1
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1174
Okunma
Hepsinin tarzı vardı.
Giydikleri elbiseden ayakkabılarına
tıraş olurken sabun köpürtmek için kullandıkları tahta fırçaya kadar
hepsinin ayrı havası vardı.
Ayna karşısında ıslık çalıp, tıraş olma şekillerinin bile.
Çok paraları yoktu ve çoğu üniversite eğitimi almadı
ancak her konuda pratik ve bilgiliydiler
çünkü beton sağlam dökülmüştü.
Yoksulluktan, hastalıktan hiç şikayet etmediler.
Yapmaları gerekeni biliyorlardı.
Hayat basitti.
Bir aile kur ve işe git.
On yıllar boyunca her sabah erken kalkıp
gittikleri zor işlerden
akşam karanlığında
yorgun gelince
bir ev sahibi olmadıkları için asla dert yanmadılar.
Ve gariptir hiçbiri delirmedi, antidepresan kullanmadılar.
Sanki bilmediğimiz bir şey biliyorlardı.
Çınlayan anahtarlıklar ya da ayak seslerinden anlardık eve yaklaştıklarını.
Ayak şeklini almış makosen ayakkabılarını boyayıp
fırçalamaktan asla vazgeçmediler
ve çocuklarından...
Sevgi konusunda mesafeliydiler,
sarılmasalar bile bilirdik bizi sevdiklerini.
Koltuklarına oturuşları
ve deri terlikleri
gerektiği kadar ciddi görünmelerine
yetiyor, evi dengede tutuyordu.
Bayram ve yılbaşı alışverişleri
ve diğer bütün gelenekleri taşıyan
eski kafalı, tarz sahibi adamlar
şimdi ön saflardan çekildiler.
Bıraktıkları hüzünlü boşluğunu doldurmaya
çalışan yeni babalara bakıyorum, çocuktan farkları yok.
Bir nesil yok oluyor ve en kötüsü
bu yok oluşu izlemek zorundayız
babalarımızın bizden önce
yaptığı gibi…