1
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
50
Okunma
Kirlenen kelimelerin dolaştığı bir çağda,
doğruların eğilip bükülerek alkış topladığı yerde
üstüne sıçrayan çamuru kader sanmadan
yürümeye devam etmek zordur.
Çünkü burada en çok kirlenen şey
eller değil, vicdanlardır.
Herkesin bağırarak haklı olmaya çalıştığı bir dünyada
suskun kalmak cesaret ister.
Sessizlik; korkaklığın değil,
her söze bulaşmamayı seçenlerin yüküdür artık.
Ve bu yük, en ağır bedelleri fısıltıyla ödetir.
Yalan, yüzüne maske takıp gerçeğin kılığına girdiğinde
insanı en derin yerinden yaralar.
İhanet, yabancıdan değil
“bizden” geldiğinde yakar canı.
İşte tam orada
kaçmak kolay,
kirlenmek sıradan,
ama dimdik kalmak ağır bir sınavdır.
Onur, gösteri sevmez.
Işıkların altında parlamaz.
Sessizdir, yalnızdır, çoğu zaman yanlış anlaşılır.
Eğilmediği için kırılır,
konuşmadığı için suçlanır.
Kaybetmiş gibi durur gözden bakanlara,
oysa kaybettiği hiçbir şey
kendisi değildir.
Sabır;
boyun eğmek değildir.
İçinde kopan fırtınalara rağmen
kimseyi yakmamayı seçmektir.
Öfkeyi susturup,
intikamı elinin tersiyle itip
bu kirli oyunda temiz kalmaya çalışmaktır.
En çok da bu yüzden
sabırlı insanlar erken yorulur.
Vicdan…
Kimsenin alkışlamadığı,
kimsenin yüklenmediği
ama insanın sırtından hiç inmediği o sessiz yüktür.
Gece kalabalıklar dağıldığında
tek tek hesap sorar.
Kimse görmezken bile
“insan kal” diye fısıldar.
Hayat bunu dayatır artık:
Kirlenmeyi normalleştirir,
yanlışı çoğunlukla meşrulaştırır.
Ama insan olmanın şartı şudur;
kirlenmemek değil belki,
kirle uzlaşmamaktır.
Yanlış arttıkça
doğruya daha sıkı sarılmaktır.
Zordur temiz kalmak.
Çünkü bu çağ,
kirlenenleri değil
direnenleri sınar.
Ve insanı insan yapan,
tam da bu direniştir.
5.0
100% (4)