0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1527
Okunma
Kasvetli öğleden sonralarında atılan
atom bombası kadar etkili
hayat veren sözler duyabilmek için
ve biraz mizah sahibi bir kadın arayışıyla
sokaklarda yürüyor, barları geziyordum.
Bazen gökyüzüne başımı kaldırıyor
henüz ellenmemiş güneşe bakıp:
“Ne işim var burada?” diye düşünür
siktir eder, barmene içki söylerdim.
Uzay tekrardı, yörüngede dönen her şey gibi
başka şansımız olmadığından
siz ne yapıyorsanız, ben ne yapıyorsam
onu yapıyorduk.
“Sen yalnız kalmadan yaşayamazsın!” demişti kadın.
“Çok biliyorsun, ne yalnızı?” dedim ona.
“Taşaklarım o kadar kalabalık ki! Yalnızlık nasıl?”
Gece uykusu kadar uzun kalırdım gündüz düşlerimde
sıcak şarap, ve kanlı biftek kokusuna uyanırdım
bitmeyen açlık başlardı sonra
yemek ve porno kadar hızlı tükeniyordu
zaman.
Tren geçidi açılmıştı, eve kestirmeden gitmek istemiyordum.
İnsanlardaki telaşı anlamadım.
Gideceğinden önce varamazsın o yere.
Hızlı yürümek neden?
Kaybolmak istediğinde büyük şehirleri seçmeli insan.
Ve bir kadın için şehir değiştirmeden önce,
kadını değiştirmeyi akıl edebilmeli.
Bir süre eve gelen kadınlarla ilgilendim,
hiç ayırmadan sevdim onları
yalnız kalmayı sevmiyor olmalarından
ve zamansız gelmelerinden memnundum.
Uzun sürmezdi,
sabah olunca derin sessizlik başlar,
geldiklerinden hızlı çıkarlardı kapıdan.
Mutlaka bekleyen bir erkekleri olurdu.
Kendi gölgesini atlatabilenin ne amacı olur hayatta?
Boş odada sesler şekle bürünür
kirli ayna duvarda iz bırakır
ve bahar ölmeden,
diş sütü damlarken beklerdim
beni gerçekle kandırabileni…