8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1626
Okunma
Son iki pirinç tanesiydi yalnızlığımız
Bir kazandan artakalan
Habil ile Kabil’den bu yana
Yokluğuna, sarılıp sarılıp ağladığımız
Ben yanarken en çok seni yaktım yüreğimde
İssiz, külsüz, durdukça azıtan
Yağmur saçaklarında sensizliğimdir yıkadığım
Çorak, tuzlu, değdikçe acıtan
Ne zaman acısa bir yalnız
Issızında şehrin
Ben ağlardım
Papatyaların yapraklarını sen yolmuştun değil mi?
İstediğin çıkmayınca kızıp,
Anladım şimdi..
Ben gülmeyi beceremedim, sen ağlamayı
Oysa bir gökyüzüydü gözlerin
Hem ağlardın hem ağlatırdın
Üşüdükçe gözlerinde sesim,
Sen kuşlara şarkılar söyletirdin
Ne zaman acısa bir yalnız
Issızında şehrin
Ben ağlardım
İntizar çiçeklerini bilir misin, solduğunda
Ellerinde pişmanlığın ateşi yanar
Yâri, yarını olmayan bir yalandır şehir
Rüzgar acemi bir kuşun çırpınışlarına kanar
Cam buğularından akıttığım adındır çokluğun
Yarası uykularıma saklı bir kadındır yokluğun
Ne zaman acısa bir yalnız
Issızında şehrin
Ben ağlardım
Bir şehrin acısına
Issız ıssız
Yalnız ben ağlardım