…Yıllarca bu milleti, çalar saat kurdular …Anlamayanlar deli, aklından bir zoru var
NURANİ davasından, hiç geri adım atmaz Kimseye durduk yere boşu boşuna çatmaz Söylediği cümleye, zerrecik yalan katmaz
…Yıllarca bu milleti, ayıplayıp durdular …Anlamayanlar deli, aklından bir zoru var
Osman NURANİ---23/02/2013
Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Saim ve Osman beyler her ikinizi de tebrik ediyorum. Bel ki, kayda değer olayları satırlara taşımış düet hazılamışsınız. Sağ olun var olun. Tebrikler, selamlar.
OSMAN AĞABEY HARİMİ Yİ DE ÇOK İYİ TANIYORUM AİLECEK SİZ DEĞERLİ DOSTU DA İYİ TANIYORUM ŞİMDİ GÜZEL BİR ANALİZ YAPACAĞIM HARİMİ NİN ELLERİNE SAĞLIK DİYEREK SİZE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM TEBRİK EDERİM ŞİİRİNİZ
YOK FALAN KURT KURAN DİYORSUNUZ YA 1..... 1972 den bu yana siyaseti güzel analiz edersen bu gün başımızdaki leri ve Yökü getiren gücün aynı olduğunu göreceksin bu günkü kadrolar oluşturulurken hani konularla milleti dezenfarmasyona tabi tuttuklarını bir analiz edelim
1980 darbesi yapıldığın da 16 yaşında idim ve olayları en azında Sivas ta okuduğum zaman yaşadıklarım dan hatırlıyorum
soruyorum bu günkü zihniyete ihtilal sola karşı yapıldı ve sağ da ülkücü kesim tuzla buz edildi ve hala 30 yıldır belini dogrultama dı ve hala baskı var
konturpiyalja : ne kadar sağ görüşlü varsa hepsine suikast yapıladı yada ömür boyu içer de hala.
gelelim bu günkü kadrolara ve devleti, yönetenlerin ÖNÜNÜ KİM NASIL AÇMIŞ KİM NE KADAR KULLANILMIŞ
1980 DARBESİ OLDUĞUNDA 1 TANE SELAMET Cİ YADA AKINCI NEDEN ÖLMEDİ NEDEN KOMİNİZİM İSLAMI YOK ETMEYE ÇALIŞIRKEN BU AKINCILAR YADA M.T.T.B. DENEN ZEVATLAR ÇIKIP KARŞI KOYMADILAR ÇÜNKÜ O ZAMAN O DARBEYİ YAPAN GÜÇLERLE BİRLİKTE İDİLER DE ONDAN ..M.T.T.B. MİLLİ TÜRK TALEBE BİRLİĞİ DİR AMA HİÇ ÖLEN OLAMADI İÇERİ GİREN OLMADI İDAM OLAN OLAMADI BU NASIL İSLAMCILIKTI
1 TANE ASILAN İÇERİ GİREN ÖLEN BU GURUPTAN OLDU MU YOK darbe oldu her ikiside aynı darbeyi yapanlarla bugünkü başımızdakileri çünkü İslamı muzaffer kılacak güç cevher ülkücüler de vardı ve onların önünü kesmek içinde bu darbe yapıldı çünkü bu zihniyete hala o cevher yok olaması da imkansız
1882 Anayasası hazırlanırken bu ülkede herkes Yök kurulurken 0/92.8 EVET ÇIKTI BUGÜNKÜ O ANAYASAYA bakın bugünkü başımızdaki zihniyet evet oyu vermedi mi verdiler.
1983 seçimlerde Turgut Sunalp'ı destekleyin diyen Evren paşa bugünkü iktidarın önünü açıyordu kesin bir dille çünkü Sunalp asker Özal sivil
ne hikmetse Süleyman Demirel'in en ufak memuru içeride ama ÖZAL DIŞARIDA VE ORDUNUN YANINDA AMERİKA DA BERABER GİDİP gelip parti kuruyor ve iktidar oluyor
Türkiye seviniyor bir namaza kılan başbakan NAKŞİ TARİKATINDAN
VE HALA ve bu günkü kadrolar 1987 seçimleri ile şekillenmeye başlıyorlar 1995 seçimlerin de rahmeti ALPASLAN TÜRKEŞ İN BARAJA ÇAKILMASI MUHSİN YAZI OĞLUNUN FETULLAH GÜLEN TARAFIN DAN MHP DEN KOPARILMASI VE 1999 SEÇİMLERDEN FETULLAH HOCANIN CHP'E ZİHNİYETİNE OY VERİP CEMAAT OLARAK 7 MİLLET VEKİLİ ÇIKARMASI
VE BU MİLLET VEKİLERİNİN 2 TANESİ BANKALARDAN SORUMLU DEVLET BAKANLIĞINA DİĞERİ DE MALİYE BAKANLIĞINA GETİRLMESİ 24 BANKANIN SOYULUP AMERİKA YA GİTMESİ FETULLAH IN KAÇIP AMERİKA YA GİTMESİ
diğer bir vekilin de başbakanın baş yardımcısı olaması ve o koalisyon hükumetini parçalamaları taptıkları ve öylede başaramayınca 2001 ekonomik krizini çıkararak tasviye hareketini başlatan güçlerle bugünkü güçlerin farkını sen söyleyeceksin şimdi
ve akp kurulduğunda bu günkü başbakanın hiç bir siyasi kimliği olmamasına rağmen gidip Avrupa, Amerika beyaz saray gezip gelip Erbakan hocadan koparanlarla aynı güç değilmi,ki şikayetçi oluyorsunuz
ondan sonra şu on yılı incele öyle konuş yani ANLAYACAGIN senin
