4
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2453
Okunma
İstanbul’da bir akşamüstü
İstasyonda bekleyen insanların arasında
Alacakaranlık vurdu yüzüme
Ayaklarına baktım kalabalığın
Yüzlerine baktığımda ürperdiğimden
Bir çocuk yaklaştı.
Dilinde yalnızlığın titremesi:
“Abla bir mendil al..”
Bakmadım yüzüne, bakamadım.
Ses de çıkaramadım,
Sessizliğe sığındım.
Bir başka çocuk daha geldi.
Onun da dilinde yalnızlığın titremesi:
“Abla sakız vereyim mi?”
Bakmadım yüzüne, bakamadım.
Orada okuyacaklarımdan ürktüm
Şimdi hiç sırası değildi!..
Başımı kaldırır kaldırmaz zeminden
Göz göze geldim gölge çocuklardan biriyle
Hiç değişmeyen yüz ifadesi selamladı beni:
Çocuksu..
Ayağının çıplaklığı, soğuktan üşümüşlüğü..
Yüreğimi aynı soğuklukla dağlıyordu!.
Koptu işte fırtına dedim, suskunca..
Oysa;
Dalları yemyeşildir hâlâ asma yaprakların
Kıpırtılı, biraz nemli..
Güleçtir yüzü asma yaprakların..
Çocuk da güleç..
Bakma öyle çocuk cümlesi koptu gözlerimden
Olmuşlarla olanlar hep aynı
Bilmem kaçıncı kez gördüğüm bir fotoğraf
Aynı kederi yapıştırıyor insanlığıma;
Utanç!..
Utanç merdivenlerinde
İnişlerle çıkışlar arasında
Ben-le çevrilmiş bencilliğimde
Unutmuşluğumu alıp da yüzüme
Peçe yapar örterdim oysa,
Gözlerin bu kadar canlı, bu kadar gerçek bakmasaydı.