13
Yorum
30
Beğeni
5,0
Puan
1706
Okunma

şehrin tozunu silkeler ayak sesleri
dar ağacının tırnaklarından sökülür kirli dualar ;
tozlu evlerin kirli odalarında mor dudaklı çocuk iniltileri…
iner ölüm esmer bir kadının çığlığında,
kâh yitik kalır, günün tutuluşu
bir delinin aklında soluklanır uyuntu yanları
kaldırımlar ihanet kusar ayakların direnişinde
şehre düşen yangının pırıltısıydı sabaha inen tan…
ecelsiz kollar kelepçelenir kadınların göz çukurlarına
havayı tütsüler günaha yeşeren nefesleri,
yek intiharlardır, canından can çekişler.
bilmem kaç kırık sazın teline gerilir yürekler ;
yakılan yıldızlar kadar küllenir dilekler
kadınların saçlarına takılan gelin tellerinde yaslanırken umutları,
kızıla dem düşer beyaza lal,
ağıtlar çığlık yutar.
sokulur bedenler bir ölünün kara çarşafına
nefsin gözyaşları yıkarken ellerini…
ağıtlar nefeslenir bir çınar ağcının karaltısında;
gizli kuşatmalarda vurulur zihinler
kundaktaki bebenin babasızlığına isyandır
içine işleyen ninniler
ölüm nefesini verir dudaklarına
gelecek korkusu büyürken gözlerinde
küskün yaşam hatlarında
kapalı kapılar ardında mıhlanır gözler sırrı dökük aynalara
bilmez şehirli yanın zilan
senin amber kokar saçların
onların çorak
engebesiz yanakların
onların güneş yanığından çatlak
kuşlar erken göçerken sılaya,
bahar geç gelir bizim buralara! Zilan
kir pas kokar sokaklarım
her köşe başında gizlenen sırları vardır
dudaklarında yazgısına boyun büküş
kaçkın tümcelerin arsız sırıtışıdır
üç kuruşa satılışlarıdır çocukluklarının
eylemlerde büyür bebek yanımız
barutlar yıkar çocukluğumuzu
ersizliğe mahkumdur al yazmalı kızlar
yollar sokaklara, gidenler gelenlere karışır …
kıraç yaylalara kurşun türküsü duyulur
kızıltı tomurcukların rengini alır eller
seferlere kasıklarında gider dem kokulu sabiler
isyan bozlaklarına bel verir tamburun telleri
kundaklanmış yegâne zamanlar yığılır dillerine
bulanık bakışlarını yaydığım gönlümün vadilerine
örgülerini çözer elleri yas kokulu kadınlar
ölüm son nefesini çiseler şehrin çorak koynuna
uzak diyarlara göç eden kervanların susuzluğunda
vahasına indirilir sana yazılan kitaplar
sen akçaput yastığına dağıtırken rüyalarını Zilan
barut, ölüm ve yokluk
yirmi dört sefer kurulurdu saatin kadranına
teslim ederken yüzünü gaz lambasının soluğuna
çığlıklar düşer
ve tanrının sürdüğü hatiften umduğun imdatlar
bir cinnetin son taksimidir
gizli kapılar ardında meryem’in isa’ya sancısını çeken yüreğim
saçlarda siyahından boşanan gümüşlükler
sus alt dudağın uzun türkülere besteyken
ayak topuğunda gezinir imbat savrukluğu
salkım saçak düşler gömüyorum acısına yanarak
susuyor yediden yetmişe
hezeyan
ölüm kokuyor güllerin dikenleri
varlığın yıldızlarımda balkırken
şiirlerim bereketleniyor mezar taşlarında
sussam içimdeki incir kuşları incinecek
susmasam yüreğim musalla taşında son bulacak
çıkagelme
gelin etmeye yeminliyim bir kurşun ağırlığında
kimsesiz mezarlığın uzak kıyısına
yemin olsun sevgilim ağlamak, tanrı’ya yakınlaşmaktır aslında!
bunun için inliyorum,
5.0
100% (30)