hala Türk milletini manüpile etmek suçlamak hakir görmek hala kürsel güçlerin çocukları yök darbe falan filan yani BİRSİ PARANIN YAZI TARAFI BİRSİ TURA TARAFI İKİSİ DE AYNI AMA BU duyarsız ve köle hala hala bunda direniyor ve görmüyorlar ki 40 yıldır bu hareketi hazırlıyorlar bazı çıkarları için en uygun dönemi buldular bence Yök te bunlar darbede bunlar muhtırada bunlar o kadar yazacağım var ki sığmaz analizini bu kadardan oku çıkar hafızanızı yokla ve pkk istekleri iel bugünkü yönetimi dünkü söylemleri bir karşılaştır saygılarımla
halkın gözünde kahraman etemek için şiir okutup içeri sokmayı siz gereçmi sandınız o ogün halakın kahramanı yapmaktı ve yaptılar bakını o gerene kon deikleri yapı chp akp nasıl kardeş etti başbaknın siyasi yasagının kalkmasında başbakan olamsında daki katkı bugünkü yerden yere vurdugunuz chp sağladı düşün okadar yazılacak varki gim gladyo kim eregen kon kara size kaldı olay türkiyeyi parcalamak başka sebep yok eger sizler 03 kasım 2002 den önece müslüman degilmniydiniz bu tarihdemi Müsülüman oldunuz bunuda çözemdim ben selam olsun nerede bir bozkurt varsa
Bekir Akbulut tarafından 3/1/2013 12:34:14 AM zamanında düzenlenmiştir.
verdiğin örneklerde fettoşunan sadi kürdü din alimi onun için zürriyet vermdik baçeli de siyasi cezalndırık mı yazı yolladıklarını sen iyi analiz et osman bey kardeşim
...Bekir kardeşim usanmadan bunu okumanızı istirham ederim.
...ayrıca ben sayın Bahçeliye Allah çocuk vermedi gibi bir söz etmedim. çocuğu olmamak ayrı evlenmemek ayrı bir şey. bu ayrıma dikkat edelim.
Ashâb-ı Suffe: İlim ve İrfan Mektebi Mescid-i Nebevî’nin bir tarafına, etrâfı açık ve üstü hurma dallarıyla örtülü bir suffe43 (gölgelik, çardak) yapıldı. Evi ve âilesi olmayan fakir müslümanlar burada kalır ve onlara “Ashâb-ı Suffe” veya “Ehl-i Suffe” denirdi.44 İçlerinden evlenen, sefere çıkan, bir başka yere yerleşen veya vefât edenler olduğu zaman sayıları değişir, bâzen artar bâzen de eksilirdi. Bir ara sayılarının yetmişi bulduğu olmuştur.
Bâzı kaynaklarda Suffe Ehli’nden olduğu söylenen yüzden fazla sahâbînin ismi zikredilir. Bunların maîşetlerini Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- temin eder, hâli vakti yerinde olan sahâbenin onlara yardımcı olmalarını isterdi.
Ashâb-ı Suffe’den olan Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle demektedir:
“Suffe Ehli, İslâm misâfirleriydi. Onların ne sığınacak bir âileleri ne malları ne de bir kimseleri vardı. Bir sadaka geldiğinde Peygamber Efendimiz onlara gönderir, kendisi ondan hiçbir şey almazdı. Şâyet gelen bir hediye ise kendisi ondan bir parça alır ve kalanını yine Ashâb-ı Suffe’ye gönderirdi. Böylece gelen hediyeyi onlarla paylaşırdı.” (Buhârî, Rikâk, 17)
Yine Ebû Hüreyre Hazretleri şöyle demiştir:
“Ben Suffe Ehli’nden yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirinin üzerinde bütün vücûdunu örten bir elbise yoktu. Ya belden aşağı giyilen bir izâr ya da belden yukarı giyilen bir ridâları vardı. Elbiselerini boyunlarına bağlarlardı. Bunların bir kısmı baldırlarının yarısına, bir kısmı da topuklarına erişirdi de avret yerleri görülmesin diye elbiselerini elleriyle toplarlardı. (Buhârî, Salât, 58)
Fedâle bin Ubeyd -radıyallâhu anh- ise şöyle demiştir:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâba namaz kıldırırken, onlardan bâzıları açlığın verdiği tâkatsizlikten ayakta duramayarak düşüp bayılırdı. Bunlar Suffe Ashâbı idi. Çölden gelen bedevîler: «Bunlar deli!» derlerdi. Allâh Rasûlü namazı bitirince açlıktan bayılanların yanına gider ve onları tesellî ederek:
«Allâh Teâlâ’nın katında sizin için neler hazırlandığını bir bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtaç olmayı isterdiniz.» buyururdu.” (Tirmizî, Zühd, 39/2368)
Abdurrahmân bin Ebû Bekir -radıyallâhu anhümâ- da şu hâdiseyi nakleder:
“Suffe Ashâbı gâyet fakir kimselerdi. Bir defâsında Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
«–İki kişilik yemeği olan, (Suffe ashâbından) bir üçüncüsünü; dört kişilik yemeği olan da, bir beşincisini ve hattâ altıncısını yemeğe buyur edip götürsün!»
