini şöyle açıklar ;
<<< “Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar... Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın... Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.” >>>
***
Ülke Tv. 'de Hasan Öztürk Bey anlatmıştı...tam da "yaşanılan sürecin" ÖZETİ gibiydi..
...bu kıssayı okuyunca sümüklünün (Pensilvanya canavarı) bizi kandırması aklıma geldi...ağlayıp inleyip zıplama saydı kanar mıydık...vay hain vay bizi nasılda kandırdı...takkesini başından alalım ki bir daha bizi kandırmasın hain
...bu kıssayı okuyunca sümüklünün (Pensilvanya canavarı) bizi kandırması aklıma geldi...ağlayıp inleyip zıplama saydı kanar mıydık...vay hain vay bizi nasılda kandırdı...takkesini başından alalım ki bir daha bizi kandırmasın hain
"Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir."Millet ne derse o olur.milletin seçtiğine saygı göstermek kendimize saygı göstermek demektir.jakoben gözlükle bakmamak gerek,güzel bir şiir...
Ne mutlu kör olanlara, ne mutlu aklı kıt olanlara, ne mutlu taşıma fikirlerle tanımadığı insanlara laf atacak kadar zavallı kere zavallı olmuş insanlara... eyvallah....
Çok güzel bir satirik şiir. Konusuna gelince millet zaten son noktayı koyarak sözü bitirdi. Böyle şiirler de tarihe belge kaldı. İnşallah bundan sonra gerçek efendi millet olur ve öyle kalır ebediyyen.
Yüreğine sağlık Nurani. Mükemmel anlatmışsın. Kutluyorum.
Üç defa yazdığım halde bir tüelü yorumu asamadım nedense Bu dortdüncü umarım olur yürekten kutluyorum kardeşim çok güzel yazdığım yorumlar silindi anlayamadın net güçsüz çalışıyor ondan olabilie Selam ve dualarımla ALLAH a e.o
osman aksoy tarafından 8/17/2014 8:17:57 AM zamanında düzenlenmiştir.
osman aksoy tarafından 8/17/2014 8:22:24 AM zamanında düzenlenmiştir.
Cöken capulcu zihniyettir Cöken, yüzyildir halkimi köle etmek isteyen kemalizmdir, siyonizmdir, bütün izimlerin birlestigi catidir.. Kazanan RTE degil Ümmettir Bu ilk adimdir YIGIT DÜSTÜGÜ YERDEN KaLKACAK INS
Halkımız fikr-i zarurette olursa, bu fikri biatla, güçlünün yanında yer almakla çözeceğini sanır. Kırk yıl hayal satanlar, köylüleşmeyi birinci sıraya çektik." Büyük Türkiye, and içtik, milletin a.amı..." diyerek lider sultası hiç bitmedi. Sorun hür düşünmede kilitleniyor. Cesaretinizi kutlarım. Selamlarımla.
KaptanLık SahiLde oLmaz.. göster kendini dev daLgaLarda, TayfaLığın yetmedi mi, geç dümene.. göreLim seni kaptanLığında.இܓ
Pensilvanya bu işlere ne der bilemiyoruz da Pensilvanya da bulunan ve ALLAH yolunda yaşama gayretinde olup,yaşanan zamanda Peygamber Efendimizi (s.a.v ) en güzel , en doğru temsil eden ,kendisini davasına adamış bir HAKK YOLCUSU nun(r.a) ÜSTADı (r.a)şöyle bir şeyler der biz AHİR ZAMAN yolcularına ..!! ... இܓ
இܓ << Bedîüzzaman Hazretleri dört hatvede nefsin dört aşağılık hâline dikkat çeker ve nefsin “emmâre” hâlinden sıyrılarak “mutmainne” makâmına doğru yükselmesini sağlayan kapıları gösterir. Bu hatveler ve arınma yolları kısaca şöyledir:
இܓBirinci Hatve (Acz Tarîkı): Âyette geçen “Nefislerinizi temize çıkarmayın”1 nehyi, bizi nefsin en ilkel hâline karşı uyarmaktadır. Şöyle ki: İnsan nefsini sever. başka her şeyi nefsine fedâ eder. Hattâ Mâbuda lâyık bir tarzda nefsini metheder, nefsini ayıplardan uzak görür. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez. Kendini şiddetle müdafaa eder. Netîcede, gerçekte “acz” içinde yuvarlanan nefis, kendisini üstün görür, kendisiyle gururlanır, kendisini beğenir. Oysa kulluk makâmı, Allah’ın azameti ve büyüklüğü karşısında, kendi acziyetini idrâk etmeyi gerektirmektedir. İşte bu mertebede nefsin arındırılması, nefsi temize çıkarmamak ve günahlardan uzak görmemektir. “Acz” içinde olduğunu idrâk eden nefis, gururlanmaz, kendisini büyük görmez; “ubûdiyet” tarîkına girer. Ubûdiyet tarîkı ise onu, mahbûbiyete, yani Allah’ın sevgili bir kulu makâmına yükseltir. Bu tarîk, aşktan daha sâlimdir.
