1
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
1125
Okunma

Bir yıldız kaydı bir gece ansızın, dalmışken ışığına ben
Bir baktım ki yanımda yoktun, kaybolmuştun
Seni aradım sokak sokak çaresizce, adımlarımı saydım
Karanlıklarda seslendim adını, her kaldırım taşında izini aradım
Yollar da hep yokuştu nefes nefese kalmıştım
Duvarlar bir bir üstüme yıkıldı sanki, tut ki enkaz altında kaldım
Zindan karası gecelerde sensizlikte korkarken ben
Sen yoktun…
Bir sabah yine yorgun uyandığımda düş yorgunu bir gecenin sabahında
Üşüyordu içim, çisil çisil bir yağmur vardı İstanbul’da
Aynadaki yabancıya ilişince gözlerim selama durdum usulca
Sonra birden çok çirkin hissetmiştim kendimi
Bir o kadar donuktu gözlerim ve soğuktu bedenim
Düşman olmuştum o zaman aynaların yabancılığına
İçimde gittikçe büyüyen boşlukta kaybolurken ben
Sen yoktun…
Dalgalara attım bir akşam kaybolsun diye umutları
Bir avuç tuzlu suda eritmek istedim içimdeki buzları
Birkaç damla su sıçrattı dalgalar yüzüme, alıp geri verdiler
Tükenirse umutlar asıl o zaman biter yaşam dediler
Oysa ne çok kırılgandım, ne çok vazgeçmiştim hayallerden bile
Güneş bile terk etmişti boyayıp gönlünce kırmızılara ufku
Öylece görünmezliğe doğru boşluğa uzatırken ellerimi
Sen yoktun…
Her şey vardı zamanın bilmecesinde çözülmeyi bekleyen
İki sözcük kalmıştı işte alt tarafı bir türlü çözülemeyen
Düşlerimize dizmiştik ya hani sıra sıra pembe bulutları
Her yeni gün o bulutlardan biri daha eksiliyordu
Dillerim lal olmuştu sonunda, düşsüz ve gölgesiz kalmıştım
Şiirler de susmuştu, renkler bir bir kaybolmuştu
Suskun dudaklarım karabasanlarda çağırırken seni ben
Sen yoktun…
Mevsim sonbahardı hüzün nakış nakış işlenmişti her yaprağa
Toprak yağmura doymuştu da içimdeki serkeş yangın doymamıştı
Gözlerim yanıyordu uykusuz sabahlarda kar boran az geliyordu
Yokluğunun kavurucu sıcaklığı göğüs kafesimi yırtıyordu
Avuçlarımdan kayan her bir kum tanesi gibi savruluyordum
Sarsılırken ben yüreğimin en ücra köşelerinde fırtınalarla boğuşurken
İçimdeki çocuk ölüyordu
Sen hep yoktun…
5.0
100% (1)