0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
59
Okunma

Giriş: Kara Dumanlar ve Sessizlik Mevsim kıştı, ama Antep’e yağan kar değil, ateş ve baruttu. Şehrin üzerini kesif, kara bir duman kaplamıştı. Fransız işgal kuvvetleri, Akyol’dan, Şeyh Camii’ne kadar toplarını dizmiş, şehri ölümle tehdit ediyordu. General Gouraud ve askerleri, bu kerpiç evlerin, bu gariban halkın birkaç top atışıyla teslim olacağını sanıyordu. Şehir sessizdi ama bu korkunun sessizliği değil, fırtına öncesi bir yemin sessizliğiydi. Toprak bile, yaklaşan kıyametin farkındaydı.
1. Bölüm: Kıvılcım (Şehit Kâmil) Her şey, o meşum günde koptu. Henüz on dördündeydi Kâmil. Bıyıkları bile terlememiş, fidan boylu bir çocuktu. Annesinin peçesine uzanan o kirli eli gördüğünde, çocukluğu bitti. O an, ne düşmanın tüfeğini gördü gözü ne de süngüsünü. Yerdeki taşa sarıldı. O taş, sadece bir kaya parçası değil, bir milletin namusuydu. "Anamın örtüsüne el sürdürmem!" diye haykırıp taşı fırlattığında, alnının ortasından vurulup düştü. Kanı, Antep’in kaldırım taşlarına aktı. Annesinin feryadı, Antep’in uykusunu bölen sur borusu gibi yankılandı.
2. Bölüm: Yemin (Kılıç Ali ve Halk) Kâmil’in kanı kurumadan, haber çarşı pazar dolaştı. Kılıç Ali Bey, darmadağın olmuş çeteleri, esnafı, köylüyü bir araya topladı. Gözlerde yaş değil, ateş vardı artık. Herkes biliyordu ki artık geri dönüş yoktu. Meydanda toplanan kalabalık, göğsünü gere gere ant içti: "Gün bugündür! Ölmek var, dönmek yok! Bu cennet vatana can kurban olsun!"
3. Bölüm: Köprüdeki Aslan (Şahin Bey) Düşman şehre girmek için Elmalı Köprüsü’ne dayandığında karşılarında bir ordu değil, bir inanç abidesi buldu: Şahin Bey. Tek başına bir ordu gibi duruyordu köprünün başında. Mermisi bitene kadar sıktı, mermisi bitince yumruğunu sıktı. "Cesedimi çiğnemeden Antep’e giremezsiniz!" diye kükrediğinde, düşman komutanları bile bu cesaret karşısında ürperdi. Köprü kanla yıkandı ama o köprüden geçen düşman, aslında kendi mezarına yürüyordu.
4. Bölüm: Av ve Avcı (Karayılan) Şehir merkezinde bunlar olurken, dağlarda başka bir fırtına kopuyordu. Karayılan, Sarımsak Tepe’de rüzgârla yarışıyordu. Seksen yiğidiyle kurduğu pusu, Fransız ordusunu şaşkına çevirdi. Tepe, "Allah Allah" nidalarıyla inledi. O gün Sarımsak Tepe, düşmana dar, yiğide yar oldu.
5. Bölüm: Açlık ve Onur Aylar sürdü kuşatma. Şehirde taş üstünde taş kalmadı. Ekmek bitti, zerdali çekirdeği yendi, süpürge tohumu öğütüldü ama kimse "Teslim olalım" demedi. Minareler top atışlarıyla yıkıldı, kubbeler çöktü. Ama yıkılan taşların arasından, toz toprak içinden o ses hiç eksilmedi: Ezan-ı Muhammedî. Ve kalenin burcundaki o al bayrak, mermi delikleriyle dantel gibi işlenmiş olsa da, asla yere inmedi.
Sonuç: Gazilik Beratı Sonunda barut dumanı dağıldığında, geride viran olmuş bir şehir ama teslim alınamamış bir ruh kaldı. Dünya, bu bir avuç insanın yazdığı destanı konuştu. Tarih, kalemi eline aldı ve o yıkık şehrin alnına, silinmeyecek o unvanı yazdı: GAZİ.
Kara duman çökmüş Antep düzüne…
Bakın şu feleğin kanlı yüzüne…
Düşman toplarını dikmiş döşüme…
Sanır ki bu şehir esir kalacak…
Bilmez ki küffara mezar olacak…
Düşman askerleri gezer çarşıda,
Kılıç Ali Beyim durur karşıda.
Yeminler edildi namus uğruna.
Dedi: “Gün bugündür, korku ar olsun!
Bu cennet vatana can kurban olsun!”
Kâmil on dördünde fidan boyludur,
Düşmanı görünce hırçın huyludur.
Sanma ki bu millet korkak soyludur;
Taşı kapmasıyla vurdu alnına!
Şehadet şerbetin kattı kanına!
Haber tez ulaştı Şahin Bey’lere,
Elmalı Köprüsü döndü mahşere.
Mübarek kanını döktü köprüye;
Kükredi Şahanım: “Geçilmez!” dedi,
“Şu canım almadan girilmez!” dedi.
Sarımsak Tepe’de pusu kuruldu,
Seksen yiğit ile hücum edildi.
Karayılan vurdu, düşman kırıldı,
Yüzlerce Fransız yere serildi,
Şehadet şerbeti o gün içildi!
Şehir viran oldu, taş üstünde taş;
Kalmadı kimsede ne ekmek ne aş.
Eğilmedi yere o dik duran baş,
Minare yıkıldı, ezan dinmedi!
Kaleden al bayrak yere inmedi!
Cihana yayıldı bu şanlı destan,
Antep’im kurtuldu o kara yastan.
Şimdi koca tarih yazılsın baştan:
“Gazidir bu şehir! Gazidir Antep!”
“Tarihin alnında yazıdır Antep!”