0
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
118
Okunma
Adımı unuttum önce
sesim bir kabuk gibi kaldı dudağımda
içinden rüzgâr geçen belirsiz bir harf
sabah yeline eğilen ıslak bir gölge
Bir yankının eşiğinde uyandım
Kimse değildi adım
Dilimde naylon bir perde
yağmur susmayı öğrenmiş
taşın belleğine yazılmış
Bedenim ahşap bir arşivin çekmeceleri
Sol kaburga kırmızı kordonlu dosya
sağ ciğerde tozlu bir fihrist
etiketler ay ışığında solmuş
kenarında bir not
açma nefes taşar
Cam akciğerim şehrin kendisi
camın altında kıvrılan yollar
ince bronşlar
her kavşak bir fısıltı
her fısıltıda dökülen bir isim
Kimse değildi adım, diyor arkamdan
pencerenin iç yüzünde terleyen buğu
Kaldırım taşlarına sismograf tuttum kalbimi
ince bir iğne yüzüme basınç çizgileri çekti
kalp atışım tuzun çıtırtısı gibi
kıyıda eğri bir harita kenarı
yolu şaşmış bir usturlabın paslı çenesi
göğün ölçeğini unutmuş bir metal parıltısı
Tuz gölünde yürüdüm
suda değil, susuzluğun beyaz gölgesinde
ayaklarımın altında kabaran kristal sesleri
tuzda saklı nefes
tuzda saklı bir dua
bağsız ama doğru
Ufuk göğsüme eğilmiş turnike
paslı dişleri sordu
kimden geçersin?
Kimse değildi adım, dedim
Biletim üzeri çizilmiş bir çocukluk
Bir mürekkep balığı geçti gölgemden
içim deniz değil, sözcük dolu bir kuyu
sıçrayan siyah, hangi belgeyi sileceğini bilmez bir merhamet
sayfalar ıslanmadı, yalnız ağırlaştı
göz kapaklarımda koyulaşan karanlık
boğulmak değil anlamın yoğunlaşmasıydı
Obsidiyen bir bıçak kadar soğuktu gerçek
parladığı her yerde kestiği yalnızca fazlalık
Kalan, tamam oldu
Sokağın köşesinde kör bir fener sönüp yandı
ışığı değil, gölgesi yolu gösterdi
gölgeye uydum
körlüğün de rehberi varmış
yanlış okunan bir kıble gibi
Taş konuştu sonra
ağırlığını ödünç vererek
Ben bekleyişim, dedi
her damlanın altında çoğalan sabır
Sen aceleydin
acele, kırık usturlabımdaki eksik yön
Kulağımı taşa koydum
titreşimden bir şehir haritası çıktı
sismograf iğnesinin durduğu yerde
bir çocuğun adı hatırlandı
benim adım değildi ama bende büyüdü
Tuzda saklı nefes
diye tekrarladım
kendi nefesim bana yabancı
alışkanlığın pasıyla ağır
turnikeden geçtim rüzgâr biletimi yırttı
kimlik fotoğrafımın arkasında
bir kara dut lekesi
parmağıma bulaştı
bulaştığı yerde çocukluk koktu
Kara dut, dilimin tavanında mor bir mühür
konuşursam akacak diye sustum
sustukça söz oldum
söz garip, söylenmeyen yerinde büyüyor
Akşam cam akciğerin kıyısına döndüm
ince çatlaklarda yürüdü gökyüzü
göğsümdeki çekmeceler birer birer açıldı
her çekmecede eksik bir mektup
muhatabı belli olmayan bir selam
Kimse değildi adım
ama herkesin eksik yerinde ben vardım
Bir harita daha çizdim bu kez içeri
basınç çizgileri duygunun izobarları
usturlabın eksik kolu yerine
avuç içinin sıcağını koydum
Varmak mı
varmak, bir sesin içindeki sessiz yere oturmak
Kıyıda
suyun değil, tuzun kıyısında
kırık bir saat camında toplandı ay ışığı
zaman kefen değil
sancıyan bir gömlek gibi üzerime yapıştı
omzumu düzelttim
tuzda saklı nefes
tuzda saklı nefes
derken nefes bana alıştı
Bir liman doldu içime
ipler, iskeleler, kalpten kazıklar
mürekkep balığı yine geçti
bu kez silmek için değil
yazamamış yerleri görünür kılmak için
siyah suyla açıldı
karanlığın da bir saydamlığı varmış
Kör fener sustu
ben de sustum
sustuğum yerde sözcükler yürüdü
ayaklarının altında ince tuz
çıtırdayarak
işte yazının sesi
Taş bir daha konuştu
Merhamet, kendini kesmeyen obsidiyendir
bıçağı bıraktım
kırılmaz bir karanlık kaldı elimde
az sonra saydamlaştı
Kara dut lekesi kurumadı
iyi ki kurumadı
zamanla değil
kabulle silinsin diye
parmağımdan dudağıma taşıdım
adımı soran olmadı
kimse değildi adım
ama adımı çağıran herkes
bende kendi cevabını buldu
Sonra rüzgâr geçti
ağzımda yassı bir deniz bırakarak
tuz defterini kapattım
cam akciğerin buğusu çekildi
kapanan çekmecelerden hafif bir uğultu kaldı
tuzda saklı nefes
Ve anladım
yara kadar geniş bir ufuk var insanda
kanamayı durduran şey deniz değil
denize bakmayı öğrenen göz
Kör fener son kez
kendi gölgesini yaktı
yürüdüm
adımın yerine
yankımı bıraktım
ve yankı
tam o tuz çizgisinde
beni benden daha doğru söyledi
Zaman
akrebi yelkovana düşmüş saat
iğnesi akciğerime batmış
tozları henüz dibine çökmüş perde
yırtığından sızan rüzgârın pençesinde
az sonra gözlerimden geçtin
gözlerim beni unutana dek
sana baktı
5.0
100% (1)