5
Yorum
18
Beğeni
5,0
Puan
2031
Okunma

her aşkın bir tarihi vardır
ve her sevenin bir talihi
tükenen bir nefes gibi
...
And içtim yenilmez olan kadim zamanA
“inanmak en büyük suçtur aşka adanmayan insanA”
gözlerinde vurgun yemiş kanatlarından yaralı martıları sevdik
gökte yönünü kaybetmiş mavilerde gülüşlerimizi yitirdik
hangi zamana taşırdı umut diye ardına takıldığımız düşler bizi
karanlığa uyuyup güneşe uyanmak mı yaşamın bir diğer adı
ya ateşe d/okunan ten
ona aşk değer miydi?
-I-
bizim tek suçumuz sevmekti belki
ve suç(suzluğ)umuz unutmak oldu birbirimizi
susuz bir dünya çarkında taşırken özgürlüğe bizi
onlar diyordum onlar
ve topyekûn onlar işte söylüyorum
sınır dışı edilmesi gereken likör kokan bir diğer “b”gibi
siliyorlardı yeryüzünden insanlık namımızı
karanlığa meşalemizi yakamıyorduk ülkemizden özgürce
mülteciydik biz sevgili
kamp kamp bağlıyorlardı körpecik ellerimizi
ikna operasyonlarında elimden kaptıkları defter-kalemimi
ve ırkımızdan dolayı çaldıkları içimizi
dudaklarıma basıyorlardı sol elleri ile
yaşayamıyor
yazıp okuyamıyorduk bu yüzden şiirlerimizi
tek dertleri vardı belli
ve tek bir ideoloji peşinde koşan cücelerdi onlar oysaki
sesimiz çıkmasın diye fikir hanemizde
diskalifiye edildiğim/iz bu pejmürde düzenden
sırf senin için
sırf yaşama hakkımız için yeminim
susuyordum yine senden sana sevdiğim
vazgeçiyordum teninde yaşamaktan mecburdum
en çok seni özleyecektim bunu da biliyordum
en çok seni hem de
Arnavut bakışlı bu yönsüz sürgünlerimde
-II-
Afrika kokan susuzluğuma dalıyorlardı hiç soyunmadan
belki hiç korkmadan
hiç korunmadan bilmiyorum
kana kana içiyorlardı tuttuğum oruçların (p) kokusunu
muttaki olmayan bir inancın ağırlığında
küstahça yıkanıyorlardı kabulsüz bir âmin ile
ve günah suyuma hiç bulanmadan hem de
nasıl beceriyorlardı anlayamıyordum bunu
kemiklerimden başlıyorlardı ezmeye önce
çirkin bir tatmin içinde
tüm insanlık adınaymış güya
demokratik hakkımız adınaymış demelerine göre
Denizleri asıp çıkıyorlardı en tepemize g/ezmişce
tadıyordular cennetin yalan kokusunu adımızın yırtılmış harflerinde
en çok onlar yaşardı dünyada oysa
en çok onlar mutluydu bu düzende niye
görüyordum
ve acıyordum onlara aslında
ve fakat bir de
kovulmuştum artık sınır dışı edilen özgürlük konuşmalarımdan da
oysa suçlu ben değildim
ve söylemiştim hep sana
ona şuna buna
koca bir dünyaya
boğazımda ağlayan bir kadın var demiştim
hepinizin annesi gibi
kutsal bir ağıt bu duyun demiştim
şairler oturmuştu göğsümde sızlayan tahtın sahipsiz başına
dilleri vardı ama
konuşmuyorlardı doğruca
konuşamazlardı çünkü
parmakları ırkçı bir ihanet vebalini taşıyordu
çaresizdim
hakkımızı onlar kapıyordu talihsiz bir öksüzün düğün yasında
şarap içen dudaklar suçluydu
ki ondan okunmadı şiirlerim kurbanlık töre/n marşımda
katil ben değildim söylüyordum onlara
susma konuş diyordum artık konuş Mezopotamya
ilamlar veriyordum siyah beyaz gazete sayfalarında
çarşaf çarşaf dağ(ı)lıyordum kendi yurdumda
Sokrates misal haykırıyordum suçsuzluğumu koca tarihe
ve inançla büyüyen kadim savunmalarımdan
ve darağacına sürüldüğüm mahkeme koridorlarında
durun diyordum onlara durun bir daha
öldürmeyin bizi diyordum O’ gün aşkına
bizim tek suçumuz sevmekti yalnızca
sevmek suç
tu
bu kanunda
-III-
haykırışlarım bir cellâdın arsız gülüşüne çarpıp birden
sarmıştı adaletsizce şehrimizi ne çare tümden
ama biliyorum yine de başıma gelecek olanları