Babam Ebû Bekir, onlardan üç kişiyi evimize getirdi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de on kişiyi hâne-i saâdetlerine götürüp ikrâm etti… Allâh’a yemin ederim ki, yediğimiz her lokmanın ardından yemek daha da artıyordu. Nihâyet misâfirler doydular. Yemek de ilk getirildiğinden daha fazla olarak ortada duruyordu. Ebû Bekir, yemeğe baktı ve hanımına hitâben:
«–Ey Benî Firâs’ın kızı! Bu ne hâl?» dedi.
O da:
«–Gözümün nûruna yemin ederim ki, yemek şimdi öncekinden üç misli daha fazla!» dedi.” (Buhârî, Mevâkît 41, Menâkıb 25, Edeb 87-88; Müslim, Eşribe 176-177)
Bu manzara, ihlâs ve cömertliğin getirdiği berekete müşahhas bir misâldir.
Suffe Ashâbı iş buldukları zaman çalışırlar, diğer zamanlarda mescidde ilim ve ibâdetle meşgûl olurlardı. Nitekim gücü kuvveti yerinde olan Suffe Ashâbı, dağlardan sırtlarında odun getirmek, su taşımak gibi ellerinden gelen her türlü işi yapar, kazandıkları parayla arkadaşlarına yiyecek alırlardı.45 İffet ve vakarlarına düşkünlükleri sebebiyle şahsiyetlerini zedeleyecek hareketlerden imtinâ ederlerdi. Kimseden bir şey istemezlerdi.
Ashâb-ı Suffe, dînin menbaına en yakın, Rasûlullâh’ın meclisine en müdâvim insanlardı. Bu yüzden yetişmeleri daha hızlı oluyordu. Muallimleri başta Hazret-i Peygamber olmak üzere Übey bin Kâ’b, İbn-i Mes’ûd, Muâz bin Cebel ve Ubâde bin Sâmit gibi âlim sahâbîlerdi.
Ehl-i Suffe, yüksek seviyede ve âdeta hızlandırılmış bir eğitim görmekteydiler. Nitekim en çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbîler (müksirûn) umûmiyetle onlar içinden çıkmıştır. Bunların başında gelen Ebû Hüreyre Hazretleri şunları söyler:
“İnsanlar, «Ebû Hüreyre çok hadîs naklediyor.» diye şaşırıyorlar… Muhâcir kardeşlerimiz çarşıda, pazarda ticâretle; Ensâr kardeşlerimiz tarlada, bahçede ziraatle meşgûl iken, Ebû Hüreyre boğaz tokluğuna Allâh Rasûlü’nün yanında bulunuyor, onların şâhid olmadığı nice şeylere şâhid oluyor, ezberleyemediklerini ezberliyordu.” (Buhârî, İlim, 42)
İslâm’ı öğrenmek için kısa bir süre Medîne’ye gelen heyetler bir taraftan Varlık Nûru ile görüşürken diğer taraftan da Ashâb-ı Suffe’den bilmedikleri hususları öğreniyorlardı. Medîne dışında yeni müslüman olan kabîlelere İslâm’ı öğretmek üzere bir muallim göndermek gerektiğinde, bunlar arasından seçiliyordu.
Ashâb-ı kirâm arasında fazîlet bakımından Hulefâ-i Râşidîn, Aşere-i Mübeşşere ve Ashâb-ı Bedir’den sonra Ashâb-ı Suffe gelirdi. Allâh Teâlâ onları muhtelif âyetlerde medhetmiştir. Cenâb-ı Hak buyurur:
“(Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allâh yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirlere olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zannederler. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allâh bilir.” (el-Bakara, 273)
Habbâb -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:
“Mütekebbir müşriklerden Akrâ bin Hâbis ile Uyeyne bin Hısn, Allâh Rasûlü’nün yanına geldiler. O’nu Bilâl, Suheyb, Ammâr, Habbâb gibi fakir ve kimsesiz müslümanlar arasında otururken buldular. Çevresindeki bu zayıf müslümanları hor ve hakîr görerek Efendimiz’e:
«–Bizim için bunlardan farklı bir meclis tahsîs etmeni isteriz. Böylece Araplar, bizim bunlardan üstün olduğumuzu anlasınlar. Biliyorsun ki, bize Arap kabîlelerinden birtakım elçiler ve heyetler gelir. Onların bizi bu kölelerle birlikte görmelerinden utanırız. Dolayısıyla, biz gelince onları yanından uzaklaştır. Sen’inle işimiz bittikten sonra yine istersen onlarla ayrıca otur.» dediler.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–Olur.» buyurdu.
Onlar ise:
«–Olur demen yetmez! Bizim için bunu yazılı hâle getir.» dediler.
