7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1186
Okunma
uzak bir istanbulda
uzak uzak bir fındıkzade
orda bir abdullah oturur
turgut’la cemal’le birlikte
dünyadan azade
her gün bir dünya yaratıp durur içinde
kıyametine yedirir
yakınımızdır
yalnızlık içinde
tanısız ur gibi büyürken
bir gün ayşe deyiverdi çinden bahseder gibi
ayşe dedi ve geri aldı sözü
siyah beyaz gizli bir fotoğraf düşürmüş
yerden alırmış gibi telaşla
ama ben ayşeden
aralık kapıyı anladım
pencerede sardunyayı
kuşların noksansız döndüğü dünyayı
buruşturulup atılan sıkıntıyı anladım
görmedim ya çok güzel bir kız ayşe
saçları tozunu alır abdullahın
akşam geldiğinde gözlerini hiç yummaz
abdullah söndürür ışıkları israf olmasın
yeşil olur pencere
görmedim ya ayşeden filizi anladım
salınan dalı anladım incecik ayaklı
kucağına bir çiçek bahçesi sığmasını
meyve olmayım diye çırpındığını çağlanın
kıpkızıl bir dudak vardı ağzında
ayşe derken
çırılçıplaktı
küçük bir çocuk kocaman bir hayvandı
ayşeye geciktiğine pişmandı
istanbul ayşedir şimdi
fındıkzade ayşede bir semt
ayşeyi görmedim ama
ben başka iklimleri denizleri de bilmem
bilirim büyük okyanus ne kadar derin
ayşe deyince afet! dedi ya abdullah:
a’dan depremi anladım
y’den yangını ş’den seli
e abdullahı yarattı
biraz abarttım
ömer faruk hatipoğlu
(araf, 2007)