இܓİkinci Hatve (Fakr Tarîkı): Burada nefis kendini unutmuştur. Nefsin kendinden haberi yoktur; ölümü düşünse, başkasına vermekte; fenâyı, zevâli ve yokluğu görse, kendi üzerine almamaktadır. Külfet, hizmet ve ibâdet makâmında, yani Allah’ın emirlerine muhatap olma makâmında da, nefis kendini unutmuştur. Nefis, kendini Allah’ın emirlerine muhatap saymamaktadır. Fakat ücret almaya ve lezzetlerden istifâde etmeye gelince öne atılmakta ve şiddetle istemektedir. Yani lezzetlerde nefis kendini unutmamaktadır. İşte, nefs-i emmâre budur. Nefsin bu vahim hâline, “Allah’ı unutup da, Allah’ın da nefislerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.”2 âyeti işâret etmektedir. Nefsi bu makâmda arındırmak, bu hâlin aksini telkin etmekle mümkündür. Yani nefsin unutkanlığı ile örtüşecek bir biçimde, lezzetlerde, tatlarda, ihtirâslarda, menfaatlerde ve ücretlerde nefsi unutmak. İbâdet, hizmet, faaliyet ve ölüm gibi nefsin sevmediği hallerde ise nefsi unutmamak. Yani hizmetlerden geri durmamak, öne atılmak. Her an ölümü beklemek ve hazırlanmak.3 Böylece nefis kendisinin “fakr” içinde olduğunu unutmaz. Bu idrâk onu Allah’ın Rahmân ismine ulaştırır. Yani nefis kendi fakirliğini bilmekle birlikte, daha dehşetli bir fakirlik olan ölümün her an kapıda olduğunu hissederek, hizmetlere atılır ve ibâdetlerde ön safta yer alırsa; Rahmân ismi o nefsi kucaklar, ihâta eder, şefkat eder, nîmetlerini bollaştırır, bereketini artırır, hadsiz sevaplar verir; ölümden sonra da o nefsi fakir ve yoksul bırakmaz. O nefse rahmet eder.
இܓÜçüncü Hatve (Şefkat Tarîkı): “Sana her ne iyilik gelirse Allah’tandır. Her ne kötülük dokunursa nefsindendir”4 âyetinde ders verildiği gibi, nefis dâimâ iyiliği kendinden bildiğinden, fahr ve ucba girer, övünür, gururlanır ve kendini yeterli görür. Oysa nefiste yalnız kusur, noksanlık, acz ve fakr görülmeli; bütün iyiliklerin, olgunlukların ve kemâlâtın Fâtır-ı Zülcelâl tarafından kendisine ihsân edildiğini anlamalı; fahr yerine şükür; övünmek yerine hamd etmelidir. Bu mertebede nefsin tezkiyesi, yani arınması, nefsi, “Günahlardan arınan kurtuluşa ermiştir”5 âyetinin sırrına mazhar eder. Bu hatvede nefis kendisine şefkat etmeli ve acımalı; kendisini övmekten, methetmekten ve gururdan vazgeçmelidir. Çünkü medih ve gururla nefis kendisini acımasızca ve insafsızca inişe bırakmış olmaktadır. Nefis bu vahâmete uğramamak için, kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını ve zenginliğini fakrde bilmelidir.