Bunun üzerine Allâh Rasûlü -aleyhissalâtü vesselâm-, Hazret-i Ali’yi çağırdı, bir de yazdırmak için sayfa istedi. Biz bir köşede oturuyorduk. O sırada Cebrâîl -aleyhisselâm- şu âyet-i kerîmeleri getirdi:
«Sabah-akşam Allâh’ın rızâsını dileyerek Rablerine duâ edenleri sakın yanından uzaklaştırma! Onların hesâbından Sana hiçbir sorumluluk yoktur. Sen’in hesâbından da hiçbir şey onlara âit değildir. Eğer onları uzaklaştırırsan, zâlimlerden olursun!» (el-En’âm, 52)
«Biz, onların bir kısmını diğerleri ile: “Allâh aramızdan bunlara mı lutfunu lâyık gördü?” desinler diye işte böyle imtihân ettik. Allâh şükredenleri en iyi bilen değil mi?» (el-En’âm, 53)
«Âyetlerimize îmân edenler Sana geldiklerinde de ki: “Selâm sizlere! Rabbiniz, rahmet ve merhamet etmeyi va’detmiştir.”…» (el-En’âm, 54)
Âlemlerin Efendisi, antlaşmayı yazdırmak üzere eline aldığı sayfayı derhâl bir kenara bıraktı ve bizi yanına çağırdı. Huzûruna geldiğimizde bize:
«…Selâm sizlere! Rabbiniz, rahmet ve merhamet etmeyi va’detmiştir…» diyordu.
O’na yaklaştık, hattâ o kadar yaklaştık ki dizlerimizi O’nun dizlerine dayadık. Bu âyetin nüzûlünden sonra, biz eskiden olduğu gibi Efendimiz’in yanında oturmaya devâm ettik. Fakat O, istediği zaman yanımızdan kalkıp giderdi. Ne zaman ki:
«Sabah-akşam rızâsını dileyerek Rablerine duâ edenlerle birlikte candan sabret! Dünyâ hayâtının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma!..» (el-Kehf, 28) âyet-i kerîmesi nâzil oldu, artık böyle davranmadı. Bundan sonra biz daha titiz davranmaya başladık. Birlikte otururken vakit bir hayli geçince Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in rahatça kalkıp gidebilmesi için, biz nezâket göstererek erken davranır ve O’nun yanından kalkardık.” (İbn-i Mâce, Zühd, 7; Taberî, Tefsîr, VII, 262-263)
Bu son âyet-i kerîme nâzil olunca, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hemen kalkıp o fakir sahâbîlerini aramaya koyuldu ve onları mescidin arka tarafında Allâh’ı zikrederlerken buldu. Bunun üzerine:
“Canımı almadan önce, ümmetimden bu insanlarla berâber sabretmemi emreden Allâh’a hamd olsun! Artık hayâtım da ölümüm de sizinle berâberdir.” buyurdu. (Vâhidî, s. 306)
Ebû Saîd -radıyallâhu anh- anlatıyor:
“Muhâcirlerin fakirlerinden bir grupla birlikte oturmuştum. Bunlardan bir kısmı, (bütün vücûdunu örten bir elbisesi olmadığı için) diğerleri(nin karaltısından istifâde) ile iyice örtünmeye çalışıyorlardı. Bir kimse de bize Kur’ân okuyordu. Derken Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çıkageldi ve yanımızda durdu. Allâh Rasûlü’nün gelmesi üzerine Kur’ân okuyan kimse okumayı bıraktı. Rasûlullâh da selâm verdi ve:
«–Ne yapıyorsunuz?» diye sordu.
«–Ey Allâh’ın Rasûlü! O hocamızdır, bize Kur’ân okuyor. Biz de Allâh Teâlâ’nın kitâbını dinliyoruz.» dedik.
Bunun üzerine Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–Ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen kimseleri yaratan Allâh’a hamd olsun!» dedi.46
Sonra Allâh Rasûlü, kendisini bizimle aynı seviyede tutarak ortamıza oturdu. Eliyle işâret edip:
«–Şöyle (halka yapın!)» dedi.
