22
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1788
Okunma
YÜREĞİMİZDEN DEMİR ALAN BİR HÜLYA’YA ATFEN YAZILMIŞTIR. O BANA "SEN BENİ ÇOK SEVDİN AMA ALT TARAFI BİR DÜŞÜM" DEDİ. O Kİ BÜTÜN BİLGELİĞİYLE DOYURDU HEM AKLIMI HEM DE YÜREĞİMİ...
kendini kanatlılardan sayan
bir deli aşk…
çekiştirdikçe lades kemiğinden
çığlığı yankılanıyor damarımda.
aklımda !
aklımda !
yazmaktan öteye mi gittim bu şiiri?
neredeyse içtim sevgili
nasıl tutuştu ki gönlüm?
kaynadı böylesi
şu koca dünyada atıp bir kenara
her şeyi
canım bıraktım kollarına.
kayboldum hiç mi hiç usanmadan
bağrımda açan nergis kokulu saçlarında…
sararmışlığın rüzgârla tango yapışı gibi
aşkla dans ettim soluğunda.
sevdim insanları sayende
sevdim dağı, taşı, toprağı,
kurdu kuşu, havadaki bulutu.
boğdum kirliliği yüreğinde;
ki en büyük günahım oldu bu...
senden sonra aslında benim
bütün öncelerim soldu.
şaşılası değil bütün gerçekliğinle
hala misafir olman şaşkın düşlerime...
gözlerime ilk baktığından beri;
deliksiz uykulara taşınamayan
koşumlarından kurtulmuş
zülfünle sarmaş dolaş olmayı tasarlayan
ben değil miyim?
ellerine yüreğine konmuşum
bir muhabbet kuşu gibi;
enikonu çarpışırım sensizlikle!
sensiz ölebilmeyi düşlerken ben!
oy benim sevdiceğim,
oy kırılası elim, serseri gençliğim.
seni düşünmekten gayrı
ne kaldı ki bana?
her şeyimi;
canımı bilhassa!
gönlümü gönlünce avuttuğun
o güzel günlerde yitip gitmek!
sevdam iki kutup arasında
koşturup dururken yüreğimi
yıldızlar misali
kah yanarım
kah sönerim sevgilim...
bilmezler!
kabaran deniz dalgalarına benzerim.
içerimde ölesiye hasretliğin
sıla özlemi, anılar yumağı,
kördüğüm aykırılıklar
yıkıntı hüzünlerde yüzerim...
ömrüm boyunca her sabah,
çiy damlalarının nazlı uyarılarıyla
kendine gelen goncalar gibi
gördüm seni ben.
ve ne güzel ki sevgim;
yorgunum ama mutluyum,
öfkeliyim ama nefreti vurdum sevgilim!
şimdi içinde sen olan,
bitmek tükenmek bilmez
yoğun düşünce denizinde,
eskilerin diyar diyar,
türkü türkü,
gurbet kokulu ozanları;
o sevdası uğruna
dağları delip çöllere düşenleri;
görmeyen gözlerle,
görmeyi öğretenleri...
belki onlardan zerreyim...
insanlar sevdiklerini
söyler söyler de ölesiye;
neden sevgilerini öldürürler
vuslat günü geldiğinde?
kavuşmanın işleyebileceği
cinayetten mi korkmalı?
istersen kavuşmayalım!
kavuşmayalım canım benim
öldürmeyelim düşlerimizi....
dilerim hayallerin
yere düşen karlar gibi
eriyip gitmesin düştüğü yerde...
yanıltmasın; yol göstersin
umut ettiğin yere taşın sende…
istersen kurtarma beni!
bu anason ve arpa suyu sarhoşluğundan…
ölümlü bedenlerimiz
buruş buruş olduğunda bile;
seni aşkla taşıyacağımı
haykırayım kırağı çalmış gönüllere…
düşerken gayya kuyularına ben
tutunayım kara gözlerine.
aklım karşı karşıya gelince,
sesindeki tarifsiz ezgiyle;
ab-ı kevser ırmağını,
cennetini bulayım cehennemimde...
bu duygunun ihtirasında
ütopyalar yaratırım
hasretinin girdabında
kaybolmak düşse de bana;
bu koca labirentin her kapısı
açılır gözlerine,
yüreğine, asude bakışlarına,
hayran olduğum sadeliğine…
bir tek sana açılır bu kapılar
bir tek sana...