இܓDördüncü Hatve (Tefekkür Tarîkı): “O’nun yüzü müstesnâ her şey helâk olup gidicidir.”6 âyetinin ders verdiği gibi; nefis kendisini serbest, müstakil ve bizzat mevcût bilmektedir. Nefsin “kendi başına buyruk olmak” istemesi bundan ileri gelmektedir. Bu da, Mâbud’una karşı düşmanca bir isyân içinde bulunmasına yol açmaktadır. Oysa nefis kendi başına bir hiçten ibârettir. Ancak Cenâb-ı Hakk’a intisap ettiği takdirde varlığını hissedebilmekte; âlem ve kendi varlığı üzerinde hayran bir şâhit ve mütefekkir bir izleyici konumu kazanabilmektedir. Öyleyse nefis, varlığında yokluk; yokluğunda varlık bulunduğunu bilmelidir. Yani nefis şahsî varlığına güvenip, Cenâb-ı Hak’tan gaflet etse, yıldız böceği gibi şahsî ışıkçığı ile, sonsuz bir yokluk ve ayrılık karanlığı içinde boğulur gider. Fakat enâniyeti bırakıp, nefsin bir hiç olduğunu; nefsin ancak Mûcid-i Hakîkî’nin bir tecellî âyinesinden ibâret olduğunu gördüğü anda, bütün varlıklar âlemini ve sonsuz bir vücudu kazanır! Zîrâ, isimlerinin cilvelerine bütün varlıkların mazhar olduğu Cenâb-ı Hakk’ı bulan bir kalp, her şeyi bulmuş olur.7இܓஇܓஇܓ
Dipnotlar:
1- Necm Suresi: 32. இܓ
2- Haşir Sûresi, 59/19. இܓ
3- Mektûbât, s. 443. இܓ
4- Nisâ Sûresi, 4/79. இܓ
5- Şems Sûresi, 91/9. இܓ
6- Kasas Sûresi, 28/88. இܓ
7- Mektûbât, s. 444இܓ
இܓ ALLAH’a KuL, peygambere ümmet MüsLüman’sın, FaTiH’Ler DoĞDu.. FeTih için hazırLıkLar başLasın, இܓ 2. இܓ _Seyyâh இܓ Osmanlı Harfleriyle _ இܓAytekin G. Ataş - YouTube ► 3:55► 3:55 www.youtube.com/watch?v=wsF0ceFzYX8 o 7 Ara 2011 - fanaacyln tarafından yüklendi 1. Osmanlı Harfleriyle_Seyyâh_Aytekin G. Ataş ... Buy "Seyyah" on ... Nurettin Rençber - Osmanlı ...
Devr-i ZAMAN da nefsimize uyup yaşananları yine bir ŞİİRle dile getirirsek
இܓ
PehLivanLığın varsa güreşe soyun, Faka basma.. oynarLar oyun içinde oyun, Beyaz sürünün içinde göze batar kara koyun, Baharı görmek istersen çoktur engeLLeri HAK yoLun.இܓ
*Hakk Yolcusu *
இܓஇܓஇܓஇܓஇܓ & இܓ
இܓ Uhud இܓ Dursun Ali ERZİNCANLI - YouTube ► 10:26► 10:26 www.youtube.com/watch?v=_1pgPVCSOf4 o 26 Mar 2007 - idealforum tarafından yüklendi uhud klibi. ... Find out why. Close. Dursun Ali Erzincanlı - Uhud. idealforum ...
இܓ Osman bey nefsimize uymayalım , İSLAM kurallarına ,Peygamber efendimiz MUHAMMED MUSTAFA ‘nın (S.A.V ) sünnetlerine uyalım … uymayanları uyaralım birbirimize samimi bir şekilde yardımcı olalım İnşâALLAH …Selâmün Aleyküm DUA ile ;) இܓ
İyi döktürmüşsün Osman gardaşım Vatan sana ait değil; benim de Son günlerde biraz telaşlı başım Hesap soracağım hele dönüm de…Yusuf giraz
Hesabımı sade Allah’a Verdim Bu Vatanı seven, herkesin Bildim Gerisi hep vız gelir-tırıs gider Vatanın bekasıdır benim Derdim…Osman NURANİ///12/04/2013
Allah’a hesabı orda verirsin, Bu fani dünya da ben göreceğim. Yürü be kardeşim anca yürürsün Bil ki , defterini tez düreceğim. …Yusuf giraz
Nasıl hal yaşarsa öyle ölünür Defterini gören orda dövünür Yusuf’um bu gidiş hiç gidiş değil Çok kısa zamanda kapı görünür…Osman NURANİ///12/04/2013
Git de sen o yörük rakibine uy Bil ki can çıkmadan çıkmıyor ki huy Yusuf der kulak ver beni iyi duy Kaçsan da izini hep süreceğim. …Yusuf giraz
Yörükoğlu da kurtaramaz seni Aparkatla kıracağım çeneni Daha fazla direnip incinme hiç Hadi at havlu çabuk tut elini…Osman NURANİ///12/04/2013
&
...