Cemaat hemen etrâfında halka oldu ve yüzlerini O’na doğru çevirdi. Nihâyet Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizlere şu müjdeyi verdi:
«–Ey yoksul muhâcirler, müjdeler olsun! Sizlere kıyâmet gününde tam bir nûr müjdeliyorum. Sizler cennete, insanların zenginlerinden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünyâ günleriyle) beş yüz sene eder.»” (Ebû Dâvûd, İlim, 13/3666)
Allah indinde kimse ayrı değil hangi ayetinde yazıyorsa koyun okuyalım madem kuran allahın kendi eve kesin emri DİZAYN MESELSİNİ FAZLA AÇMADIM O KADAR VAR Kİ
bakınız yet derki esteğuzübillah ben istesem kötülükleri 1 saniyede yok ederim sizler görün ve ibret alın diye bırakıyorum der
deme ki Allah deme ki Saidi nusri din okuyor Fetullah gülen din okuyor o yüzden mi onlara çocuk vermedi o zaman
ozana....... Ebu Hanife. MATURUDİ. Eşari. GAZALİ, Maliki, Ahmet Hambbel, Ahmet , BÜTÜN SAHABELER , VE BÜTÜN ALİMLER BURAYA YAZMAKLA BİTMEZ BÖYLE YANLIŞ BİR TESPİT olmaz
ben ırktan bahsetmedim ben siz bensize bir yorum yazdım siz m.h.p ye çamur atmak için bahçelinin çoğunun olamadığını yazdın bende senin arkasından koştukların Şeyhlerin de olamadığını yazdım
sen bana bunun cevabını ver demdin ki verende Alalh alanda Allah hikmet sahibi de Allah hemen kulp ardın
SİZLER bu ülkede Müslümanca yaşadınız da devlet beyin çocuksuz olduğumu engel oldu yada İslam adına uzaya çıktınız da devlet beyin çocuksuz oluşumu engelledi yada İsrail i yerle bir ettiniz de Bahçeli mi engelledi şimdi senin çocukların var yarın herhangi bir kazada belada Allah korsun ölürler de aynı duruma gelirsen ne cevap vereceksin
kuranı okurken anlayın ki o zaman Allah'ı anlarsınız yoksa gazete okur gibi makam için çıkar için yada kul hakkını yemek için yada saf inançlı kişileri sömürmek için değil
...Bekirim Allah Rasulü sırf DİN adına ilim görenlerin istisna tutula bileceğin bildirmiştir. Muhterem Fethullah ve Said'i Nursi DİN İLMİ ile uğraşan kimselerdir. biri TÜrk biri Kürt.
...ama Sayın O zatın durumu bunun dışındadır. ayrıca Genel Başkan olalı 12-15 sene oldu daha önce sadece bol bol zamanı vardı.
...bence sizin vurgu yaptığınız gibi DİZAYN eden güçler tarafından getirildiği intibası kuvvetleniyor.
haklısın eğer Müslüman olarak desen ki Allah bana 1 kız bir oĞlan verdi ama develet beyde vermedi desen bence işi esas ehline bırakmış olursun
hani bazılarının arkasından melediği Saidi nursinin de çocuğu yok Fetullah gülenin de buyur Allah sizin kadar bilmiyor mu kime ne vereceğini yada vermeyeceğini böyle bir tespit çok yanlış Osman kardeşim
ama bugünkü yönetim ergenekonun adamı ta kenedisi dünkü yök çülerde ve bugünkü akp ve pkk ve ergenekon aynı kişiler bence
...Bekir kardeşim zahmet edip bunca yazıyı kaleme almanızı önemsediğimi bilmenizi isterim.
" 1972 den bu yana siyaseti güzel analiz edersen bu gün başımızdaki leri ve Yökü getiren gücün aynı olduğunu göreceksin...Bekir AKBULUT"
...Bu cümlenizin altına imzamı atarım. hatta eksiği var. son yüzelli, 200 yıldır bu böyle.
...ama ne hikmetse bu gerçeği bilmenize rağmen hala topu taca atmanıza şaşıyorum.
...ya hu "Milliyetçi bir parti olan MHP'nin başında evli olmayan, evliliğe (yani Türk nüfusunun çoğalmasına) önem vermeyen birinin 15 yıla yakındır Partinin Genel başkanlığını iştigal etmesi TAM DA sizin bu tespitinize uyuyor.
verdiğin örneklerde fettoşunan sadi kürdü din alimi onun için zürriyet vermdik baçeli de siyasi cezalndırık mı yazı yolladıklarını sen iyi analiz et osman bey kardeşim
...Bekir kardeşim usanmadan bunu okumanızı istirham ederim.
...ayrıca ben sayın Bahçeliye Allah çocuk vermedi gibi bir söz etmedim. çocuğu olmamak ayrı evlenmemek ayrı bir şey. bu ayrıma dikkat edelim.
Ashâb-ı Suffe: İlim ve İrfan Mektebi Mescid-i Nebevî’nin bir tarafına, etrâfı açık ve üstü hurma dallarıyla örtülü bir suffe43 (gölgelik, çardak) yapıldı. Evi ve âilesi olmayan fakir müslümanlar burada kalır ve onlara “Ashâb-ı Suffe” veya “Ehl-i Suffe” denirdi.44 İçlerinden evlenen, sefere çıkan, bir başka yere yerleşen veya vefât edenler olduğu zaman sayıları değişir, bâzen artar bâzen de eksilirdi. Bir ara sayılarının yetmişi bulduğu olmuştur.
Bâzı kaynaklarda Suffe Ehli’nden olduğu söylenen yüzden fazla sahâbînin ismi zikredilir. Bunların maîşetlerini Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- temin eder, hâli vakti yerinde olan sahâbenin onlara yardımcı olmalarını isterdi.