ve hep söylemiştim bu günün mutlak geleceğini
biliyordum gecelerde yağacak sensizliğin zehrini
zıkkım olasıca bu hasret ile
kahrolası bir özlem oturmuş emiyor kanım ve gözlerimi
derimi kemiren güve yutmuş sağır zindanlar içinde
izliyordum kendimi kara bir kayyum sessizliğinde
ve ikinci evlat muamelesi gördüğüm ülkem gibi
ötekileşiyordum aşkta yine gürbüzce
köpekler ulurken sabah ezanları uyanışlarımda
melekleri bulurdum yanı başıma oturmuş o tuhaf kalabalıkta
uykuda denmezdi zaten buna
titreyerek uyuşup nöbetler geçirdiğim simetri yatağımdan
ve çılgınca geri fırladığım kâbuslu molalarımda kafamı aşka çarpınca
İstanbul kokuyordu ağzım sana
ve tan yerine bir adam sesleniyordu dilimin kıvrımlarında
ve sen
ve yaşam
ve hala…
-VI-
bir yılan b/akıyordu Hz Yusuf”un kuyusuna o an
kurumuş bir rüyanın Nil”e b/akan yapraklarında
ağlarken tuz tadımlı kıt-lık yeminlerim
gürlerdi bu derun aşka Züleyha olan her yanım
kova kova su taşırdım gözlerimde sana ta Mısır”dan
ve yüreğimi kopartıp Kudüs”ün o körpe ellerinden
düşerdim bana küskün b/akan çocuk yanının öyküsüz yüreğinden
davetsiz gelmiş olan ürkek bir Filistin niyetine
devrederdim geceleri kara bir zindana kendi elimle
uykulara dalamazdım bu yüzden sevgilim
rüyalar uyanmasın diye yeniden bize
korkardım kirpiğimi kırpmaya bile
kuyularda d/ipsiz bir çığlıktım işte
anla
-V-
Endülüs gibi âşıktım sana
Selahaddin”i beklerdim İspanya tüten zor gecelerimde
gelmezdin
geçmezdin gözlerimi deviren yorgun uçurumlardan tek kare
kan kokardı alnımda bekleyen güneş
ve dua ellerini açmazdı üstümüze
çünkü
şirli kadınların dişleri parçalardı şehrin en güzel adamlarını
ve ben mahur bir umutla fırlardım sokağa her sabah erkence
fiyakalı bir gurur ile
arardım gözlerini bu adamlar içinde
gölge gölge düşen bir feryat ekseninde
bulamazdım seni bu ne yaman bir çile
anlamamış olsa da sözde akıl sahipleri halimi
çözememiş olsalar da bu körpe şairliğimi
tarih tekerrür ediyordu yine durmadan sevgili
ve biz seninle
yağmalanıyorduk Topkapı surlarında u/yanan Bizans”ın bakir koy(n)unda
el değmemiş bir masalın uyuyan gözlerine
su taşıyorduk dibi delik mataramızla
mecburiyetle düştüğüm bu sensizliği
hangi akılsız anlar ki diye yeniden soruyordum bir daha kendime
damarlarımda sızlayan bir İstanbul sevdası gibi
özlüyordum Fethi-i Mübin”im olan seni
ah sana ölmeyi
koşarken karada gemiler dolusu tutku tutku
saçlarımı y/tutardı kuzeyden doğan dağınık bir rüzgâr
ve boğardı beni içimde bu çılgın korku
çünkü ben
unutanlardan değildim sevdiğini
asla
ve kata ki
kavimler ötesi ormanların çınar kökünden toplayıp ismini
aşka y/kazıyordum inatla ve ısrarla
fütursuz yücelttiğim asil seni
ey aziz olan sevgili bil ki
İsa”nın kalbe düşen incili gibi
kutsanmıştım içimde bizi
-VI-
boy atmış olan en yüce ağaçları
süngüsünde bir neşterle budardı bilir misin
vahşi ve yahşi olan bir sarhoş adam
çarmıha gererdi ruhumun çatlaklarını sonra
aşk sızardı y/aramıza yaprak yaprak bir kahırla
yolardı yıldız değmemiş olan saçlarımı hiç acımadan
nerdeydin
muhtaçtım
çılgın bir telaş ile seni gözlerdim
ve daha çok
en çok o anlarda heybetini özlerdim
ve düşünürdüm gözlerimi kurşun gibi vurunca gökyüzüne
“ne çok mutlu olurdu dokunurken elleri” derdim kendime
bukle bukle kıvrılan sırma saçlarıma parmakları değince
çünkü bilirdim
altın kahve perçemimde büyümeye ölürdü/n sevgilim
söylesene
sende üşüyor musun yine?