இܓ '' MADEM HAKİKİ VAZİYETİMİZ BUDUR இܓ
Birinci Lem’a
HAZRET-İ YUNUS ibni Mettâ Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâmın münâcâtı, en azîm bir münâcattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır.1
Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş.2 Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette, 3 لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ münâcâtı, ona sür’aten vasıta-i necat olmuştur. Şu münâcâtın sırr-ı azîmi şudur ki:
O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hût ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı.4 Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve hûtu musahhar etmiştir. O nur-u tevhid ile hûtun karnını bir tahtelbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvâri emvac dehşeti içinde, denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahrâ, bir meydan-ı cevelân ve tenezzühgâhı olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn5 altında o lûtf-u Rabbânîyi müşahede etti.
İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor.6 Bu hut, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
Madem hakikî vaziyetimiz budur.
Biz de, Hazret-i Yunus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab olan Rabbimize iltica edip 1 لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz ve aynelyakin anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve hevâ-yı nefsin zararlarını def edecek yalnız o Zat olabilir ki, istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı Semâvat ve Arzdan başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli hâtırât-ı kalbimizi bilecek? Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvâcından kurtaracak -hâşâ- Zât-ı Vâcibü’l-Vücuddan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi olmadan imdad edemez ve halâskâr olamaz. 2
Madem hakikat-i hal böyledir. Nasıl ki Hazret-i Yunus Aleyhisselâma o münâcâtın neticesinde hûtu ona bir merkûb, bir tahtelbahir ve denizi bir güzel sahrâ ve gece mehtaplı bir lâtif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırrıyla لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz.
Tâ ki, nur-u iman ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılâp etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvâcı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan bir sefine-i mâneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip, selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur’ân’la, o terbiye-i Furkaniye ile, nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.
Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzâtından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâsından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hurdebinî bir mikroptan korkar, ecrâm-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cenneti dahi müştakane sever.
Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, melcei, halâskârı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kâinat Onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyârat dahi taht-ı emrindedir.1 Elbette öyle bir insan daima Yunusvâri (a.s.) 2 لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeye muhtaçtır.
*Risale-i Nur Külliyatı | Lem'alar | Birinci Lem'a*இܓ
*************************************** NÛRANÎ bayrağı dikti nihayet Geri doğru tepti çamur siyaset ***************************
இܓCEMRE BEKLENTİSİ இܓ
Gözlerimi yummuş, hayatın bir güneş gibi yeniden doğduğunu, dört bir yanın güzelliklerle ağardığını, al, pembe, sarı çiçeklerin salınıp etrafa gamzeler yağdırdıklarını, papatyaların raksa durup erguvanların lâleden alev aldıklarını, çeşit çeşit güzelliklerle dolgunlaşan umumi hava ve atmosferin gönüllerimizi saadet vaadiyle kapladığını, ruhlarımızda ebed televvünlü engin bir ferahın çağladığını, koyun-kuzu melemesi, kuş cıvıltısı, ağaç sesi, su sesi, yaprak hışırtısı ile dolu, anne heyecanı ve çocuk neşesi tadındaki bir "ba'sü ba'de'l-mevt"in, sevilen çehrelerdeki gibi büyülü ve tesirli, seven gönüllerdeki gibi dolgun, inandırıcı, nazik ve ince tüllenişlerini duyuyor, düşünüyor, zevkten zevke intikal ediyor ve yaşadığım zamanın dar hendesesinden sıyrılarak kendimi bu güzellikler armonisi içine atasım geliyor. Ben atmasam da zaten, emareleri zuhur etmiş o mutlu geleceğin renkli, sıcak, lezzetli ve mavi günleri, hayallerimin menfezlerinden akıp akıp gönlüme boşalıyor, benim oluyor ve bana tasavvurlarımı aşan saadetler vaad ediyor. இܓஇܓஇܓ
İyi döktürmüşsün Osman gardaşım Vatan sana ait değil; benim de Son günlerde biraz telaşlı başım Hesap soracağım hele dönüm de…Yusuf giraz
Hesabımı sade Allah’a Verdim Bu Vatanı seven, herkesin Bildim Gerisi hep vız gelir-tırıs gider Vatanın bekasıdır benim Derdim…Osman NURANİ///12/04/2013
Allah’a hesabı orda verirsin, Bu fani dünya da ben göreceğim. Yürü be kardeşim anca yürürsün Bil ki , defterini tez düreceğim. …Yusuf giraz
Nasıl hal yaşarsa öyle ölünür Defterini gören orda dövünür Yusuf’um bu gidiş hiç gidiş değil Çok kısa zamanda kapı görünür…Osman NURANİ///12/04/2013
Git de sen o yörük rakibine uy Bil ki can çıkmadan çıkmıyor ki huy Yusuf der kulak ver beni iyi duy Kaçsan da izini hep süreceğim. …Yusuf giraz
Yörükoğlu da kurtaramaz seni Aparkatla kıracağım çeneni Daha fazla direnip incinme hiç Hadi at havlu çabuk tut elini…Osman NURANİ///12/04/2013
&
...