Ashâb-ı Suffe’den olan Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle demektedir:
“Suffe Ehli, İslâm misâfirleriydi. Onların ne sığınacak bir âileleri ne malları ne de bir kimseleri vardı. Bir sadaka geldiğinde Peygamber Efendimiz onlara gönderir, kendisi ondan hiçbir şey almazdı. Şâyet gelen bir hediye ise kendisi ondan bir parça alır ve kalanını yine Ashâb-ı Suffe’ye gönderirdi. Böylece gelen hediyeyi onlarla paylaşırdı.” (Buhârî, Rikâk, 17)
Yine Ebû Hüreyre Hazretleri şöyle demiştir:
“Ben Suffe Ehli’nden yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirinin üzerinde bütün vücûdunu örten bir elbise yoktu. Ya belden aşağı giyilen bir izâr ya da belden yukarı giyilen bir ridâları vardı. Elbiselerini boyunlarına bağlarlardı. Bunların bir kısmı baldırlarının yarısına, bir kısmı da topuklarına erişirdi de avret yerleri görülmesin diye elbiselerini elleriyle toplarlardı. (Buhârî, Salât, 58)
Fedâle bin Ubeyd -radıyallâhu anh- ise şöyle demiştir:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâba namaz kıldırırken, onlardan bâzıları açlığın verdiği tâkatsizlikten ayakta duramayarak düşüp bayılırdı. Bunlar Suffe Ashâbı idi. Çölden gelen bedevîler: «Bunlar deli!» derlerdi. Allâh Rasûlü namazı bitirince açlıktan bayılanların yanına gider ve onları tesellî ederek:
«Allâh Teâlâ’nın katında sizin için neler hazırlandığını bir bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtaç olmayı isterdiniz.» buyururdu.” (Tirmizî, Zühd, 39/2368)
Abdurrahmân bin Ebû Bekir -radıyallâhu anhümâ- da şu hâdiseyi nakleder:
“Suffe Ashâbı gâyet fakir kimselerdi. Bir defâsında Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
«–İki kişilik yemeği olan, (Suffe ashâbından) bir üçüncüsünü; dört kişilik yemeği olan da, bir beşincisini ve hattâ altıncısını yemeğe buyur edip götürsün!»
Babam Ebû Bekir, onlardan üç kişiyi evimize getirdi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de on kişiyi hâne-i saâdetlerine götürüp ikrâm etti… Allâh’a yemin ederim ki, yediğimiz her lokmanın ardından yemek daha da artıyordu. Nihâyet misâfirler doydular. Yemek de ilk getirildiğinden daha fazla olarak ortada duruyordu. Ebû Bekir, yemeğe baktı ve hanımına hitâben:
«–Ey Benî Firâs’ın kızı! Bu ne hâl?» dedi.
O da:
«–Gözümün nûruna yemin ederim ki, yemek şimdi öncekinden üç misli daha fazla!» dedi.” (Buhârî, Mevâkît 41, Menâkıb 25, Edeb 87-88; Müslim, Eşribe 176-177)
Bu manzara, ihlâs ve cömertliğin getirdiği berekete müşahhas bir misâldir.
Suffe Ashâbı iş buldukları zaman çalışırlar, diğer zamanlarda mescidde ilim ve ibâdetle meşgûl olurlardı. Nitekim gücü kuvveti yerinde olan Suffe Ashâbı, dağlardan sırtlarında odun getirmek, su taşımak gibi ellerinden gelen her türlü işi yapar, kazandıkları parayla arkadaşlarına yiyecek alırlardı.45 İffet ve vakarlarına düşkünlükleri sebebiyle şahsiyetlerini zedeleyecek hareketlerden imtinâ ederlerdi. Kimseden bir şey istemezlerdi.
Ashâb-ı Suffe, dînin menbaına en yakın, Rasûlullâh’ın meclisine en müdâvim insanlardı. Bu yüzden yetişmeleri daha hızlı oluyordu. Muallimleri başta Hazret-i Peygamber olmak üzere Übey bin Kâ’b, İbn-i Mes’ûd, Muâz bin Cebel ve Ubâde bin Sâmit gibi âlim sahâbîlerdi.
Ehl-i Suffe, yüksek seviyede ve âdeta hızlandırılmış bir eğitim görmekteydiler. Nitekim en çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbîler (müksirûn) umûmiyetle onlar içinden çıkmıştır. Bunların başında gelen Ebû Hüreyre Hazretleri şunları söyler:
“İnsanlar, «Ebû Hüreyre çok hadîs naklediyor.» diye şaşırıyorlar… Muhâcir kardeşlerimiz çarşıda, pazarda ticâretle; Ensâr kardeşlerimiz tarlada, bahçede ziraatle meşgûl iken, Ebû Hüreyre boğaz tokluğuna Allâh Rasûlü’nün yanında bulunuyor, onların şâhid olmadığı nice şeylere şâhid oluyor, ezberleyemediklerini ezberliyordu.” (Buhârî, İlim, 42)
İslâm’ı öğrenmek için kısa bir süre Medîne’ye gelen heyetler bir taraftan Varlık Nûru ile görüşürken diğer taraftan da Ashâb-ı Suffe’den bilmedikleri hususları öğreniyorlardı. Medîne dışında yeni müslüman olan kabîlelere İslâm’ı öğretmek üzere bir muallim göndermek gerektiğinde, bunlar arasından seçiliyordu.
