21
Yorum
23
Beğeni
5,0
Puan
2134
Okunma
Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı kitabının verdiği ilhamla...
Akşamın morluğunu tırmalıyor bir kedi
-beni içeri al-
Köpekler ağlar gibi ulumaktalar
Salonun sessizliğini bastırıyor sokağın sesi
Pencereyi kontrol ediyorum –kapalı-
Yoksunluğun, yoksulluğun ve kimsesizliğin izi vuruyor duvarlara
İzolasyonsuz binalar gibiyim hayata
Sıcağı da, soğuğu da içime işliyor dışarının
Hangi cephesine dönsem yüzümün
Başkasıyım.
Beni bir duvar dibine bırakmıştım dün öylece
Okuduğum kitaptaki nar ağacı yetişti yalnızlığıma
Hikayesini anlattı durdu hiç sormadan
Yüz yıl evveli de böyleymiş diye geçirdim içimden
Konuşsam kızacaktı
Saygı göstermiyorum sanıp acısına
Ki acılarıyla tarih yazan Balkanlardan gelen
Soğuk ve yağışlı havaya alışkındı bünyemiz
Üşümemiz
Tarihsel bir iç çekiş
-miydi?
Fotoğrafların içine nüfuz edemeyen varlığım
Duvara karışıyor sinsice
Geçmişim gölge gibi uzayıp kısalıyor sokak lambalarının altında
En değerli hikayelerimi zihnimin çekmecelerine dolduruyorum
Tasniflemek için henüz zamanım var -umuyorum-
‘’Bir kitabım olmalı’’ cümlesi aklımı çeliyor durmadan
Bir kenara koyuyorum.
Sokak lambasının korunaksızlığına üzülüyorum sonra
-keşke hep bahar olsa-
Oysa varlık nedenini bilenler üzülmezler kendi adına
Hizmet edebiliyorlarsa amaçlarına.
Soğuk bir beton yığınıyım; iki daireyi ayıran
Birbirine teğet geçen koltukların üstünde farklı kanalları izliyor iki aile
Hem tanıdık, hem yabancı; hem benzer, hem de farklı
Sesleri çekiyorum kendime
Isıyı
Kokuyu
Zaman zaman korkuyu- kapı ardına sığınan-
Ve susuyorum bildiklerimi
Herkesin kendine sustuğu gibi.
Duvarların dili olmadığına şükrediyorum yolculuk sona erince
Ve ekliyorum:
Eşyanın ruhu yoktur inşallah!
5.0
100% (28)