-Belki de aşk, en az Babil’in asma bahçeleri kadar yalandı-
Suda Musa, ateşte İbrahim, kuyuda Yusuf olamadık!
Her dem gözümüzde perde
Dolaşırken diyar diyar
Yanlıştı durakladığımız
aşk.
Geç anladık Leyla’da başlayan
aşkın Leyla’da son bulmadığını…
Çıkarken karşımıza her köşe başı nemrutlar
Hakikat adına muhalif bir ses yükseliyordu,
Susmuyordu içimizde Ammar
Lakin biz susuyorduk.
İnsan yüzlü cellâtlar, çiğneyerek dolaşırken cesetleri
Çığlık çığlığaydı bir kız çocuğu
Görüyorduk, duyuyorduk.
Soluğumuz kesiliyordu lakin ona da kapalıydı azalarımız.
Ne kadar insan olduğumuzu unuttuğumuz bir
vakit Yazık ki kaçar olduk ateşten
Kelebek olmaktan ve ağlamaktan vazgeçtik.
Kök salmak için geç kaldık dedik.
Durmadık. Duramadık.
Çok
vakit almadı öldürmek içimizdeki Habil’i
Kabil duruşlarımız vardı bizim
Ve en az onun kadar pişmanlıklarımız.
Hesabımıza kuruturken Tuba ağacını,
Ecelin peşimize düşeceğini unutarak
Suladık zakkumu.
Olamadı Yusuf’ça rüyalarımız.
En az firavununki kadar karanlıktı düşlerimiz
Düşmedi düşümüze
yıldız, ay ve
güneş.
Şaştı
gönül pusulamızın ibresi
Teğet geçti harami yüreklerimiz
aşk bahçesinden.
Yaklaşamadık, zebercet yüreklere.
Aşkı devşiremedik, saklayamadık
gönül mahzenimizde.
Ne de çabuk vazgeçtik
Bir mecnun gibi
sevdalı olmaktan.
Ve ne çabuk unuttuk “Aşk yanmaktır.” diyen dervişin sözlerini.
Nasıl da kapattık bize aralanan kapıları kendi yüzümüze.
Ne çok şaşırdık, ne çok kaybettik.
Hiçbir şey titretemez oldu ruhlarımızı
Ebkem kesildik ötelerden ulaşan muştulara…
Pusuya düşeceğimizi bile bile bıraktık umudun ellerini.
Ve
gönüllü indik ye’s çukuruna.
_Sonrası mı?
Sonrası malum._