Ashâb-ı kirâm arasında fazîlet bakımından Hulefâ-i Râşidîn, Aşere-i Mübeşşere ve Ashâb-ı Bedir’den sonra Ashâb-ı Suffe gelirdi. Allâh Teâlâ onları muhtelif âyetlerde medhetmiştir. Cenâb-ı Hak buyurur:
“(Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allâh yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirlere olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zannederler. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allâh bilir.” (el-Bakara, 273)
Habbâb -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:
“Mütekebbir müşriklerden Akrâ bin Hâbis ile Uyeyne bin Hısn, Allâh Rasûlü’nün yanına geldiler. O’nu Bilâl, Suheyb, Ammâr, Habbâb gibi fakir ve kimsesiz müslümanlar arasında otururken buldular. Çevresindeki bu zayıf müslümanları hor ve hakîr görerek Efendimiz’e:
«–Bizim için bunlardan farklı bir meclis tahsîs etmeni isteriz. Böylece Araplar, bizim bunlardan üstün olduğumuzu anlasınlar. Biliyorsun ki, bize Arap kabîlelerinden birtakım elçiler ve heyetler gelir. Onların bizi bu kölelerle birlikte görmelerinden utanırız. Dolayısıyla, biz gelince onları yanından uzaklaştır. Sen’inle işimiz bittikten sonra yine istersen onlarla ayrıca otur.» dediler.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–Olur.» buyurdu.
Onlar ise:
«–Olur demen yetmez! Bizim için bunu yazılı hâle getir.» dediler.
Bunun üzerine Allâh Rasûlü -aleyhissalâtü vesselâm-, Hazret-i Ali’yi çağırdı, bir de yazdırmak için sayfa istedi. Biz bir köşede oturuyorduk. O sırada Cebrâîl -aleyhisselâm- şu âyet-i kerîmeleri getirdi:
«Sabah-akşam Allâh’ın rızâsını dileyerek Rablerine duâ edenleri sakın yanından uzaklaştırma! Onların hesâbından Sana hiçbir sorumluluk yoktur. Sen’in hesâbından da hiçbir şey onlara âit değildir. Eğer onları uzaklaştırırsan, zâlimlerden olursun!» (el-En’âm, 52)
«Biz, onların bir kısmını diğerleri ile: “Allâh aramızdan bunlara mı lutfunu lâyık gördü?” desinler diye işte böyle imtihân ettik. Allâh şükredenleri en iyi bilen değil mi?» (el-En’âm, 53)
«Âyetlerimize îmân edenler Sana geldiklerinde de ki: “Selâm sizlere! Rabbiniz, rahmet ve merhamet etmeyi va’detmiştir.”…» (el-En’âm, 54)
Âlemlerin Efendisi, antlaşmayı yazdırmak üzere eline aldığı sayfayı derhâl bir kenara bıraktı ve bizi yanına çağırdı. Huzûruna geldiğimizde bize:
«…Selâm sizlere! Rabbiniz, rahmet ve merhamet etmeyi va’detmiştir…» diyordu.
O’na yaklaştık, hattâ o kadar yaklaştık ki dizlerimizi O’nun dizlerine dayadık. Bu âyetin nüzûlünden sonra, biz eskiden olduğu gibi Efendimiz’in yanında oturmaya devâm ettik. Fakat O, istediği zaman yanımızdan kalkıp giderdi. Ne zaman ki:
«Sabah-akşam rızâsını dileyerek Rablerine duâ edenlerle birlikte candan sabret! Dünyâ hayâtının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma!..» (el-Kehf, 28) âyet-i kerîmesi nâzil oldu, artık böyle davranmadı. Bundan sonra biz daha titiz davranmaya başladık. Birlikte otururken vakit bir hayli geçince Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in rahatça kalkıp gidebilmesi için, biz nezâket göstererek erken davranır ve O’nun yanından kalkardık.” (İbn-i Mâce, Zühd, 7; Taberî, Tefsîr, VII, 262-263)
Bu son âyet-i kerîme nâzil olunca, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hemen kalkıp o fakir sahâbîlerini aramaya koyuldu ve onları mescidin arka tarafında Allâh’ı zikrederlerken buldu. Bunun üzerine:
“Canımı almadan önce, ümmetimden bu insanlarla berâber sabretmemi emreden Allâh’a hamd olsun! Artık hayâtım da ölümüm de sizinle berâberdir.” buyurdu. (Vâhidî, s. 306)
Ebû Saîd -radıyallâhu anh- anlatıyor:
“Muhâcirlerin fakirlerinden bir grupla birlikte oturmuştum. Bunlardan bir kısmı, (bütün vücûdunu örten bir elbisesi olmadığı için) diğerleri(nin karaltısından istifâde) ile iyice örtünmeye çalışıyorlardı. Bir kimse de bize Kur’ân okuyordu. Derken Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çıkageldi ve yanımızda durdu. Allâh Rasûlü’nün gelmesi üzerine Kur’ân okuyan kimse okumayı bıraktı. Rasûlullâh da selâm verdi ve:
«–Ne yapıyorsunuz?» diye sordu.
«–Ey Allâh’ın Rasûlü! O hocamızdır, bize Kur’ân okuyor. Biz de Allâh Teâlâ’nın kitâbını dinliyoruz.» dedik.
Bunun üzerine Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–Ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen kimseleri yaratan Allâh’a hamd olsun!» dedi.46
Sonra Allâh Rasûlü, kendisini bizimle aynı seviyede tutarak ortamıza oturdu. Eliyle işâret edip:
«–Şöyle (halka yapın!)» dedi.