çiçekler açsın ellerin ellerimde
sancılansın dalımda tomurcuklar...
bu dünya deminde
gireyim sıcacık düşlerine
kalayım koynunda
olgunlaşıp daldan düşene...
reva mıydı bu ıstırap?
yeni özlemler yeşertmesen içimde!
derin, asude göllere düşmesem;
tenin yanarken sabah güneşinde
kara saçların omuzlarından süzülürken
dalga dalga yüzüme.
okşar gibi serin serin
uzanmasa zarif ellerin
bedenin bedenimde
yangınlar...
dökülmese gecenin esrarı
saçılmasa ortalığa...
biliyorsun;
zalim ayrılık acısı,
kar, kış, kıyamet,
gövertir insan etini.
getirsen de nedamet
çaresi yoktur;
mengene gibi kıskıvrak
yakalar seveni,
ele avuca sığmaz aşk...
buruk bir yalnızlığın kızıl sersemliğinde
başlar yine can çekişme!
niye durakalmaz zaman?
nerede ay ışığının,
ay yüzlerde balkıması?
nerede ateşli bakışlarının,
suları yakması...
zindan gibi keder
saygısız!
yalnız yakaladığına,
ana avrat küfreder…
koyu-kuzguni bulutlar
kuşatır ak dorukları,
ablukaya alır.
geceyi basar hafakanlar
yakalar suskunlukları.
alevli bakışında bir hışım;
düşersin onulmaz dertlere
üstünde hasret yıkıntıları
yanarım!
ille de bakışların
dilim tutulur, avunur göğsüm.
en güzel kokulardan
daha da nefis gelir ölüm!
ten değil susayan yâre,
candır gezdiren nurlu ışığı
böyle avare avare...
içimde çınlayan sesinin ninnisi.
yaşamak bu!
yaşamın nefesi...
narin gönlüm
unuttuğunda can korkusunu;
dağlara yazarım destanını.
tükenircesine dermanım;
düşmek gelir peşine,
sarp kayalara, aşılmaz deryaya
vurmak gelir bu canı...
başım öne çekiyorsa bugün;
aklım kurşun ağırlığındaysa,
fikrim darmadağın
ve ezinç yüklüyse bulutlar,
elimde sigara gam tütüyorsa havaya,
akşamın kara çarşafında
bir tutam özlem
dalgınlığa sürükler başımı.
ıslık çalar asi bir rüzgâr;
keyiflenir durur…
giyotin şeklen her şey.
dört yanım çakal ulumaları!
niye üzgün
bu uyku kentinin âlim yıldızları?
geri gelir mi çağırsak,
geri gelir mi gençlik çağı?
alemin kıymeti harbiyesi,
yeni günün kaynar kazanı...
kalem-kılıç serüveni bu;
mürekkebin cilvesinde kağıtlar.
en güzelden de gazel,
okunup yıllanan kitaplar.
ağacın köküne, çiçeğin rengine,
bir bakarsın
rastlarsın dengine!
kurşun mu yemiş göğün tavanı,
kan akıyor kirli oluğundan,
alevler sarmış bütün ‘afak’ı
şimşekler çakıyor sitemle
akıyor gözyaşları
can silkeliyor…
dönsün dünya
yine dönsün ama;
nefret yaraşır mı insana?
sarhoşluktan değil,
bu gece çakır keyfim.
dilimde veda türküsü
koca bir ayrılık sırtımda...
bu dünyanın kızıl gerdan kuşları
ne de yakışıklı;
o çalı senin,
bu çalı benim,
seri bakışlı.
kıyılır mı onlara a canım,
acısındandır elbet
göğsünün kızıllığı...
şurda ağaçtan düştüm,
şurda arılar ısırdı,
şurda kolumu kırdım.
ısırgan otları arasında
gizlice öptüm birisini.
şurda sigara içtim babamdan gizli...
bu nasıl esriklik?
hem de körkütük aşkınla.
başa çıkmak ikiyüzlülükle,
bozguna uğratmak fenalığı.
ruhun acıkması bu;
düşüncelerin en heybetlisi.
aşkın temeli
yârin tatlı nefesi.
sahi!
acıdan korkan
tadabilir mi lezzeti…
gecenin bir yarısı,
atarsın kendini metruk sokaklara.
parklarda,
banklarda sabahlarsın.
uyku küsmüştür.
dargın!
ayaz,
buz keser
umursamazsın!
içten içe cayır cayır
sayıklarken
ciddi ciddi dalıp da
gökyüzüne
yürekten ağlarsın....
canına ot tıkar çopur bir zangoç
kuyruğu küheylan
zamanın ipini çeker dönek
ağlar korona
ağlar kötünün eşkin sözlerine…
desem ki şimdi sana
ıssız bir aşka bulandım
can sokağı lambaları altında
bir türkü de ben tuttursam
can evimde nar’ı
canan bize geldi canım yere serdi
zülüf yere değdi ömrüm dize geldi
nice diyar gezdim bir bakışın sevdim
lal oldu dillerim ne de yaman sevdim
şems eyledim yarim aldım cana narı
yazık etti günüm bana kaldı harı
sır aldım inandım nigar oldu sardım
çekti gitti gülüm viran bağda kaldım
hidayet dal/can sokağı lambaları
Hazreti Mevlana’nın
“Ne olursan ol, yine gel” dediği kullardan bile değildim.
Sedef beyazlığında bir gülüş çaldı benden kirlerimi.
O gülüşe kul eyledim kendimi...