-VII-
aşk yaşıyordu ikimizi
görüyordum boyutsuz büyüyen bu titreyişimizi
o yüzden ki
ülkelere bizi anlatıyordum hiç susmadan
hiç durmadan
hiç usanmadan
devamsızlıktan atıldığım/ız Leyla”nın çöllerinde
Mecnun bir çığlık yanıyordu kül rengi gözlerim(iz)e
vakit yine sen
ve hayat hep gece düşünce üstüme
ıslahsız dudaklarımdan yücelen bir eyyam ile
körpe kuşlarla ağzımda taşırdım göklere içimizi
telaşlı bulutlarda birikirdik kara mavi şimşekler gibi
gürlerdik tufanla terkedilmiş o metruk şehirlere
taze bahardık biz sanki
düşerdik heyelan kokan avuçlarımızdaki renklere rehavet ile
toplardı yağmurlar ikimizi
damla damla sız(l)ardık tıpkı Kerem misali
akardık Kerbela cennetine kudurmuş Fırat gibi
ateş ateş kabaran kuraklığımızı yıkardı Şirin
su/s cehennemdi artık bize
ve yakardı tenimizi boğum boğum bir çile
lebimize aşk değince
Aslı gömerdi Ferhat”ın baltasıyla gölgemizi
efsaneydik anlayacağın sevgili
en çok savaşan topraklarda arardım resmimizi
en çok ölenler arasında seni
talan edilmiş ganimetleri paylaşırken korkunç yüzlü kediler
uslanamıyorduk ne yazık ki
biz âşıktık çünkü
biz yaşamdık bir tende bilmedin mi?
uysal bir mırıltı kadar huzur(suz)duk sevgili
)(
-VIII-
biliyorum
yalan sever birçoğu “ölüyorum sana aşktan” derken bile
oysa biz öyle miydik söylesene
gölgesi kırgın bir ağacın yaprağında
inlerken Eylül bakan kurumuş gözlerim
ne çok âşıktım sana bilir miydin?
()
-IX-
çaput bağlayan sevgililer gelirdi yanı başımıza birden
muradımız bir dilek ağacında idamını beklerken
oysa onlar aşk diye içerdi beni bizden
sen görmezdin bu heyecanımı
ve oysa yine ben
bir ölünün kadim bir ülke araması gibi seni isterdim
bunu da bilmezdin
ve senden sonra
amazon ormanların içinde çakalların göğe ulaşan sesleri eşliğinde
şarkılar söylerdim geceler boyu korkusuzca sana
en çok dilim çatlardı davam da
en çok sinem yanardı bu savunmamda
sesimi yutan bir güneşin eteklerinde
Jüliet gözlerini asardı yanık tenime
zehirli hançer lanetli kurbanlarını toplarken şehir kasaba
ölen bir Romeo değildi sabaha
yakardı İmparator bu zelil romanımızı
ve yıkardı merhametsizce
kallavi bir inkâr ile dünyamızı
soramazdım seni yarına
o son veda demi gelmişti yine
senden ayrılmak zor diye
soramıyordum seni kendime bile
-X-
alnıma düşen garip bir tören vakti
dudaklarım sana mühürlendi
ve artık bil ki
sana anlatamıyorum geçmişimi(zi)
ve anlatmayacağımda geleceğe kendimi(zi)
bir mahkûmun son arzusu belli değil mi
XI
ey içimde ezilen çeşni
öp sevap rengi gözlerimi bir günah rengi
uyuyayım ağzında sonsuzluk gibi
durgun bir su misali
iç artık beni
XII
aynalarda g/izlenen müsemma bir ömürdün
yılgındım
yıllanmış bir ayrılık kokmamızdan dolayı sevdiğim
XIII
ve nihayet
kapat diyorum gözlerini üstüme hemen kapat
bütün ışıklar sönsün bize mutlak
yoksa korkuyorum çok dehşet
dolanırsa dilime bir daha aşk
güneş yeniden bize uyanacak
mor ve tarihi hep ıslak
bunu yaşamaya gücüm yok
biz artık tutsak
adımız bizi unutmak
susalım şimdi takvimlerce koparak
…
MHD
5.0
100% (20)