இܓ '' MADEM HAKİKİ VAZİYETİMİZ BUDUR இܓ
Birinci Lem’a
HAZRET-İ YUNUS ibni Mettâ Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâmın münâcâtı, en azîm bir münâcattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır.1
Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş.2 Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette, 3 لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ münâcâtı, ona sür’aten vasıta-i necat olmuştur. Şu münâcâtın sırr-ı azîmi şudur ki:
O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hût ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı.4 Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve hûtu musahhar etmiştir. O nur-u tevhid ile hûtun karnını bir tahtelbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvâri emvac dehşeti içinde, denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahrâ, bir meydan-ı cevelân ve tenezzühgâhı olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn5 altında o lûtf-u Rabbânîyi müşahede etti.
İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor.6 Bu hut, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
Madem hakikî vaziyetimiz budur.
Biz de, Hazret-i Yunus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab olan Rabbimize iltica edip 1 لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz ve aynelyakin anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve hevâ-yı nefsin zararlarını def edecek yalnız o Zat olabilir ki, istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı Semâvat ve Arzdan başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli hâtırât-ı kalbimizi bilecek? Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvâcından kurtaracak -hâşâ- Zât-ı Vâcibü’l-Vücuddan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi olmadan imdad edemez ve halâskâr olamaz. 2
Madem hakikat-i hal böyledir. Nasıl ki Hazret-i Yunus Aleyhisselâma o münâcâtın neticesinde hûtu ona bir merkûb, bir tahtelbahir ve denizi bir güzel sahrâ ve gece mehtaplı bir lâtif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırrıyla لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz.
Tâ ki, nur-u iman ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılâp etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvâcı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan bir sefine-i mâneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip, selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur’ân’la, o terbiye-i Furkaniye ile, nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.
Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzâtından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâsından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hurdebinî bir mikroptan korkar, ecrâm-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cenneti dahi müştakane sever.
Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, melcei, halâskârı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kâinat Onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyârat dahi taht-ı emrindedir.1 Elbette öyle bir insan daima Yunusvâri (a.s.) 2 لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeye muhtaçtır.
*Risale-i Nur Külliyatı | Lem'alar | Birinci Lem'a*இܓ
*************************************** NÛRANÎ bayrağı dikti nihayet Geri doğru tepti çamur siyaset ***************************
இܓCEMRE BEKLENTİSİ இܓ
Gözlerimi yummuş, hayatın bir güneş gibi yeniden doğduğunu, dört bir yanın güzelliklerle ağardığını, al, pembe, sarı çiçeklerin salınıp etrafa gamzeler yağdırdıklarını, papatyaların raksa durup erguvanların lâleden alev aldıklarını, çeşit çeşit güzelliklerle dolgunlaşan umumi hava ve atmosferin gönüllerimizi saadet vaadiyle kapladığını, ruhlarımızda ebed televvünlü engin bir ferahın çağladığını, koyun-kuzu melemesi, kuş cıvıltısı, ağaç sesi, su sesi, yaprak hışırtısı ile dolu, anne heyecanı ve çocuk neşesi tadındaki bir "ba'sü ba'de'l-mevt"in, sevilen çehrelerdeki gibi büyülü ve tesirli, seven gönüllerdeki gibi dolgun, inandırıcı, nazik ve ince tüllenişlerini duyuyor, düşünüyor, zevkten zevke intikal ediyor ve yaşadığım zamanın dar hendesesinden sıyrılarak kendimi bu güzellikler armonisi içine atasım geliyor. Ben atmasam da zaten, emareleri zuhur etmiş o mutlu geleceğin renkli, sıcak, lezzetli ve mavi günleri, hayallerimin menfezlerinden akıp akıp gönlüme boşalıyor, benim oluyor ve bana tasavvurlarımı aşan saadetler vaad ediyor. இܓஇܓஇܓ
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.