Cemaat hemen etrâfında halka oldu ve yüzlerini O’na doğru çevirdi. Nihâyet Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizlere şu müjdeyi verdi:
«–Ey yoksul muhâcirler, müjdeler olsun! Sizlere kıyâmet gününde tam bir nûr müjdeliyorum. Sizler cennete, insanların zenginlerinden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünyâ günleriyle) beş yüz sene eder.»” (Ebû Dâvûd, İlim, 13/3666)
Allah indinde kimse ayrı değil hangi ayetinde yazıyorsa koyun okuyalım madem kuran allahın kendi eve kesin emri DİZAYN MESELSİNİ FAZLA AÇMADIM O KADAR VAR Kİ
bakınız yet derki esteğuzübillah ben istesem kötülükleri 1 saniyede yok ederim sizler görün ve ibret alın diye bırakıyorum der
deme ki Allah deme ki Saidi nusri din okuyor Fetullah gülen din okuyor o yüzden mi onlara çocuk vermedi o zaman
ozana....... Ebu Hanife. MATURUDİ. Eşari. GAZALİ, Maliki, Ahmet Hambbel, Ahmet , BÜTÜN SAHABELER , VE BÜTÜN ALİMLER BURAYA YAZMAKLA BİTMEZ BÖYLE YANLIŞ BİR TESPİT olmaz
ben ırktan bahsetmedim ben siz bensize bir yorum yazdım siz m.h.p ye çamur atmak için bahçelinin çoğunun olamadığını yazdın bende senin arkasından koştukların Şeyhlerin de olamadığını yazdım
sen bana bunun cevabını ver demdin ki verende Alalh alanda Allah hikmet sahibi de Allah hemen kulp ardın
SİZLER bu ülkede Müslümanca yaşadınız da devlet beyin çocuksuz olduğumu engel oldu yada İslam adına uzaya çıktınız da devlet beyin çocuksuz oluşumu engelledi yada İsrail i yerle bir ettiniz de Bahçeli mi engelledi şimdi senin çocukların var yarın herhangi bir kazada belada Allah korsun ölürler de aynı duruma gelirsen ne cevap vereceksin
kuranı okurken anlayın ki o zaman Allah'ı anlarsınız yoksa gazete okur gibi makam için çıkar için yada kul hakkını yemek için yada saf inançlı kişileri sömürmek için değil
...Bekirim Allah Rasulü sırf DİN adına ilim görenlerin istisna tutula bileceğin bildirmiştir. Muhterem Fethullah ve Said'i Nursi DİN İLMİ ile uğraşan kimselerdir. biri TÜrk biri Kürt.
...ama Sayın O zatın durumu bunun dışındadır. ayrıca Genel Başkan olalı 12-15 sene oldu daha önce sadece bol bol zamanı vardı.
...bence sizin vurgu yaptığınız gibi DİZAYN eden güçler tarafından getirildiği intibası kuvvetleniyor.
haklısın eğer Müslüman olarak desen ki Allah bana 1 kız bir oĞlan verdi ama develet beyde vermedi desen bence işi esas ehline bırakmış olursun
hani bazılarının arkasından melediği Saidi nursinin de çocuğu yok Fetullah gülenin de buyur Allah sizin kadar bilmiyor mu kime ne vereceğini yada vermeyeceğini böyle bir tespit çok yanlış Osman kardeşim
ama bugünkü yönetim ergenekonun adamı ta kenedisi dünkü yök çülerde ve bugünkü akp ve pkk ve ergenekon aynı kişiler bence
...Bekir kardeşim zahmet edip bunca yazıyı kaleme almanızı önemsediğimi bilmenizi isterim.
" 1972 den bu yana siyaseti güzel analiz edersen bu gün başımızdaki leri ve Yökü getiren gücün aynı olduğunu göreceksin...Bekir AKBULUT"
...Bu cümlenizin altına imzamı atarım. hatta eksiği var. son yüzelli, 200 yıldır bu böyle.
...ama ne hikmetse bu gerçeği bilmenize rağmen hala topu taca atmanıza şaşıyorum.
...ya hu "Milliyetçi bir parti olan MHP'nin başında evli olmayan, evliliğe (yani Türk nüfusunun çoğalmasına) önem vermeyen birinin 15 yıla yakındır Partinin Genel başkanlığını iştigal etmesi TAM DA sizin bu tespitinize uyuyor.
...kıymetli ablacığım HARİMİ kalemi güçlü Vatan evladı bir arkadaştır. Vatan sevgisi aklının önüne geçmiştir. bizim itirazımız bunadır.
...o kardeşim bildiklerini ve inandıklarını derç ediyor bu fakirde vakıf olduğu gerçekleri faş ediyor. sizlere düşen her ikisini de okuyup gönlünüzde makes bulmasıdır.
...kıymetli ablacığım HARİMİ kalemi güçlü Vatan evladı bir arkadaştır. Vatan sevgisi aklının önüne geçmiştir. bizim itirazımız bunadır.
...o kardeşim bildiklerini ve inandıklarını derç ediyor bu fakirde vakıf olduğu gerçekleri faş ediyor. sizlere düşen her ikisini de okuyup gönlünüzde makes bulmasıdır.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.